barış manço

4 /
dersaadet
bu sabah hava güzel dedimki hanıma haydi kalk giyinde çıkalım biraz. bak cıvıl cıvıl kuşlar ötüyor dalları basmış erikle kiraz. oku bakayım "ayıııı"..
çocukluğumda ezbere bildiğim şarkılarından sadece biri. 7 den 70 e herkesin kalbine dokunmayı başarabilmiş güzel insan.
durum
bizlere sütü ve ıspanağı sevdiren, dişlerimizi fırçalamamız gerektiğini öğreten, büyümeden arabanın ön koltuğuna oturmamamızı sağlayan, büyük müzisyen, büyük insan.


barış manço’nun ölümünden sonra gülay göktürk’ün kaleminden dökülen satırlar:

gülpembe
vakit gece yarısına yaklaşıyordu.
o saate kadar; oğlum, bir arkadaşı, kocam ve ben birlikte televizyon seyretmiş, iskambil oynamış, hoş bir gece geçirmiştik.
birden salonda yalnız kaldığımı fark ettim. derken içerden, ali’nin odasından gülpembe’nin ilk notaları yükseldi. kocam, yıllardır eline almadığı kemanını kutusundan çıkarmış, oğlum piyanosona geçmiş, arkadaşı gitarını eline almış,birlikte gülpembe’yi çalmaya çalışıyorlardı.
nerden çıkmıştı şimdi bu gece konseri?
gülpembe, nasıl olmuş da yıllar öncesinden kopup gelmiş ve bu spontane konserin repertuarına girivermişti:
"dudağımda son bir türkü gülpembe hala hep seni söyler, seni çağırır gülpembe..."
gülpembe, önce parça parça, kırık dökük,gitgide daha uyumlu ve daha bütünsel bir biçimde ali’nin küçük odasından bütün eve,oradan da sokağa yayılmaya başladı.
yanlarına gittim, "geç oldu, saat kaç?" dedim. biri saatine baktı: "tam onbirbuçuk..." dedi.
sanki içine doğmuştu...
sanki oğlum, hayatının ilk idolünü, en sevdiği parçasıyla uğurlamak, ona son bir saygı duruşunda bulunmak istemişti...
ali’nin barış manço’yu keşfi bir yaşına rastlar. konuşamadığı, yürüyemediği, o günlerde, manço’yu nasıl keşfetmiş ve nasıl o kadar sevmişti, hiçbir zaman anlayamadık. ama bu "aşkı" hemen kabullendik. her akşam, onu yatırmadan önce, geri sarma tuşu bozuk kasedi koyar ve öyle yatırırdık. ama asıl felaket, o daha uykuya dalmadan kaset biterse yaşanırdı. kasetteki son parça bittiğinde feryadı basardı ve biz telaş içinde, kurşun kalemle çevirerek kasedi geri sarmaya çalışırdık...barış manço tekrar başlayıncaya kadar avaz avaz bağırırdı.
bu, üç-dört yaşına kadar böyle devam etti; her akşam...
sonraki yıllarda bir yaz tatilimiz boyunca, torpido gözündeki bütün öteki kasetlere elimizi bile sürmemiş, tatil boyu onu dinlemiştik. süper babaanne ile yaşlanmanın tadını tatmış, ağa kızı şerife’ye aşık osman’ın canına kıyışını soluk soluğa yaşamış, dönence ile bilinmedik bir dönemecin gizemini solumuştuk.
barış manço, sadece ali’nin değil, kim bilir kaç kuşağın kulağını besleyen, ilk müzik gıdasını aldığı gür bir pınardı.
müziğin ulu ağaları-beyleri yıllar yılı çırpınıp didinip türk müzüğini çok sesliliğin zenginliğine taşımak için ter dökerken o, bu belalı işi hiçbir yapmacığa kaçmadan başaranların belki de ilkiydi. tek sesli müziğimizi bir çırpıda; sanki zaten öyle imiş, sanki o tek sesin arkasında bizim işitemediğimiz öteki sesler zaten varmışcasına bir doğallıkla çok sesliliğe taşıyıverişini, hayat karşısındaki "polifonik" tutumuna borçluydu sanki. ağasıyla beyiyle, saraylısıyla ve yoksul köylüsüyle, çocuğu ve yaşlısıyla her döneme, her yaşa duyduğu sevgi ve yakınlık zenginleştiriyordu onu.gerçek bir antika tutkunuydu, ama o antikalar barış manço için gerçekten yaşayan şeylerdi. onun müziğinde geçmiş,bugün ve gelecek bir arada, birbirini kösteklemeden var olmayı bilmişti. manço, gelenekle kurduğu köklü bağlardan besleniyor ve oradan aldığı güçle geleceğe yelken açıyordu. geçmişe sevgi ve saygıyla, bugüne ise tutkuyla bağlıydı. hayatını hem bir istanbul efendisinin ağırbaşlılığıyla hem de aklı bir karış havada bir delikanlı uçarılığıyla yaşadı.
şimdi o, ölümden döndürmek için diller döktüğü kan kardeşi osman’ın, süper banaanne’sinin, gülpembe’sinin, ince bir sitemle saygıda kusur etmediği ağalarının beylerinin yanında, iri şık yüzüklerle yüklü elleri ile onlara dokunuyor, o elleri öpüyor, öptürüyor olmalı...
büyük müzisyenin durmuş kalbi, belki tekrar atmaya başlar umuduyla hastaneye yetiştirilmeye çalışılırken, biz farkında bile olmadan onu gülpembe’yle uğurluyorduk:

güz yağmurlarıyla
bir gün göçtün gittin,
inanamadık gülpembe...
bizim iller sessiz, bizim iller sensiz olamadı gülpembe...

cevizlisucuk
hava ayaz mı ayaz,
ellerim ceplerimde.
bir türkü tutturmuşum,
duyuyorsun değil mi?
çalacak bir kapım yok,
mutlulukğa hasretim.
artık sokaklar benim,
görüyorsun değil mi?
ya dön bana artık,
duyuyor musun beni?
ya çık git dünyamdan,
anlıyorsun değil mi?
golatanovic
ozellikle bizden bir onceki neslin yani babalarımızın hayran oldugu benim de cok sevdigim muzigini gonulden yapan gercek sanatcı sahsiyet
kitten
yeni ünlü olduğu zamanlarda evinden çıkarken komşusu kız lisesi öğrencilerinin duvarlara tırmandığı sanatçı.

ayrıca mini mini bir sabiyken ve anne elinden tutulmuş pıtır pıtır kadıköy sokakları arşınlanırken anne tarafından karşıdan geldiği farkedilen fakat anneye yalancı kandırıkçı muamelesi yapılırken bunu duyan ve sadece gülümseyen sanatçı. hala pişmanım bak barış manço geliyo hadi merhaba de diyen anneme hadi be ne işi var onun burda derken adamcağıza birebir yakalandığım için.

ve bir daha ayrıca bir süre komşusu olan dedeme bakılırsa gayet efendi, komşusever ve tatlı dilli bir adammış.
zifir
bizi dünyaya lanse ettiği söylenilen zibidilerle karşılaştırılması bile abes olan. gerek sanatçı kişiliğiyle, gerek şarkılarıyla, gerek sesiyle on numara adam. ülkemizin kıymetini bilmediği müthiş parıltılardan sadece biri

(bkz: adam gibi adam)
kendimi kendim savunacagim
belki de bir nesil çocuğun, iyi bir şeyler öğrenmesine yardım etmiş yegane insanlardan, rahmetle anılası abimiz.

vefatının üzerinden 9 yıl geçmesi bir şeyi değiştirmiyor, özlüyorum ben çocukluğumla birlikte onu. bu yıl da yine gözlerim dolu dolu hatırladım barış abiyi.

trt’de yaptığı programda, her hafta dünyanın değişik yerlerini izlerdik onun sayesinde. çocukların ve dahi yetişkinlerin (7 den 77 ye) oralar hakkında, onun sayesinde, temel coğrafi ve kültürel bilgisi olmuştu. günümüz "acun firarda" türlerinin babasıdır yaptığı bu program.
van ness
hala dinleyip hüzünlendiğimiz barış abimiz. allah tekrardan rahmet eylesin. seneler nasıl da akıp geçiyor. barış manço 99 sene daha unutulmaz.
imphotep
türkiye’nin kendini kaybettiği yıllarda,yani..modern olucam diye türk olmaktan çıktığı,şimdi bile "cesur denilebilecek kıyafetlerin çok daha abartılı hallerini insanların rahatlıkla giydiği,cümleler arasında "bonjur,darling,cauw.." gibi kelimeleri sıkıştırarak çağdaş olduğunu zannettiği zamanlar .. işte bu zamanlarda,hem herkesten çok batılı,hem de herkesten çok türk olmayı başaran..batı şarkıalrını söylerken arada türküleri,mehter marşlarını,sanat müziklerini unutmayan..yaptığı işi tam yapan biri çıktı..çocuklara süt içmesini,ıspanak yemesini..büyüklere gezmesini eğlenmesini hayatı hayat gibi yaşamasını,japonlara "fomates biber patlıcan demesini öğretti..
her güzel şey gibi o da yitip gitti...
nerdesin barış abi..daha senden öğrenecek çok şeyimiz vardı
4 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol