kürk mantolu madonna

2 /
ozee
klasik rus edebiyatı şaheserlerinin pekte gölgesinde kalmayacak olan çok çarpıcı ruh tahlilleri yaparak bazen hissedipte dillendiremediğim duyguları yazıya dökülmüş şekliyle yakaladığım, bir çırpıda okunan, geç keşfedilmiş sabahattin ali’nin şu zamana kadar niye okumamışım dedirten olay örgüsü bakımından çok kapsamlı olmasa da uzun bir hikaye tadındaki şukela romanı.
tayfa75
:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:

… bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu… biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.

… birbirimize her zamandan ziyade uzağız! çünkü artık bir ümidim yok. bu sondu… bir defa da bunu tecrübe edeyim dedim. belki bu noksandı, diye düşündüm. ama değil… içimde hep boşluk var… daha da büyümüş olarak… ne yapalım? kabahat sende değil… sana aşık değilim. halbuki dünyada sana aşık olmam icap ettiğini, sana da aşık olmadıktan sonra hiç kimseyi sevemeyeceğimi, bütün ümitlerimi terk etmek lazım geleceğini gayet iyi biliyorum… fakat elimde değil… demek ki, ben böyleyim… bunu olduğu gibi kabul etmekten başka çare yok… ne kadar isterdim… başka türlü olmayı ne kadar isterdim… raif… benim iyi kalpli dostum… başka türlü olmayı senin kadar, hatta senden çok istediğime emin ol… ne yapayım? ağzımda dün akşamki içkilerin burukluğundan, sırtımda gittikçe artan ağrılardan başka hiçbir şey hissetmiyorum.”

bir müddet sustu. gözlerini kapadı. yüzüne tatlı bir yumuşaklık geldi. çocukluğuna ait bir masal söylermiş kadar tatlı bir sesle:

“dün akşam, hele buraya geldikten sonra, bir an neler ümit etmiştim… sihirli bir el tarafından tamamen değiştirileceğimi, ruhumda, küçük kız çocukları gibi masum,fakat aynı zamanda bütün hayatımı kavrayacak kadar kuvvetli heyecanlar duyacağımı, bu sabah uykudan, başka bir dünyaya doğar gibi uyanacağımı sanmıştım. fakat hakikat ne kadar başka… hava her zamanki gibi kapalı;odam soğuk… yanımda, her şeye rağmen bana yabancı, bütün yakınlığına rağmen benden ayrı, benden başka bir insan… adalelerimde yorgunluk ve başımda ağrı…”

tekrar yatağına girerek, arka üstü uzandı. eliyle gözlerini kapadı ve devam etti:

“demek ki insanlar birbirine ancak muayyen bir hadde kadar yaklaşabiliyorlar ve ondan sonra, daha fazla sokulmak için atılan her adım daha çok uzaklaştırıyor. seninle aramızdaki yakınlaşmanın bir hududu, bir sonu olmamasını ne kadar isterdim. beni asıl ,bu ümidin boşa çıkması üzüyor… bundan sonra kendimizi aldatmaya lüzum yok… artık eskisi gibi apaçık konuşamayız… bunları ne diye, neyin uğrunda feda ettik? hiç!.. mevcut olmayan bir şeye malik olalım derken mevcut olanları kaybettik… her şey bitti mi? zannetmem. ikimizin de çocuk olmadığımızı biliyorum. yalnız bir müddet dinlenmek ve birbirimizden uzak kalmak lazım. ta birbirimizi tekrar görmek ihtiyacını şiddetle duyuncaya kadar… haydi artık raif. bu an gelince ben seni ararım; belki tekrar dost olur ve bu sefer daha akıllı davranırız. birbirimizden, verebileceğimizden fazla şeyler beklemeyiz ve istemeyiz… haydi artık git… o kadar yalnız kalmak istiyorum ki…”

elini gözlerinden çekmişti. yüzüme adeta yalvararak bakıyordu, kolunu uzattı. parmaklarının ucundan tuttum ve: “allahaısmarladık” dedim.

“hayır, hayır böyle olmaz… bana darılarak gidiyorsunuz… ben size ne yaptım?” diye bağırdı.

sakin olmak için müthiş bir gayret sarf ederek:

“dargın değilim, müteessirim!” dedim.
“ben müteessir değil miyim? beni görmüyor musun?.. böyle gitme… gel!..”

başımı göğsüne doğru çekerek saçlarımı okşadı. yanağını yüzüme sürdü:

“bana bir kere gül ve ondan sonra git!” dedi.

güldüm ve elimi yüzüme kapatarak dışarı fırladım.


…ona hakikaten dargın değildim; asla kızmıyordum. sadece müteessirdim. “bunun böyle olmaması lazımdı” diyordum. demek ki beni bir türlü sevemiyordu. hakkı vardı. beni hayatımda hiç, hiç kimse sevmemişti.

