confessions

lehavledelakuvvet

- Yazar -

  1. toplam entry 21
  2. takipçi 1
  3. puan 6246

insanın kendini mutluyken sucüstü yakalamasi

lehavledelakuvvet
bana deseler ki modern insanın sapkınlıklarından birisini söylesene bana, şöyle bir bakar, "başka işin gücün yok mu lan" derim, ama güzel bir kız gelse hemen yavşar "hehehe bak anlatayım" derim. neden? çünkü ben yavşağım. "bak, derim, modern insanın sapkınlıklarından birisi melankoli isteğidir."

anlatayım.
hatta başkasından değil kendimden bir örnekle olayı sunayım. sizler için kendimi feda edeyim.

benim aşık olduğum bir insan yok, "la olum şu kız için ölür müsün- he lan ölürüm amına koyim, gözleri kör olsa gözlerimi veririm" diyeceğim bir insan yok hayatımda, adına flört denilen komediyi paylaştığım bir kız var ama, arkadaşıyla konuştum, ben bundan hoşlandım bacım konuş sen bir de bakalım beni sevecek mi acep? dedim, konuşmuş, çıkıyoruz falan fişman. ama o insana aşık değilim lan ben, kaza geçirse gözleri kör olsa, vermem yani gözlerimi. hayvan mıyım. evet ulan hayvanım. neyse işte dediğim budur kardeş aşık değilim. boştayım yani, iletişime geçmek isteyenler varsa, "[email protected]" adresinden bana ulaşsınlar. adresim de melankolik, pesimist yani...

işte öyle, uğrunda öleceğim biri yok ama ben her gece ne ayaksa iced earthden "i died for you" şarkısını dinlemeden uyumuyorum, bir yandan da gözlerimi sıkı sıkı kapatarak yarım damla yaş yapıyorum.. neden ulan? bu dert, bu tasa isteği nedir arkadaş, yok işte tutkuyla sevdiğin birisi yokken, acı çekmemişken, bu acı çekiyorum ayakları da nedir ben anlayamıyorum, durdurmak istiyorum, durduramıyorum da.

bu kadar "hacı ben var ya deli hüzün doluyum ha" havası içinde küçücük şeyler oluyor, bir bebek görüyorum mesela bana gülümsüyor, bir anda içim mutluluk doluyor daha çocuk benden bakışlarını kaçırmadan "oha" diyorum kendi kendime "sen ne yapıyorsun ulan, sen mutsuzsun, çek şu aptal gülümsemeyi yüzünden çabuk." ve bir anda yine içimden "i died for you" şarkısını söylemeye başlıyorum.

hayat işte bazen böyle garip şeylerle dolu olabiliyor gönül dostlarım, kuşlar felan, hüzün, bunlar güzel şeyler hep. neyse işte eeyle yani. mutlu hissettiğim anlarda kendime kızıyorum. kendimi sikeyim zaten, bu gidişle emo olcam.

dusuk not alanları kendine yakın hisseden öğrenci

lehavledelakuvvet
başlık kötü oldu, uykusuzdan tanıdığımız fırat ın deyimi ile götüme benzedi. anlatmak istediğim bir sınavdan düşük not alan öğrencinin, aynı sınavdan düşük not alan öğrencilere yakınlık duyması hadisesidir ki çok yaygındır bu insan türü.

geçenlerde bir sınav olduk ki aman aman, siyaset sosyolojisi vizesi, sınav bitti çıktık, benim sınavım o kadar kötü geçmiş ki sanıyorum ki herkes döküldü, birisine soruyorum abi sınav nasıldı, kazıktı ya ne biçim sormuş adam, karşıdan cevap geliyor, ne kazığı lan, acaip basitti sınav. işte bunu söyleyen adam anam babam olsa benim gözümde değeri yoktur. ulan yavşak sınavım berbat geçmiş, moralim bozuk, sen karşıma geçmişsin ne zoru lan dalyarak kopkolaydı diyorsun. işte sevgili arkadaşlarım bu adamı ben anında silerim, silerim çünkü benden yüksek not almıştır ve bana "sabaha kadar batak atacğına derse çalışsaydın" bakışıyla bakar.

ancak başka bir durum var ki o apayrı, güpgüzel... sınavı kötü geçen bir insana rastladım, "ya baba sınav ne biçimdi acaip zordu ya" "ya hacı sorma ya, sıçtım resmen sıçtım."

drankkkkkk!!!

işte bu adam, işte bu insan ki bu muhabbetten önce sınıfta bir kere yüzünü görmüşüm, tek kelime konuşmamışım ara sıra birbirimize kafamızı eğerek ağzımızı da yarım açarak sessizce selamın aleyküm demişiz. ama o an, o sihirli an... ah keşke milan kundera olabilsem de anlatabilsem o an hissettiklerimi. çölde su bulan susuz gibi olmuştum. sonra tavla oynamaya gittik beraber, müthiş bir kafa uyumu oluştu aramızda, aynı müzik tarzından hoşlandığımızı, aynı grupları dinlediğimizi, hatta o dinlediğimiz grupların aynı şarkılarının ortak şarkılarının favori şarkılarımız olduğunu fark ettik.

işte böyle, insan başarısızlığında herkesin öyle olmasını ister ki bunu istediğim için kendimle gurur duyuyorum. çünkü en nihayetinde ben insanım, klasik eleme yöntemi vardır doğada, belki daha afilli bir ismi vardır, ama herkes bilir ki hayatta kalmanın tek yolu başarıdır, başarısız olursanız da herkesin başarısız olmasıdır.

sınav sonuçları açıklandığında baktık ki sorular gerçekten kolaymış ki, ortalama 80-85 ti, yeni arkadaşımla ben ise 17 ve 23 almıştık, iki tane daha düşük not vardı, onları da bulma sözü verdik kendimize. bulduk da.

şu an da dört kişi batak atıyoruz, yarın siyaset sosyolojisi finali var.

dört akşam yemeğini belese getirme yolları

lehavledelakuvvet
bir sürü para bayılacak leziz dört akşam yemeğini beleşe getirmek için üretilmiş yollardır.
benim aklıma gelen ilk şey "yemekteyiz". abileyim ablalayım, sizler için düşündüm taşındım, uyumadım, yemedim, içmedim düşündüm. ve buldum.

yemekteyiz programına katılıyoruz, en son gün yarışma isteğimzi bildiriyoruz, yalandan bir menü ayarlıyoruz (sadece kağıt üstünde) ve işte dört gün hayvan gibi doyduk. bu yöntemin artıları ve eksileri;

artıları;

+dört gün beleş yemek.
+televizyona çıkma.
+her yemekten sonra bir de fasıl ekibi ile eğlence.
+yemekleri yiyip, tıkındıktan sonra bok gibi olmuş diyerek psikolojik rahatlama (sonuçta insan hayvanatın tekidir)

eksileri;
-en fazla dayak yersiniz.

evet artılar ve eksiler bu şekilde sıralandıktan sonra, yöntem mükemmeliyetini daha iyi anlayabiliyoruz.

anlamayanlar için tekrar anlatıyorum:

yemekteyiz programına katılıyoruz, diyoruz ki "hacı ben son gün yapçam yemekleri çünkü bi tek o gün boşum" bunu yaparken de formaliteden, tavada portakallı öküz dalağı, tatlı olarak çam yarmalı çilek, gibi yemeklerden oluşan menü veriyoruz.

bizim yemek yapacağımız akşama kadar her şey çok düzenli gerçekleşiyor müsafirler bizim eve geldiklerinde de "babo her şey için sağolun çok teşkür ederim ama ben yemek hazırlamadım sonunculuğa razıyım" deniyor ve mevzu kapanıyor.

afiyet olsun.

cevapsız aramalar

lehavledelakuvvet
cevap verilmeyen aramalar, çeşitli nedenleri olabilir.

ama bir de şöyle bir şey var.

******************

-koz ver,
-abi koz çıkmadan koz çekilmez.
-çekilir kardeşim sen ver kozunu.
-götünden kural uyduruyorsun lan.
-lan ver işte ne götümden uydur...murat!lan murat. noluyo lan.

koz isteyen muhittin in murat adlı ortağına korku dolu seslenişiyle yankılanıyordu oda. kendisinden koz istendiği halde koz atmayan alper de oyunu bir kenara bırakmış ve murat ın başını elleri arasına almıştı. dördüncü kişi ve alper in ortağı mahmut da kartları elinden bırakmış ambulans çağırmak için telefonunu eline almıştı.

murat baygındı, sinir krizi geçiriyor gibiydi.hem baygın olup hem nasıl sinir krizi geçiriyordu? demek ki hastalığı o kadar garipti. kolanyalı mendiller, limonlar, tokatlardan sonra murat kendine geldi.

etrafına hiçkimseyi tanımıyor gibi baktı. az önce ihaleli batak oynadıkları masaya bir göz gezdirdi, yerdeki maça asını (muhittin in kozu) eline aldı, evirdi çevirdi, ayağa kalktı, kartı fırlattı. üç gence korkunç gelen bir bakıştan sonra konuşmaya başladı.

-biz, dört genciz, hayatının baharında dört genç... ümitleri, hayalleri olan dört insan... üniveristeyi kazanmadan önce hayallerimiz vardı. ama şu halimize bakın, bütün mizah dünyası bizim üzerimizden geçiniyor, hayal ettiği şeyleri bulamamış, eline kız eli değmemiş, batak, tavla, king oynayıp duran, menemen, tavada yumurtadan başka gıda tüketmeyen zavallılarız. ve bununla alay ediliyor, insanlar bize gülüyor dostlarım. benim adım murat, seninki muhittin, seninki alper seninki mahmut... insanız lan biz insan, movie maker da matrak bir müzikle harmanlanan fotolardaki evini bok götüren, bira şişeleriyle vize aq, final aq yazan tipler değiliz sadece, bizim duygularımız var, hayır dostlarım bu düzene bir dur diyeceğiz artık, artık insanları güldürmek uğruna geceleri sabaha kadar bataktır, kingtir oynayıp finallerden çakmayacağız, verin lan telefonumu benim....

************************************************


-batu, serpil gelmeyecek mi?
-aradım şimdi, on dakikaya kadar geliyormuş,
-ha tamam.
*aşkım maç başlamadan ben size biralarınızı da getireyim, daha başlamadı değil mi?
-aşkım, bir tanem benim.

serpil on dakikaya gelecekti, markette aşkı ve arkadaşı türkiye kupası finalini izlerken tüüketmeleri için patates cipsi ve türevi şeyler alıyordu. telefonu çaldı. batu muydu acaba yine arayan? heyecanla aldı telefonu eline, "murat(açma)" yazısını görünce yüz ifadesi bozuldu, telefonu sessize alıp çantasına attı.

**************************************************

-cevab vermedi.....
-....
-....
-.....

murat çökmüştü, bütün dünyası yıkılmıştı, telefonunu yavaşça yere bıraktı tam gözleri dolmak üzereyken alper bağırdı: "amına koyim maç var ya lan unuttuk amına koyim."

dördü birden 37 ekran televizyonun başına toplandılar, mizah dünyasına malzeme veren dört sap olarak türkiye kupası finalini seyretmeye başladılar.

hayatla senkronu tutturamamak

lehavledelakuvvet
of ulan sabah sabah nereden aklıma geldi şu mesele, bazılarımız doğru yer yanlış zaman, doğru zaman yanlış yer, yanlış yer yanlış zaman da diyor buna. her ne denirse densin ortada bir bozukluk var, bir nasıl desem olmamışlık, olmuyorluk var.

****************

-le havle sen çık yavrum,

işte yine ilkokul dördüncü sınıftayım. o ana geri döndüm, sevdiğim kızın elini tutan, yanında olan olmak için o kadar yalvarmışım ki kabul olmuş dualarım, başlarda utana sıkıla tutmuşum ama sonra alışmışım, terlemem bir nebze geçmiş, yüzümde bir gülümse yayılmış tedirgin değil ama... "gurbette yorgun düştün be ceylan" eşliğinde dans ediyoruz. kendimi de kaptırmışım, sanıyorum ki 23 nisan a hazırlanan folklor ekibiyle uyum içindeyim, ama öğretmen bağırıyor uzaktan biraz seyredince beni. sen çık.

çıkıyorum, beşlerden bir çocuk geçiyor sevdiğim kızın yanına o tutuyor elini, ben uzaktan seyrediyorum, 23 nisan günü de hastayım diye törenlere gitmiyorum.

o zaman anladım bir uyuşmazlık vardı, bir türlü oturtamıyordum her şeyi yerli yerine, beceremiyordum, şimdi de beceremiyorum. birileri dans ediyor, ben onlara ayak uydurduğumu sanıyorum, oysa bir gün birisi sen git diyecek, biliyorum. bu sefer hastayım numaraları da kurtaramayacak beni.

ölesiye korkuyorum.

lisede kurulan metal grupları

lehavledelakuvvet
bu bir acının öyküdür. bu bir türkiye gerçeğidir, bu bir dramdır.

ortaokulda defterinin ilk sayfasına "metalika" yazan çocuklar bir gün büyürler ve liseye başlarlar. ve her şey işte o zaman başlar. müzik kültürünün gelişmesiyle yeni grupların ve tarzlarının keşfedilmesiyle artık defterin ilk sayfasına "metalika" yazmak kesmez bünyeyi. harekete geçme zamanı gelmiştir, bu kadar tür, sanatçı arasında mutlaka eksik olan bir şey vardır, ve bu liseli arkadaşlar o boşluğu dolduracaktır.

judas priest in, black sabbath ın söylemeyi unuttuğu bir şeyler, yapmayı akıl edemediği şeyler elbette var, işte biz onları tamamlayacağız mottosuyla hareket ederler.

bok hareket ederler, hareket ederler de judas, sabbath bu yavşakların hiç umrunda değildir. varsa yoksa piyasa, karı kız... bizim kurduğumuz bir grubu hatırlıyorum ismi "c1" isme bakar mısınız, ne kadar yavşakca, ne kadar basit. bugün, şu an suratı sivilce dolu, sesi kalınlaşma yolunda ayarsız, borazan gibi çıkan bir ergen gelse "abo böz grop kordok ösmö cöbör." dese ağzını yüzünü dağıtmakta üç nanosaniye düşünmem, çocuğun ne suçu var derseniz, var arkadaşım suçu, biz de o yollardan geçtik diyorum sana bir bildiğim olmasa döver miyim hiç.

şimdi bunlar (grup kuranlar) üç kişidir, dört kişidir. aralarında evinde abisinin, dayısının, kuzeninin klasik gitarı bulunan ve hasbelkader akdeniz akşamlarını çalmayı öğrenmişi hemen solo gitara geçer, "bobo bön götor çolmoyo bölöyorom" diye, eline klasik gitar dahi almamış bir başkası bu solo gitara geçen elemanın bir kaç günlük çalıştırmalarının ardından akdeniz akşamlarını çalmayı öğrendikten sonra ritm gitara geçer, beceriksiz birisi nasıl olsa sesi duyulmaz diye bas gitara atılır, tombul, amiyane tabirle şişko olan da davula oturdumu al sana potansiyel in flames.

ha solisti unuttuk değil mi. hayır efendiler unutmadık. bu solist de hafif balık etli, güzel gibi ama çirkin bir kızdan seçilir... ahanda grubun niyeti ortaya çıkmaya başladı. bu yavşakların hepsi bu kızı ayarlamak isteyeceklerdir. dahası bu zavallı kızı ayarlamaya çalışmakla kalmayacak, verdikleri her konserden sonra kendilerini kucaklarına atacak kızların hayalini kuracaklardır.

gelelim bizim "c1" e.

-abi bu böyle olmayacak. yapamıyoruz ortam, hiç bir kız bize bakmıyor,
-ee napalım abi göbek mi atalım sınıfın ortasında.
-grup kuralım...
-ne grubu lan.
-müzik grubu..
-iyi hadi bakalım.

bütün amaç budur işte, ortam yapmak, göbek atmaktan daha iyi olduğu için seçtik bu yolu. yarın bir gün ülkede islam devrimi olsa ne biliyim metal müzik yasaklansa bir anda düşünce suçlusu olsak "abi valla dikkat çekmeye çalışıyoduk abi, vurma abi" diyeceğiz, fikirlerimizin arkasında duramayacağız. neden? çünkü fikirlerin dayanağı yok ki.

neyse yukarıda anlattığım iş bölümü aynen gerçekleşir, solist de "abi şu kız çok güzel ya bana bi verse" tandaslı bir kızın içinden yalvar yakar seçilir.

ilk kez grup olarak toplanılacak ve stüdyoya gidilecektir, ilk önce bir cafede buluşulur, ve o iğrenç sahneler başlar, dört tane erkek de kız vokalin dikkatini çekmek için götünü yırtar, fıkralar anlatır, espriler yapar. hatta biri bir karikatür anlatır (solo gitarcı). ulan karikatür anlatmak ne ya, adam bir metal grubu kurmuş ve vokale karikatür anlatıyor, düşünebiliyor musunuz, slash ı bir cafede kıza karikatür anlatırken, "hohoho çok komok yoo" derken.

en sonunda stüdyoya girilir. hangi şarkı çalınacaktır, akdeniz akşamları çalınır. bu akdeniz akşamları kısmı işin en eğlenceli kısmı olmasına rağmen utandığım için yazmıyorum. ve es geçiyorum.

*****************
es
*****************

bir saat boyunca anlamsız bir gürültü kirliliğinin ardından stüdyodan çıkılır, bir cafeye daha oturulur günün muhasebesi yapılır....

*****************

o günlere dair ne varsa aklımda bir utançtır, neyse ki çabuk geçti. atlatabildim, atlatamayanlar da var.

(bkz: allah ım sen koru ya rabbim)

anakın skywalker

lehavledelakuvvet
hani hep bir geyik vardır, dizi oyuncuları öğlen kuşağı bir programa çıktıklarında sırtlarını geriye yaslayarak şöyle derler suratlarına da yavşak bir gülümse yayarak, "yolda beni gören insanlar özellikle de yaşlı kadınlar o kıza ne acı çektirip duruyon, ayıp değil mi yaptığın ha diyorlari hatta buraya gelirken bir teyze bastonuyla vurdu bana eheheh." bu sözün arkasından da sunucumuz elindeki kanal logolu küçük kartonu sallaya sallaya kenarda köşede yemek yapan bayanın yanına gider "evet emine hanım nasıl gidiyor kavurdunuz mu soğanları" falan der.

ha işte o yolda görme ve diziyi, oyunu, filmi gerçek sanma geyiğini uygulayacağım karakterdir şu anakin skywalker. yolda görsem bastonumla girişirim, force morce dinlemem, bir vururum ağzının üstüne apışıp kalır. o kadar gıcığım kendisine.

ha obi wan gelse ne yaparım, boynuna atlarım, baba büyüksün derim.

buradan da anakin in kötü, obi nin iyi olduğunu anlıyoruz.

laptop

lehavledelakuvvet
üzerinde değişik fantezilerin uygulanabileceği alet.

anlatayım;

sene geçen sene. final dönemi, o sınav senin bu sınav benim dolaşıyorum, geceler boyu uykusuzluk, ders çalışmaktan boğazımız kuruyor, üçüncü kez aldığım bir dersin sınavına çalışmışım saatler boyu, saat sabahın dördü, altı saat boyunca okuduğum şeylerden zırnık anlamamanın verdiği sinirle hafif şiddetle bir şener şen cinneti geçiriyorum. en sonunda sadri yıldız gibi alllaaaahhhh diyerek bağırarak sıçrıyor, yerde debeleniyorum, kapatıyorum kitabı mitabı. bu sinir harbini yenmenin en iyi yolu nedir diye ufak bir iç hesaplaşması yaptıktan sonra verdiğim en iyi karar porno izlemek. alıyorum laptopu kucağıma, en sevdiğim porno sitesine giriyorum, büyük bir zevkle takip ettiğim bayanın yeni bir videosunun eklendiği görüp iyice mutlu oluyorum, tıklıyorum hemen....

sonrası garip, bir anda her şey gerçeğe dönüşüyor, kasıklarımda bir ağırlık var, ulan yoksa diyorum, yoksa sevişiyor muyum? biraz zaman geçiyor kasıklarımda hissettiğim şey iyice ağırlaşmaya ve zevk vermeye başlıyor. benim tepkim,

"sevişiyorum, allahıma kitabıma sevişiyorum lan!"

yatağımda uzanmışım, hiçbir şey yapmama gerek yok partnerim hallediyor her şeyi.

"200 tane erkeğin bulunduğu bir yurtta yatağıma bir yavru attım ve sevişiyorum, ne şanslı adamım lan."

on dakika, yirmi dakika, bir saat.. en sonunda yüzüstü yatmaktan sıkılıyorum, biraz pozisyon zenliği yaratayım diyorum, nazik bir hareketle kıpırdanıyorum sağıma dönüyorum, ama o da ne?

kasıklarımdaki ağırlık bir anda yok oluyor ve çattt diye bir ses,

"ohaaa partnerim düştü."

verdiğim ilk tepki bu oldu, gözlerimi açmaya çalıştım, açamadım, siktir et dedim, sabah kalktığımda yerde boynu bükük yatan bir laptop vardı. saatime bakıyorum, sınav vakti çoktan geçmiş, sınava geç kalmak ve laptopla cinsel münasebet yaşamanın verdiği duygu karmaşasında başımı ellerimin arasına alıyorum,

soruyorum;

"neden?"

bu sabahların bir anlami olmalı

lehavledelakuvvet
iyi müzük dinleyicisiyim. vega dinlerim, kargo dinlerim, çünkü bu iki grup çok güzel şarkılar yaparlar, şehirli, gençlere hitap eden gruplardır. ben de hayatının dört yılı babasının peşinde köylerde geçmiş bir genç olarak çok özenirim bu şehirli duruşlarına, hemen kanıksarım. yaptıkları albümleri bırakın daha önce bir kez dinlemeyi kapağına bakmadan alırım.

ama...

ama bir şeyler var yanlış. bu yanlışlık nerede?

vega nın bir şarkısı var. bu sabahların bir anlamı olmalı.

*******
bu sabah bir umut var içimde
nasıl olsa geri gelirsin diye
her şey yerli yerinde yine
bu sabahların bir anlamı olmalı.
*******

nakarat bu. bu sabahların bir anlamı olmalı diyor işte kısaca.

peki şimdi benim sabahlarımdan bahsedelim biraz da.

bu sabah.

************************

"kalk lan, lan .mcık kalksana kahvaltı kaççak, kalk sucuk pişirmişler" uyandığımda oda arkadaşım x in beni omuzlarımdan büyük bir şiddetle sarstığına tanık oldum, deprem gibi bir şeydi. aklıma bu şarkı geldi hemen, bu sabahların bir anlamı olmalı. lan .mına koyim ne anlamı, adam gelmiş beni omuzlarımdan sarsıyor, sucuk yiycez kalk diyor bu mu lan anlam. siz kime yapıyorsunuz arkadaşım bu şarkıları, ha kime yapıyorsunuz, kimin sabahlarının anlamı varsa onun kılığına gireyim lan, klonlanayım hatta, ya da arkadaşım sen nasıl bir güne uyandıktan sonra bu şarkıyı yaptın, nasıl bir sabaha uyandın? seni hiç mi omuzlarından sarsan yoktu üç adet sucuk parçası için.

yapmayın allah ınızı severseniz.

***********************

başka sabahlarımı anlatmıyorum hepsi ayrı ayrı anlamsızlık sembolü.

ve hep beraber bağırıyoruz:

bu sabahların bir anlamı varsa biz de topuz ulan....

not: bu kişisel bir entry değildir, şahsım adına sabahları anlamsız bulan acılı, hüzünlü kitlelere armağan edilmiştir.

uğur gürsoy

lehavledelakuvvet
adetim olmadığı halde bu hafta çıkan uykusuzdaki bir karikatürünü sözlüğe yazmadan edemiyeceğim süper karikatürist.

adam elinde bir kuşla eve gelir karısı yatmaktadır.

-gel şunu bi deneyelim, avcı-toplayacı atalarımız gibi ben eve avladığım hayvanları getireyim, sen de pişir. belki böyle mutlu oluruz, belki bizi s kerten modern toplumdur.
+metin korkutma beni... sen nerden buluyorsun bu hayvanları her gün, başımız belaya girecek bak.
-ben ilişkiyi kurtarmaya çalışıyorum, sen neye takılıyorsun, var ya inanamıyorum sana......al pişir kadınım, hadi kalk.

yazınca pek komik olmadı ama cidden gözüm yaşardı okurken.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol