confessions

greyfurt

- Yazar -

  1. toplam entry 2267
  2. takipçi 3
  3. puan 45488

çernobil

greyfurt
hiç tartışmasız, türkiye menşeili bir çay firması için seçilebilecek en kötü markadır.

e bu kadar saçmaladık, bari bir reklam sloganıda üretelim;
"çernobil, damak tadına güvenenlerin damağını eline verir".

the wall

greyfurt
en başından beri hem güvenimi hem taktirimi kazanmış bilgiçimizdir. (çeliştiğimiz onca konuya rağmen)

toplam sohbetimiz 3-5 cümleyi geçmez ama sadece entry’leri ile değil, kimler var butonuna tıkladığım zaman, varlığıyla bile daha iyisini yazmaya çabalamam için motive eder.

iyiki var. allah başımızdan eksik etmesin.

bilgi notu: havaya girersen böğrüne uçan sumsuk atarım. tutturamasam bile yakalayamayacağın kadar hızla kaçarım. boy 150, göbekli ve kelim çok tehlikeliyim.
kendini bozma bak. sadece 1 ay sonra silahlı olucam.

nefesini tutarak tuvalete girmek

greyfurt
ruh ve beden sağlığını tehdit edecek derecede rezilleşmiş tuvaletlere girerken yapılan istemsiz eylem.

ha birde erkeklere özel bir durumdur. zira bunu deneyecek hanım kızımızın işini bitirip çıkacak kadar nefes tutabilmesi için dalgıç falan olması lazımdır.

neyseki bu durumu bilen ibne işletmeciler bayan tuvaletlerini daha iyi temizlerler. durum dengelenir. (lanet olsun)

özelleştirme

greyfurt
yalova-istanbul vapurları çocukluğumdan beri hep bir eğlence kaynağı olmuştu benim için. düşünmek bile mutlu olmam için yeterdi çoğu zaman.

püfür püfür esen rüzgar eşliğinde önce çocukluğumun, sonra gençliğimin geçtiği o vasıtayı keyifle hatırlarım. çocukken koşar oynar, gençken kıç tarafında bir iki bira tıngırdatırdık.

yalnız işte her güzel şeyde olduğu gibi bu vapurlarında bizi pekte çekmeyen, o zamanlar çokta mutlu etmeyen bir yönü vardı. tuvalet civarı bok kokardı. yıllar sonra gün gelip tekrar yolum vapura düştüğü zaman birde baktımki pırıl pırıl, ışıl ışıl bir tuvalet. ellerimi sıvı sabunla yıkayıp çıktığımda bir adam benden 50 kuruş istedi. biraz bozuldum. mutlu mesut hayaller kısa sürmüştü anlayacağınız.

sonra düşündümki özelleştirme o kadarda kötü bir şey değilmiş. yani "herkes işçi herkes patron" tamam çok güzel ama bok temizlemeye gelince "herkes patron". sonuç çok belli; bok kokusu.

şimdi kimse ütopik ideallerden falan bahsetmesin. yok "iyi işletilseydi devlet tarafından" yada "o zamanki yöneticiler bıdı bıdı..." falan demesin. adama 50 kuruş verirken içim titredi ama boş zamanlarındaki aktivitesi bok temizlemek olan bu adamın ellerini sevgiyle sıktım. tebrik ederken adam alışmış gibi tavırlar sergiledi. (tek bıkan ben değilmişim demekki)

şimdi bazılarımızın burnu boktan kurtulmuyor. hala aynı tas aynı hamam. işe bile gitmeyip para alan işçilerdenmi bahsedelim yoksa "kimin torpili daha kuvvetli" sidik yarışındaki dallama yöneticilerdenmi? tek taraflı yaklaşımlarla bir yere varamayız. özelliştirmeyi tek kalemde silip atamayız. doğru özelleştirme metodlarını tartışmaya tamam ama bir kalemde silip atmak?