…onun da ne kadar ıstırap çektiğini görmüştüm. sırf bana acıdığı için bu kadar üzülmesine imkan yoktu. o da aradığı ve bulamadığı bir şeye yanıyordu. fakat bu neydi? bende, daha doğrusu aramızdaki münasebette eksik olan neydi?

…o beni birdenbire sessiz ve karanlık dünyamdan ayırmış, ışığa ve sahiden yaşamaya götürmüştü. bir ruhum bulunduğunu ancak o zaman fark etmiştim. şimdi, geldiği kadar sebepsiz ve ani, çekilip gidiyordu. fakat benim için bundan sonra eski uykuya dönmek imkanı yoktu. yaşadığım müddetçe türlü türlü yerler gezecek, dilini bildiğim ve bilmediğim insanlarla tanışacak ve her yerde, herkeste onu, maria puder’ i, kürk mantolu madonna’ yı arayacaktım. onu bulamayacağımı daha şimdiden biliyordum. fakat aramamak elimde olmayacaktı. beni, bütün ömrümce bir meçhulü, mevcut olmayan bir şeyi aramaya mahkum ediyordu. bunu yapmamalıydı…

:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:
yaslibirkisarehindussedegunler
"evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm."
sipsi
her okunduğunda ruhun varlığından bile habersiz olunan başka bir noktasına dokunan kitap.

’dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki dibinde ne olduğu iç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.’

’insanlara ne kadar muhtaç olursam onlardan kaçmak ihtiyacım da o kadar artıyordu.’

’deli olacağım yahut öleceğim dersem yalan söylemiş olurum. insan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. ben de yaşayacağım... ama nasıl yaşayacağım!... bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!.. ama ben dayanacağım. şimdiye kadar olduğu gibi...’

’dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir.’
cirkinbeti
eski bir arkadaşın , tavsiyesi üzerine kesin okuyacağım dediğim fakat bugüne kısmet olan kitap.
zevkine fazlasıyla güvendiğimden olacak ki otobüs kitabım olarak ayırmama rağmen dolma sararken başlayasım var.
goshenit
"şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum! bu eksik sana değil, bana ait...bende inanmak noksanmış...beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum..bunu şimdi anlıyorum.demek ki insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar...ama şimdi inanıyorum...sen beni inandırdın...seni seviyorum..."

mariapuder.
ladycapulet
sindire sindire okumak istediğim ama bir an önce de bitirme isteğiyle dolduğum sabahattin ali eseri. elimde renkli kalemlerle altını çize çize okuduğum süper cümleler barındıran şaheser.


"insanlar arasındaki münasebtleri tanzim eden amiller ne kadar gülünç, ne kadar dıştan, ne kadar boş ve bilhassa asıl insanlıkla ne kadar az alakası olan şeylerdi..."

"insanlar birbirlerini tanımanın ne kadar güç olduğunu bildikleri için bu zahmetli işe teşebbüs etmektense, körler gibi rasgele dolaşmayı ve ancak çarpıştıkça birbirlerinin mevcudiyetinden haberdar olmayı tercih ediyorlar."

"niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatıyla öteye geçiyoruz?"

"hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını henüz idrak etmemiştim."

westkhan
en iyi türk romanları arasında hatta en iyi romanlar arasında super bır eser okurken her sayfada sızı vuran bır yapısı var
mouscronoise
dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakak ki ,dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inme cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır diyerek başladığı eşsiz sabahattin ali romanı...
elifielifine
içimizdeki raif efendi ve maria puder’i bize gösteren gerçekleri yüzümüze tokat gibi vuran kitap.

sabahattin ali sadece kelimelerle usta bir virtüözün notalarla oynadığı gibi oynamakla kalmamış, insan psikolojisini de incelikle çözmüş olduğunu kanıtlamış. sonuçta da ortaya iç sızlatan bir aşk hikayesi çıkmış. keşke daha uzun yaşasaydı da daha fazla kitabını okuyabilseydik.

-----------------------------spoiler----------------------------:

"kendimi bildim bileli, bütün günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden diğer insanlardan kaçmıştım." (s. 62)

"bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden meydana çıkıyordu. biz ancak o zaman sahiden yaşamaya- ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbiriyle kucaklaşmak için her şeyi çiğneyerek birbirine koşuyordu." (s. 87)


"başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız vardır." (s. 93)

-----------------------------spoiler----------------------------
mouscronoise
tekrar tekrar okunan satırları ise şöyle ;
… bir ruh, ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu… biz ancak o zaman sahiden yaşamaya, -ruhumuzla yaşamaya- başlıyorduk. o zaman bütün tereddütler, hicaplar bir tarafa bırakılıyor, ruhlar birbirleriyle kucaklaşmak için, her şeyi çiğneyerek, birbirine koşuyordu.
"dünyada bir tek insana inanmıştım. o kadar çok inanmıştım ki, bunda aldanmış olmak, bende artık inanmak kudreti bırakmamıştı."

"bir insana bir insan herhalde yeterdi. fakat o da olmayınca? her şeyin bir hayal, aldatıcı bir rüya, tem bir vehim olduğu ortaya çıkınca ne yapılabilirdi? bu sefer inanmak ve ümit etmek kabiliyetini ben kaybetmiştim. içimde insanlara karşı öyle bir itimatsızlık, öyle bir acılık peyda olmuştu ki, bundan zaman zaman kendim de korkuyordum. kim olursa olsun, temasa geldiğim herkesi düşman, hiç değilse muzır bir mahluk telakki ediyordum. seneler geçtikçe bu his kuvvetini kaybedeceğine şiddetlendi. insanlara karşı duyduğum şüphe, kin derecesine çıktı. bana yaklaşmak isteyenlerden kaçtım. kendime en yakın bulduğum veya bulacağımı zannettiğim insanlardan en çok kaçıyordum. “o bile böyle yaptıktan sonra!..” diyordum
yazargezer
okurken sanki bir film izledigimi zannettigim roman. tasvirler o kadar olculu ki ne kelime kalabaligi icinde bogan ne de yuzeysel kalan tasvirler sanki herkes kendi "kurk mantolu madonna"sini izlesin diye yapilmis. ayrica karakterlerin tutarliligi da mukemmel, hic bir sozleri, hicbir eylemleri aykiri degil.

sozun ozu, su ana kadar okumamissaniz okuyun. ınsan duygularinin bu kadar acik sekilde anlatilabildigi ve ayni zamanda bu kadar surukleyici bir kitabi neden bu kadar gec okudum diye hayiflanmayin. ve eger lise yillarinda okuduysaniz bu kitabi, tekrar okuyun, anlatmak istediklerini cok daha iyi anlayacaksiniz(bu dusunce alintidir).

kitaptan akilda kalan bazi cumleler:



"simdi ben gidiyorum. fakat ne zaman cagirirsan gelirim." dedi.
evvela ne demek istedigini anlamadim. o da bir an durdu ve ilave etti:
"nereye cagirirsan gelirim."
"cagiracagim... muhakkak cagiracagim" diye bagirdim.

................

kaybedilen her turlu esyanin, servetin, her turlu dunya saadetinin acisi zamanla unutuluyor. yalniz, kacirilan firsatlar asla akildan cikmiyor ve her hatirlayista insanin icini sizlatiyor.

...............

ınsanlari kendi cinslerinden biri uzerinde kudret ve salahiyetlerini denemek kadar tatli sarhos eden ne vardir? hele bunu yapmak firsati, birtakim ince hesaplar dolayisiyla, ancak muayyen bazi kimselere karsi kendini gosterirse...

...............

onun sessiz ve sedasiz yasayisi, tahammul edisi, insanlarin zaaflarina merhametle ve edepsizliklerine eglenerek bakisi kafi bir irade degil miydi? beraber yurudugumuz zamanlar yanimda gidenin bir insan oldugunu butun kuvvetimle hissetmiyor muydum? bu siralarda insanlarin birbirlerini aramalari, bulmalari ve birbirlerinin icini seyretmeleri icin konusmanin neden muhakkak suretle lazim olmadigini, neden bazi sairlerin boyuna, tabiatin guzelligi karsisinda yanlarinda konusmadan gidecek birini aradiklarini anladim.

...............

...fakat bu hep boyle degil midir? bircok seylere ihtiyacimizi ancak onlari gorup tanidiktan sonra kesfetmez miyiz?

..............

bir ruh ancak benzerini buldugu zaman ve bize, bizim aklimiza, hesaplarimiza danisma luzumu bile gormeden, meydana cikiyordu. biz ancak o zaman sahiden yasamaya - ruhumuzla yasamaya- basliyorduk. o zaman butun tereddutler, hicaplar bir tarafa birakiliyor, ruhlar birbirleriyle kucaklasabilmek icin, herseyi cigneyerek birbirlerine kosuyordu.

candyy
açıkçası raif efendi'nin nedeni ne olursa olsun, o pısırıklığı, o pasifliği , o ketumluğu, her şeyi konuşmayıp içine atması, beni sinir etti. neden konuşmaz, neden tepki vermez, diye okudukça kızdım.
sonunda da sana az bile dedim.
tabi bunda sabahattin ali'nin betimleri ve akıcı yazmasının etkisi büyük.
ama konu yeşilçam filmleri gibi sıradan, bilindik ve vasat.
yesilzeytin
ülkemizde instagram üzerinde kahve ile paylaşılmazsa basımının yasaklananacağından endişe ettiğim,gözlüklerini sevdiğim adam sabahattin ali'nin romanı.
akillibirdeli
"yalnız bir şeye dayanmak artık benim için mümkün değil: her şeyi kafamda yalnız başıma saklayamayacağım. söylemek, bir şeyler, birçok şeyler anlatmak istiyorum... kime?... şu koskoca dünyada benim kadar yapayalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba? kime, ne anlatabilirim?"
2 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol