ayların isimleri ve kökenleri;
ocak = türkçe (kışın evlerde ateş yakılan yer)
şubat = süryanice
mart = latince (maritus - mitolojik isim marstan)
nisan = süryanice
mayıs = latince (tanrıça marianın ayı)
haziran = süryanice
temmuz = arapça / süryanice
ağustos = latince (roma imparatoru augustusun adından)
eylül = süryanice
ekim = türkçe (toprağı ekmekten)
kasım = arapça (bölen)
aralık = türkçe (iki zaman dilimi arası)
içki içerken neden kadeh tokuşturulur;
bu konuda daha güncel ve romantik bir hikaye var. biliyorsunuz insanda beş ana duyu var: dokunma, görme, koklama, tat alma ve işitme. yemeğe gidilen bir restoranda şarap ısmarlanırsa, garson şarabı getirdikten sonra bardağa bir parmak koyar ve kontrol etmesi için doğrudan erkeğe uzatır. hiç bir kadının da itiraz etmediği bu durum gerçekten anlaşılmazdır. çünkü dünyadaki aroma ve tat alma uzmanlarının çoğu kadındır.
neyse biz gelelim restorana... kadehin soğuk temasıyla dokunma duyusu tatmin edildikten sonra kadeh havalı bir şekilde göz hizasına kadar kaldırılıp şarabın rengine bakılır. görme duyusu kontrolünden sonra kadeh burun hizasından bir sağa bir sola gezdirilerek koklanır.
minik bir yudum alarak tadını da algıladınız. zaten şaraptan pek anlamıyorsunuz. garsonun da mantarını açtığı şarabı kendisi içmezse başka birine verecek hali yok. mecburen mükemmel diyorsunuz. ama hala bir duyu kaldı, işitme duyusu. işte o duyuyu da kadehleri tokuşturup, çınnn sesini duyduktan sonra tatmin ediyoruz.
hikaye gerçekten romantik ama işin aslı biraz değişik. antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip, onu ortadan kaldırmak için zehirli bir içki sunması görülmemiş bir şey değildi. ev sahibi içkisinin zehirsiz olduğunu ispat etmek için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir miktarını kendi bardağına dökmesine müsaade ederdi. her iki kişi de içkilerini aynı anda içerek birbirlerine olan güvenlerini gösterirlerdi.
misafir ev sahibine olan güveninin çok fazla olduğunu göstermek için bardaklar havada yan yana geldiğinde, kendi içkisinden onun bardağına bir şey dökmez, bardağını yavaşça onun bardağına vururdu. duyulan çın sesi gerçek bir güvenin ifadesi idi.
bu konuda daha güncel ve romantik bir hikaye var. biliyorsunuz insanda beş ana duyu var: dokunma, görme, koklama, tat alma ve işitme. yemeğe gidilen bir restoranda şarap ısmarlanırsa, garson şarabı getirdikten sonra bardağa bir parmak koyar ve kontrol etmesi için doğrudan erkeğe uzatır. hiç bir kadının da itiraz etmediği bu durum gerçekten anlaşılmazdır. çünkü dünyadaki aroma ve tat alma uzmanlarının çoğu kadındır.
neyse biz gelelim restorana... kadehin soğuk temasıyla dokunma duyusu tatmin edildikten sonra kadeh havalı bir şekilde göz hizasına kadar kaldırılıp şarabın rengine bakılır. görme duyusu kontrolünden sonra kadeh burun hizasından bir sağa bir sola gezdirilerek koklanır.
minik bir yudum alarak tadını da algıladınız. zaten şaraptan pek anlamıyorsunuz. garsonun da mantarını açtığı şarabı kendisi içmezse başka birine verecek hali yok. mecburen mükemmel diyorsunuz. ama hala bir duyu kaldı, işitme duyusu. işte o duyuyu da kadehleri tokuşturup, çınnn sesini duyduktan sonra tatmin ediyoruz.
hikaye gerçekten romantik ama işin aslı biraz değişik. antik çağlarda bir insanın düşmanını yemeğe davet edip, onu ortadan kaldırmak için zehirli bir içki sunması görülmemiş bir şey değildi. ev sahibi içkisinin zehirsiz olduğunu ispat etmek için kendi içkisini havaya kaldırır ve misafirin içkisinden bir miktarını kendi bardağına dökmesine müsaade ederdi. her iki kişi de içkilerini aynı anda içerek birbirlerine olan güvenlerini gösterirlerdi.
misafir ev sahibine olan güveninin çok fazla olduğunu göstermek için bardaklar havada yan yana geldiğinde, kendi içkisinden onun bardağına bir şey dökmez, bardağını yavaşça onun bardağına vururdu. duyulan çın sesi gerçek bir güvenin ifadesi idi.
her ne kadar roma imparatoru julius caesar (sezar) milattan önce 46 yılında takvimin başlangıcını ocak ayı olarak ilan ettiyse de, 16. yüzyılın ortalarına kadar avrupada yeni yıl geleneksel olarak, bahar aylarının başlangıç tarihi olarak da kabul edilen, mart ayının 25inde başlardı.
1564 yılında fransa kralı ix. charles, takvimi değiştirerek yıl başlangıcını ocak ayının birinci gününe aldı. o zamanki iletişim şartlarında bazı insanların bundan haberi olmadı, bazıları ise bu kararı protesto etmek amacıyla eski adetlerine devam ettiler. l nisanda partiler düzenlediler, birbirlerine hediyeler verdiler.
diğerleri ise bunları nisan aptalları olarak nitelendirip bu güne bütün aptalların günü adını verdiler. bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak bir partiye davet ettiler, gerçek olması mümkün olmayan haberler ürettiler.
yıllar sonra takvimin ayları yerine oturup, ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, fransızlar l nisan gününü kendi kültürlerinin bir parçası olarak görmeye başladılar. adeti gittikçe süsleyerek, zenginleştirerek ve yaygınlaştırarak devam ettirdiler. bu adetin ingiltereye ulaşması yaklaşık iki yüzyıl sürdü, oradan da amerikaya ve bütün dünyaya yayıldı.
l nisan şakalarının sembolünün nisan balığı olmasının nedeni ise mart ayının sonlarına doğru, güneşin balık burcunu terk ediyor olmasıdır.
1564 yılında fransa kralı ix. charles, takvimi değiştirerek yıl başlangıcını ocak ayının birinci gününe aldı. o zamanki iletişim şartlarında bazı insanların bundan haberi olmadı, bazıları ise bu kararı protesto etmek amacıyla eski adetlerine devam ettiler. l nisanda partiler düzenlediler, birbirlerine hediyeler verdiler.
diğerleri ise bunları nisan aptalları olarak nitelendirip bu güne bütün aptalların günü adını verdiler. bu günde diğerlerine sürpriz hediyeler verdiler, yapılmayacak bir partiye davet ettiler, gerçek olması mümkün olmayan haberler ürettiler.
yıllar sonra takvimin ayları yerine oturup, ocak ayının yılın ilk ayı olmasına alışılınca, fransızlar l nisan gününü kendi kültürlerinin bir parçası olarak görmeye başladılar. adeti gittikçe süsleyerek, zenginleştirerek ve yaygınlaştırarak devam ettirdiler. bu adetin ingiltereye ulaşması yaklaşık iki yüzyıl sürdü, oradan da amerikaya ve bütün dünyaya yayıldı.
l nisan şakalarının sembolünün nisan balığı olmasının nedeni ise mart ayının sonlarına doğru, güneşin balık burcunu terk ediyor olmasıdır.
(bkz: 1 nisan)
(bkz: 1 nisan)
1948 yılında ankarada doğan tamer korugan, ilk ve ortaöğrenimin ardından ortadoğu teknik üniversitesi makine mühendisliği fakültesine girerek lisans ve master eğitimini burada tamamladı. evli ve iki çocuk sahibi olan koruganın ilk kitabı lüzumsuz bilgiler ansiklopedisi temmuz 2001de yine aykırı yayıncılıktan çıktı.
harika bir program. iyiki şifreli bir kanalda yayınlanıyor ve herkes izleyemiyor. yoksam çoktan uçurmuşlardı. ee bizde facebooktan takipteyiz.
çırılçıplak uzanmak kumsala
karlı bir kış akşamı,
üzülmemek inadına
en büyük acıya,
küsüp gitmek sevdiğine
hiçbir şey olmamışken,
bağırmak avazı çıktığı kadar
duymayan birine,
ve istememek sevdiğin pastayı
çok arzuladığın zaman...
karlı bir kış akşamı,
üzülmemek inadına
en büyük acıya,
küsüp gitmek sevdiğine
hiçbir şey olmamışken,
bağırmak avazı çıktığı kadar
duymayan birine,
ve istememek sevdiğin pastayı
çok arzuladığın zaman...
kimi zaman başka bir güne girmeyi istemeyebilir. misal olaraktan; sözlük cuma gününe geçmiştir. her zaman sözlükle eşit değerde giden benim pc bu sefer isyan çıkardı geçmedi cumaya. pehh. her yerde bir baş kaldırış var arkadaş. nereye kadar böyle. bu ülke nereye gidiyor. sonumuz ne olacak. haydı hayırlısı. evet.
görmeyi pek istemediğim yıllardır. zira o kadar yaşanılacaksa bu hayat, acısı çok olur. unutulacak onca şey olur ki almaz beyin bir yerden. kalp taşımaz bu kadar sevgiyi. tadında bırakmak lazım türkiyemin güzel manzarasını.
kişilerin kimi zaman çeşitli yollarla kendisine söylenen hakarret içerikli cümleleri savuşturmak manasında kullanabilecekleri bir kelime. misali;
+hayvan, öküz, salak, aptal.....
- evet hiç olmassa benin bir sıfatım var.
+hayvan, öküz, salak, aptal.....
- evet hiç olmassa benin bir sıfatım var.
#858625
hesaplarıma göreeeeee hmmmm eeevvveettt yirmi üç yaşındadır. atıyorda olabilirim. evet.
hesaplarıma göreeeeee hmmmm eeevvveettt yirmi üç yaşındadır. atıyorda olabilirim. evet.
uzak yakın fark etmez. yeter ki gönüller gerçekten bu ilişkiyi istiyor olsun.
çok kolaydır. tek bir hoşa gitmeyen kelime ile yapılabilir. fakat mühim olan kaybetmek değil kazanmaktır. zira kaybetmesi çok kolay afkat kazanması bir hayli zordur.
kişilerin duygularını belirtmek için yazı yazarken sıkça kullandıkları güzide bir işaret.
(bkz: anıtkabir özel defteri)
(bkz: anıtkabir özel defteri)
(bkz: anıtkabir özel defteri)
kendisi 4. nesil yazardır efenim. ama kimsecikler hoşgeldin dememişler kendilerine. o zaman hoşgeldin aramıza babuli. evet.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?