evet özel sermaye kimi zaman emperyalizmin uşağıdır. evet stratejik kurumlar kamu yararı gözetilirelerek özelleştirme rüzgarından korunmalıdır ama be kardeşim çocukluğu, gençliği nefesini tutarak tuvalete girmekle geçmiş bu cahil adama lütfen anlatın yanlış olanı.

yani devletin 100 liralık kuruma 300 liralık yatırım yapması lazımken, devlet bu kurumu 100 liraya satıyor. alan kişiye "sen buna 300 lira yatırım yapacaksın" diye şart koşuyor. hem karın yaklaşık %40’ını vergi olarak alıyorsun hemde vatandaşın 10 yıl sonra fonlayabileceğin hizmeti bu günden almaya başlıyor. daha ne?

şundan 10 sene önce dial up bağlantıyla 6 kb download hızı yakalayınca sevindirik oluyorduk. (10 yıl önce saati 40 kuruştu bu boktan bağlantının. şu anda sınırsız bağlantı ne kadar?) şimdi 100 kb’nin altına düşünce delirme noktasına eriyoruz.

ister vapurda gezin, ister nette,
komploları sezin, kriz gelmekte,
istemez tahrip, kurumu alan,
hayat ne garip, vapurlar falan...

bilgi notu: yalova-istanbul vapurları kaldırılmış bildiğim kadarıyla.

edit1: konuyla hafiften alakalı olaraktan #782579

edit2: 50 kuruşluk tuvalet ücreti tamamiyle tarafımdan sallanmıştır. şimdinin parası en az 1 ylt felandı yani. o zamanki fiyatını hatırlamıyorum.

hz muhammed i eleştirmek

greyfurt
aynı orhan pamuk’un yaptığı gibi, götünden anladığı, cahili olduğu konuları eleştiriyormuşcasına hz muhammet eleştiriliyorsa pek haz vermez.

"ha biliyorum sular seller gibi, hem biliyorum hemde eleştirmek istiyorum" diyen insanlara ise nasıl müdahale edilebilirki. hatta zevk ve merakla dinlenir bu tip şahıslar.

ishak alaton

greyfurt
referans gazetesinden sayın eyüp can’a şöyle bir mektup yollamıştır:

sevgili kardeşim eyüp,
geçenlerde, tophane’deki modern müze’yi gezdim.
yoruldum.
pencere kenarından rıhtıma baktım ve düşündüm. gümrük antrepoları ve döküntü binaların sıralandığı rıhtım boyu, içler acısı bir durumda...

deniz kenarı, şehre ve insanlara küsmüş...

şehrin merkezi ama, bürokrasi işgalinde... insanları dışlamış...

beş altı yıl oluyor, sammy ofer isimli bir adam, bizim mehmet kutman ile bir olup, buraya milyar dolarlık bir yatırım yapacaktı...

rıhtım canlanacak, yabancı bandıralı gemiler binlerce turist getirecek, kapalıçarşı pazar günleri bile açık tutulup, ekonomiye katkı sağlayacaktı.

olmadı.

medya ile bürokrasi el ele verdiler, bu projeyi önlediler.

neden?

ofer yahudi! olmaz!

yahudi’ye mi yedireceğiz burayı?

aradan yıllar geçti. mezbelelik, perişanlık aynen devam eder. kaderimiz herhalde...

bugün, referans’ta osman öndeş’in yazısını okudum.

londra’daki müzeye ofer’in verdigi 45 milyon dolarlık bağışı da okudum.

aklıma gülbenkyan geldi. petrol zengini....

hani kırklı yıllarda istanbul’da bir müze yapmaya kalkışmıştı. türkiye’de doğmuş da, hala memleketini severmiş... 1915’lere rağmen sevgisi azalmamışmış..

akılsız adam!

ankara’daki ’’vatanseverler’’ adamı sopa ile kovaladılar...

ermeni ya... olmaz... doğuştan mundar...

o da gitti lizbon’da müzeyi inşa ettirdi.

türkiye kaybetti, portekiz muhteşem bir eser kazandı.

geçenlerde, basında, arka sayfalarda tek sütun ufacık bir haber vardı.

anayasa mahkemesi, yabancılara gayrimenkul satışını durdurmuş, yasaklamış...

yaşasın! memleket işgalden kurtuldu...

fakirliğe ve akılsızlığa devam...

bu paranoya, bu yabancı düşmanlığı, bu gayrimüslim düşmanlığı, bu antisemitizm burada devam ettikçe, bizler bu vasatlığa mahkum insanlar olarak, hayatın kıyısında bir yerlerde kalakalırız.

arada bir, bu topluma ayna tutup, bu önyargıların bedelini hatırlatmanızda yarar var derim.

sevgilerimle, ishak alaton


şimdi ishak beye hak vermemek elde değil. utanarak okudum. umarım bizim evletlarımız ve ishak beyin torunları bunları konuşup çözmeye kasıyor olmaz. umarım ülkemize gönül vermiş her insan dinine yada kökenine bakılmaksızın adilce fırsat sahibi olur.

insan kaynakları

greyfurt
bana göre işletmenin en önemli 2. ünitesidir. (yatırım kararı alan kişi, grup yada kurumdan sonra en önemlisi-yani patrondan sonra)

işletmede sistemi oturtacak kişileri arar, bulur, özlük haklarını düzenler, sistemi kuracak kişileri bulmakla yetinmez, sistemi devam ettirmek için sürekli bir teyakkuz halindedir.

ha şimdi mutlaka birilerimiz çıkıp "benim eltimin çocuğu insan kaynakları şeysinde çalışıyor. hiçte öle bişi değilmiş" diyecektir ama unutulmamalıki ben burada idealinden bahsediyorum.

işletme unsurları içinde kendimi en zayıf hissettiğim mekanizmadır aynı zamanda. (rakamlar olduktan sonra her konuya bir yaklaşım biçimi geliştirebilirsin aslında ama çözülmesi gereken şey bir insansa, yuha diyorum kendime)

önemli not: sektöre göre değişir en önemli olma özelliği ama geneli budur.

richard brautigan

greyfurt
yaşamının son yıllarında, dünyanın en yüksek intihar oranına sahip ülkesinde popüler olan yazardır. ilginçtir ki kendiside intihar ile yaşamına son vermiştir.

en iyi kitabı olan (bence) yani rüzgar her şeyi alıp götürmeyecek (6.45 yayınevinin) sağlam bünyeleri bile sarsacak bir kitaptır.

yeşil rengin hakim olduğu, turgut özal gözlüklü bir herifin size mahsun mahsun baktığı bi kitap bulursanız alın, okuyun. (kürtaj’da olabilir o kitap. tam emin değilim)

huzur içinde yat riçırt abi.

msconfig

greyfurt
"bilgisayarım çok geç açılıyor" şikayetini her fırsatta dile getiren bünyelerin imdat koludur. kendisini açılışa ekleyen dallama programları açılıştan kaldırarak aletinizi rahatlatabileceğiniz muhteşem ötesi uygulamadır.

1) windows tuşuna basılır (ya da başlata tıklanır/ing:start)
2) çalıştıra tıklanır. (ing:run)
3) açılan mini pencerede msconfig yazılır ve onaylanır. (tamam/ing:ok/rus:dıbırnıçkı/eskimoca:lobar)
4) açılan pencerede en sağdaki başlangıç yazan sekmeye tıklanır. (ing:bilmiyom. en sağdakine tıkla işte)

bu aşamaları tamamladıktan sonra karşımıza bir liste gelecek. bu listede sırasıyla; başlangıç öğesinin adı, çalıştırılan öğenin konumu ve regedit anahtarı yazmakta. (tam teknik açıklaması bu değil elbette ama anlaşılır olması için basitleştirdim-ben çok anlıyorum ya...basitleştirmişim bak)

şimdi gelin hep beraber bilgisayarımızın kısıtlı kaynaklarını sömüren bu tip yalama programlardan bazılarını açılıştan kaldıralım.(sadece açılıştan kaldırıyorsunuz. programa zarar vermiyorsun yani. program kendi kendine çalışmaya başlamayacak. sen ihtiyacın olduğunda çalıştırırsın zaten)

örneğin adobe acrobat reader kullanan arkadaşlar bu listede adobeupdater diye bişi görecekler. adındanda anlaşılacağı gibi bu, reader programımızın update olanaklarını her açılışta test eden salak bir programcıktır. hayır yani zaten her programı başlattığında zaten update varmı yokmu kontrol ediyosun. açılışta ne işin var yani? hemen sol yanındaki kutucuğa tıklanarak cehennemin dibine yollayın. bilgisayarınız ve reader’ınız aynen çalışmaya devam edecek ama daha hızlı açılacak.

bunun gibi gereksiz bir çok şeyi tercihlerinize ve ihtiyaçlarınıza göre kaldırın açılıştan. gereksiz programları ayıklayıp "tamam"a tıkladığınızda size "bilgisayarı yeniden başlatammı ağabey?" diye soracak. "yok yok böyle ii hacım"a tıklayın. her değşiklikte restart atmanın alemi yok.

mutlu ve umut dolu bir gelecek bizi beklemekte. iyi beslenin, esenlikle kalın.

not: yalnızca kesin olarak bildiğiniz şeyleri açılıştan kaldırın. örneğin antivirüsünüzü felan kaldırmayın. eğer bilgisayarda bir mantarlama durumu olursa eski haline aynı işlemleri takip ederek getirebilirsiniz.

blade trinity

greyfurt
eğer yapacak hiç bir şeyiniz yoksa, can sıkıntısından kurtulmak için her yolu denemeye hazırsanız ve "film olsunda çamurdan olsun" diyorsanız bile izlenmemesi gereken filmdir.

yeşilçam’ın kahvelerinden toplanmış abilerimiz, filmde bol bol vampir olarak yutturulmaya çalışılmıştır. kavga ve kovalamaca sahneleri ise, takma dişlerini çıkartan bir yaşlı teyzeyi izlemek kadar heyecan vericidir.

filmde özellikle jessica biel rol yeteneği, canlandırdığı karizmatik karakter, aksiyon sahnelerindeki inanılmaz başarısı ve birazda muhteşem fiziği ile dikkat çekmekte.(maşallah)

bütün bunlara rağmen filmimiz 5 üzerinden -149’u haketmekte. filmi izlemeyin. jessica biel’i izleyin. daha az sıkılılırsınız.

kadınlara laf yetistirmek

greyfurt
"ipe un sermeye çalışmayalım arkadaşlar" denilesi beyhude çabadır.

hele hele "karı dırdırı" moduna girmiş bir dişi insan sözkonusuysa; er kişiyi her şekilde bastırır, hayattan soğutur, kendinen soğutur, bütün yaşam enerjinizi çeker alır.

düşünmesi bile içimi ürpertti. hayır kaçmak bile sorunu çözemez. o kafaya taktıya bi kere, gece geç gelseniz hatta gece gelmeseniz bile ilk görüşmenizde tekrar o dırdır kaldığı yerden devam eder. düşman başına diyorum ve susuyorum.

aşk bir hastalıktir

greyfurt
roma imparatorluğundaki yaygın görüştür.

romalılar aşkın geçici bir hastalık olduğuna inanırlardı. onlara göre bu her insanın en az bir defa yaşadığı bir tür duygu çarpıklığı ve kurtulunması gereken bir zayıflıktı. (bu kadarda realizm bana fazla yani. imparatorluk teklif ettiler gitmedim sırf bu yüzden)

kaynak: neyşınıl ceoğkrafik’in yalancısıyım.
43 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol