mona rosa siyah güller, ak güller
geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
kanadı kırık kuş merhamet ister
ah senin yüzünden kana batacak
mona rosa siyah güller, ak güller
ulur aya karşı kirli çakallar
ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa
mona rosa bugün ben de bir hal var
yağmur iğri iğri düşer toprağa
ulur aya karşı kirli çakallar
açma pencereni perdeleri çek
mona rosa seni görmemeliyim
bir bakışın ölmem için yetecek
anla mona rosa ben bir deliyim
açma pencereni perdeleri çek
zeytin ağaçları söğüt gölgesi
ben de çıkar güneş aydınlığa
bir nişan yüzüğü, bir kapı sesi
seni hatırlatır her zaman bana
zeytin ağaçları, söğüt gölgesi
yağmurlardan sonra büyürmüş başak
çeyvalar sabırla olgunlaşırmış
bir gün gözlerimin ta içine bak
anlarsın, ölüler niçin yaşarmış
yağmurlardan sonra büyürmüş başak
zambaklar en ıssız yerlerde açar
ve vardır her vahşi çiçekte gurur
bir mum ardında bekleyen rüzgar
işıksız ruhumu sallar da durur
zambaklar en ıssız yerlerde açar
ellerin, ellerin ve parmakların
bir nar çiçeğini eziyor gibi
ellerinden belli olur bir kadın
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmakların
zaman ne de çabuk geçiyor mona
saat on ikidir, söndü lambalar
uyu da turnalar girsin rüyana
bakma tuhaf tuhaf göğe bu kadar
zaman ne de çabuk geçiyor mona
akşamları gelir incir kuşları
konarlar bahçemin incirlerine
kiminin rengi ak, kiminin sarı
ah beni vursalar bir kuş yerine
akşamları gelir incir kuşları
ki ben mona rosa bulurum seni
incir kuşlarının bakışlarında
hayatla doldurur bu boş yelkeni
o sakin bakışlar bir su kenarında
ki ben mona rosa bulurum seni
kırgın kırgın bakma yüzüme rosa
henüz dinlemedin benden türküler
benim aşkım sığmaz öyle bir saza
en güzel türküyü bir kuşun söyler
kırgın kırgın bakma yüzüme rosa
artık anla beni muhacir kızı
anla ve kabul et itirafımı
bir soğuk, bir garip, bir mavi sızı
alev alev sardı etrafımı
artık anla beni muhacir kızı
yağmurdan sonra büyürmüş başak
meyveler sabırla olgunlaşırmış
bir gün gözlerimin ta içine bak
anlarsın ölüler niçin yaşarmış
yağmurdan sonra büyürmüş başak
altın bilezikler, o korkulu ten
cevap versin bu kanlı kuş tüyüne
bir tüy ki can verir gülümsemene
bir tüy ki kapalı geceye güne
altın bilezikler, o korkulu ten
mona rosa siyah güller, ak güller
geyve’nin gülleri ve beyaz yatak
kanadı kırık kuş merhamet ister
ah senin yüzünden kana batacak
mona rosa siyah güller, ak güller
monna rosa
sezai karakoc un bir siiridir ve akrostistir. her kitanin ilk harfleri birlestirilirse muazzez akkaya ismi ortaya cikar.
monna rosa, siyah guller,ak guller;
geyve’nin gulleri ve beyaz yatak.
kanadi kirik kus merhamet ister;
ah, senin yuzunden kana batacak,
monna rosa, siyah guller, ak guller!
ulur aya karsi kirli cakallar,
bakar urkek urkek tavsanlar daga.
monna rosa, bugun bende bir hal var,
yagmur igri igri duser topraga,
ulur aya karsi kirli cakallar.
acma pencereni, perdeleri cek!
monna rosa, seni gormemeliyim.
bir bakisin olmem icin yetecek;
anla monna rosa, ben oteliyim...
acma pencereni, perdeleri cek.
zaman cabuk cabuk geciyor mona;
saat on ikidir, sondu lambalar.
uyu da turnalar gelsin ruyana,
bakma tuhaf tuhaf goge bu kadar;
zaman cabuk cabuk geciyor mona.
zeytin agacinin karanligidir
elindeki elma ile baslayan...
bir yakut yuzukte aydinlanan sir,
sicak ve minnacik yuzundeki kan,
zeytin agacinin karanligidir.
ellerin, ellerin ve parmaklarin
bir nar cicegini eziyor gibi...
ellerinden belli olur bir kadin.
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmaklarin.
zambaklar en issiz yerlerde acar,
ve vardir her vahsi cicekte gurur.
bir mumun ardinda bekleyen ruzgar,
isiksiz ruhumu sallar da durur,
zambaklar en issiz yerlerde acar.
aksamlari gelir incir kuslari,
konarlar bahcemin incirlerine;
kiminin rengi ak, kiminin sari.
ah, beni vursalar bir kus yerine!
aksamları gelir incir kuslari...
ki ben, mona rosa, bulurum seni
incir kuslarinin bakislarinda.
hayatla doldurur bu bos yelkeni
o masum bakislar. su kenarinda
ki ben, monna rosa, bulurum seni.
kirgin kirgin bakma yuzume rosa:
henuz dinlemedin benden turkuler.
benim askim uymaz oyle her saza,
en gozel sarkiyi bir kursun soyler...
kirgin kirgin bakma yuzume rosa.
artık inan bana muhacir kizi,
dinle ve kabul et itirafimi.
bir soguk, bir garip, bir mavi sizi
alev alev sardi her tarafimi,
artik inan bana muhacir kizi.
yagmurlardan sonra buyurmus basak,
meyvalar sabirla olgunlasirmis.
bir gun gozlerimin ta icine bak!
anlarsin oluler nicin yasarmis,
yagmurlardan sonra buyurmus basak.
altin bilezikler, o korkulu ten,
cevap versin bu kanli kus tuyune;
bir tuy ki, can verir bir gulumsesen,
bir tuy ki, kapali geceye, gune;
altin bilezikler o korkulu ten!
sezai karakoc, cemal sureya ile mulkiyeden cok iyi arkadastir. muazzez akkaya ise ikilinin ortak arkadasidir ve muhabbetlerini cok sever. sezai karakoc gizliden gizliye muazzez’e asiktir. cemal sureya ise capkindir, muazzez’e derinden sulanir ve iki arkadas bir gun iddiasina girerler. cemal sureya kizi ayartabilecegini soyler, sezai karakoc ise bir gunde kizla cikabilirim der ve iddia baslar. sezai, muazzez’i ayartir. cemal sureya kaybeder. boylece ismindeki iki y harfinden birini atar. ismi uzerine girmistir iddiaya cunku. bunu daha sonra muazzez akkaya bir yerden duyar ve cok uzulur, inanamaz. sonunda intihar eder. sezai sevdigi kadini kaybettiginden dolayi bu siiri ona yazar.
monna rosa, siyah guller,ak guller;
geyve’nin gulleri ve beyaz yatak.
kanadi kirik kus merhamet ister;
ah, senin yuzunden kana batacak,
monna rosa, siyah guller, ak guller!
ulur aya karsi kirli cakallar,
bakar urkek urkek tavsanlar daga.
monna rosa, bugun bende bir hal var,
yagmur igri igri duser topraga,
ulur aya karsi kirli cakallar.
acma pencereni, perdeleri cek!
monna rosa, seni gormemeliyim.
bir bakisin olmem icin yetecek;
anla monna rosa, ben oteliyim...
acma pencereni, perdeleri cek.
zaman cabuk cabuk geciyor mona;
saat on ikidir, sondu lambalar.
uyu da turnalar gelsin ruyana,
bakma tuhaf tuhaf goge bu kadar;
zaman cabuk cabuk geciyor mona.
zeytin agacinin karanligidir
elindeki elma ile baslayan...
bir yakut yuzukte aydinlanan sir,
sicak ve minnacik yuzundeki kan,
zeytin agacinin karanligidir.
ellerin, ellerin ve parmaklarin
bir nar cicegini eziyor gibi...
ellerinden belli olur bir kadin.
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmaklarin.
zambaklar en issiz yerlerde acar,
ve vardir her vahsi cicekte gurur.
bir mumun ardinda bekleyen ruzgar,
isiksiz ruhumu sallar da durur,
zambaklar en issiz yerlerde acar.
aksamlari gelir incir kuslari,
konarlar bahcemin incirlerine;
kiminin rengi ak, kiminin sari.
ah, beni vursalar bir kus yerine!
aksamları gelir incir kuslari...
ki ben, mona rosa, bulurum seni
incir kuslarinin bakislarinda.
hayatla doldurur bu bos yelkeni
o masum bakislar. su kenarinda
ki ben, monna rosa, bulurum seni.
kirgin kirgin bakma yuzume rosa:
henuz dinlemedin benden turkuler.
benim askim uymaz oyle her saza,
en gozel sarkiyi bir kursun soyler...
kirgin kirgin bakma yuzume rosa.
artık inan bana muhacir kizi,
dinle ve kabul et itirafimi.
bir soguk, bir garip, bir mavi sizi
alev alev sardi her tarafimi,
artik inan bana muhacir kizi.
yagmurlardan sonra buyurmus basak,
meyvalar sabirla olgunlasirmis.
bir gun gozlerimin ta icine bak!
anlarsin oluler nicin yasarmis,
yagmurlardan sonra buyurmus basak.
altin bilezikler, o korkulu ten,
cevap versin bu kanli kus tuyune;
bir tuy ki, can verir bir gulumsesen,
bir tuy ki, kapali geceye, gune;
altin bilezikler o korkulu ten!
sezai karakoc, cemal sureya ile mulkiyeden cok iyi arkadastir. muazzez akkaya ise ikilinin ortak arkadasidir ve muhabbetlerini cok sever. sezai karakoc gizliden gizliye muazzez’e asiktir. cemal sureya ise capkindir, muazzez’e derinden sulanir ve iki arkadas bir gun iddiasina girerler. cemal sureya kizi ayartabilecegini soyler, sezai karakoc ise bir gunde kizla cikabilirim der ve iddia baslar. sezai, muazzez’i ayartir. cemal sureya kaybeder. boylece ismindeki iki y harfinden birini atar. ismi uzerine girmistir iddiaya cunku. bunu daha sonra muazzez akkaya bir yerden duyar ve cok uzulur, inanamaz. sonunda intihar eder. sezai sevdigi kadini kaybettiginden dolayi bu siiri ona yazar.
aslında adı monna rosa olan bu siir 4 kısımdan olusmaktadır #333454de yer alan bölüm 1952 ilkbaharında yazılmıstır, diger üç bölüm ise aynı yıl yaz, güz ve kış mevsiminde yazılmıstır.
ii. ölüm ve çerçeveler
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
garip bir yolculuk, tren ve gülce.
bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:
bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
gece kar yağacak sabaha kadar.
toprakta et, kemik çıtırtıları...
yarı ölüleri bir korku tutar
değince bir taşa kafatasları.
-ölüler ki yalnız tırnakları var,
ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
açıyor elini göğe bir kadın.
uzuyor, uzuyor, uzuyor saçları
uğrunda ölen güzel kızların...
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
esmer delikanlı, hatıra ve kan.
yeşil gözlü kızın hıçkırıkları
sızıyor bir kapı aralığından;
lambalar yanıyor, hafif ve sarı.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
çocuklara açar mağaraları
gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.
ilan-ı aşk eden dil balıkları
aşina suları çabuk terkeder...
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
bakıyor ateşe, küle böcekler.
köpekler parçalar kanaryaları
mektupları bir boz ağaç kurdu yer.
baykuşlar ötüyor harabelerde;
yanıyor lambalar, hafif ve sarı.
bir kaza kurşunu bulur her yerde
süvarisiz şaha kalkan atları...
bir ruhun ışığı vardır göklerde,
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
ötüyor baykuşlar harabelerde.
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.
bekledi arzuyla karanlıkları
anneler, babalar, erkek kardeşler.
ta içinde duyar ani bir ağrı,
bir hüzün şarkısı tutturur gider
anneler, babalar, erkek kardeşler.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.
bir neşe şarkısı tutturur gider
birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;
kurşunlar sıkılır göklere doğru,
serçe yavruları yuvada titrer.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı...
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
ince yelkenleri alıyor yeller.
titretir kalpleri ve bayrakları
gemiden toprağa uzanan eller.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı,
bir yosun köküne hasret kalacak
gizli hazineler, su yılanları...
ince yelkenleri alıyor yeller;
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.
beyaz pelerinli hür tayfaları
kendine bağlıyor siyah kediler;
titriyor gönüller ve kara bayrak,
bir yosun köküne hasret kalacak
gemiden toprağa uzanan eller.
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
garip bir yolculuk, tren ve gülce.
bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:
bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...
1952, yaz
ii. ölüm ve çerçeveler
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
garip bir yolculuk, tren ve gülce.
bir hançer bölüyor, ah, rüyaları:
bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
gece kar yağacak sabaha kadar.
toprakta et, kemik çıtırtıları...
yarı ölüleri bir korku tutar
değince bir taşa kafatasları.
-ölüler ki yalnız tırnakları var,
ve yalnız burkulmuş diz kapakları...-
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
açıyor elini göğe bir kadın.
uzuyor, uzuyor, uzuyor saçları
uğrunda ölen güzel kızların...
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
esmer delikanlı, hatıra ve kan.
yeşil gözlü kızın hıçkırıkları
sızıyor bir kapı aralığından;
lambalar yanıyor, hafif ve sarı.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
çocuklara açar mağaraları
gün görmemiş kuşlar ve örümcekler.
ilan-ı aşk eden dil balıkları
aşina suları çabuk terkeder...
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
bakıyor ateşe, küle böcekler.
köpekler parçalar kanaryaları
mektupları bir boz ağaç kurdu yer.
baykuşlar ötüyor harabelerde;
yanıyor lambalar, hafif ve sarı.
bir kaza kurşunu bulur her yerde
süvarisiz şaha kalkan atları...
bir ruhun ışığı vardır göklerde,
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
ötüyor baykuşlar harabelerde.
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
titriyor yıldırım düşmüş gibi yer.
bekledi arzuyla karanlıkları
anneler, babalar, erkek kardeşler.
ta içinde duyar ani bir ağrı,
bir hüzün şarkısı tutturur gider
anneler, babalar, erkek kardeşler.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı;
her yatak dopdolu, bir yatak bomboş.
bir neşe şarkısı tutturur gider
birinci, ikinci, üçüncü sarhoş;
kurşunlar sıkılır göklere doğru,
serçe yavruları yuvada titrer.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı...
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı;
ince yelkenleri alıyor yeller.
titretir kalpleri ve bayrakları
gemiden toprağa uzanan eller.
lambalar yanıyor, hafif ve sarı,
bir yosun köküne hasret kalacak
gizli hazineler, su yılanları...
ince yelkenleri alıyor yeller;
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.
beyaz pelerinli hür tayfaları
kendine bağlıyor siyah kediler;
titriyor gönüller ve kara bayrak,
bir yosun köküne hasret kalacak
gemiden toprağa uzanan eller.
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı.
bir lamba yanıyor, hafif ve sarı,
garip bir yolculuk, tren ve gülce.
bölüyor bir hançer, ah, rüyaları:
bir rüya, bir hançer, bir el; ve, ve, ve...
1952, yaz
iii. pişmanlik ve çileler
rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür;
bir odun parçası aydınlatır ocağı.
anne ateşin önünde perişan,
anne ateşin içinde hür...
rüzgar eser, yağmur yağar, tilkiler üşür.
yağmurlar sırtıyla sırtımın arasındadır;
şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın.
bin parçaya böldü beni bir divane sır,
sesi geliyor sesi günahkar çocukların;
şarkılar dudaklarıyla dudaklarımın arasındadır.
gönüller yanarak kavuşacaktı;
yüzdeki ıstırap, çile ocağı,
onun bu ocakta yanan toprağı,
bir gece rüyamda avuçlarımı yaktı,
gönüller yanarak kavuşacaktı.
benim gözlerim yeşildir, onun gözleri kara;
ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara.
annenin başı elleri arasında,
parmağında aydınlık günlerden kalma yüzük.
bir fotoğraf asılıdır duvarda:
aynaya, geceye, maziye dönük,
annenin başı elleri arasında,
bir tüfeğin burnu havadadır,
ateş almak üzredir, mermisiz.
ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
siz beni ne anlarsınız siz!
bir tüfek ateş almak üzredir, mermisiz...
bir saman çöpüne tutunmuş kızların
eteğini ben çektim.
neyleyim göğsümü kara dağın sert rüzgarı doldurmuş,
annemden ilk sütü gülcede içtim.
ankaraya, çatal dağa biz zindandan gün vurmuş:
az kalsın yerine ben ölecektim
bir saman çöpüne tutunmuş kızların...
kediler halıları parçalıyor,
kırmızı bir ışık düşüyor yere.
annenin dizinde derman yok,
annenin kafası iki parçadır.
hükmedemiyor insan ruhuna ateş,
rüzgar hükmedemiyor incecik perdelere;
kediler halıları parçalıyor.
ateşte sarı gül açan saksılar,
kızarmış bir ekmek gibi duruyor;
kulağıma garip sesler geliyor.
kuş yumurtasından çıkan insanlar
ahırda bir ata eğer vuruyor,
kulağıma garip sesler geliyor.
ben bir şarkı, ben bir tüyüm;
ben meryemin yanağındaki tüyüm.
beni bir azizin nefesi uçurur,
kalbimde allahın elleri durur.
cici ayaklarım iplikle bağlı,
ben onun sılası, kendimin gurbetiyim;
ben bir azizin hasreti,
ben meryemin yanağındaki tüyüm.
benim gözlerim yeşildir, evet evet, onun gözleri kara;
ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
ocak sönüyor, ateş kül oluyor.
annenin saçları beyaz,
anne saçlarını yoluyor.
ateşin içinde gül açar, servi büyür, ardıç büyür, çocuk büyür;
ocak sönüyor, ateş kül oluyor,
anne ruhunda ruhuma eğiliyor.
yaralı kuş kanadını ısıtan
bir güneş toprağı yarıp çıkacak.
kadınlar sansa da yaşadığını,
şarkısız kaldıkça yaşamayacak.
kadınları şarkılar, geceler aydınlatır.
kadınları şarkılar, akrepler aydınlatır.
kadınları şarkılar, zehirler aydınlatır...
artık ben gideceğim, ata eğer vuruyorlar.
hatıralarımı birer birer yakacağım.
entarimi parça parça edip
zehirli kirpilere bırakacağım.
beyaz bir kayanın üstüne çıkıp
göğsüme siyah bir gül takacağım.
batan güne doğru kurşunlar sıkıp
kendimi boşluğa bırakacağım.
ayaklarımın altından geçiyor bir deniz...
ben bir küçük kızım, ben bir deli kızım,
siz beni ne anlarsınız siz!
artık ben gideceğim atım kişniyor;
bir bebek mum istiyor, bir ölü şarkı istiyor,
ayaklarımın altından geçiyor bir deniz, bir deniz;
beni onun gözleri çağırıyor, duramam duramam.
benim gözlerim yeşildir, ah, onun gözleri kara;
ben günah kadar beyazım, o tövbe kadar kara...
1952, güz
ve monna rosa
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
sana ne olmuş rosa, bir derde tutulmuşsun.
bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
ve kediler her gece sürünür yastıklara.
denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
sana da, monna rosa, taş bebeği bıraktık,
ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
senin hatıran kadar allah ve şeytan işi...
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
asılmış bir adamın iki eli yağmura.
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
ve bir şehir yaratmak, ruhundan gülce diye.
parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
sana tavuskuşunun içime girdiğini
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
bana da bir çift ak kanat kaldığını
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
1952, kış
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara:
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarımı rüzgara,
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü
ve boğazımı sıktı parmaklar ince, uzun.
günahkar toprağıma saçından bir tel düştü;
sana ne olmuş rosa, bir derde tutulmuşsun.
bir ekmek kadar aziz fikirler böyle pişti:
noel ağaçları ve manolyalar kahrolsun,
bir çevre sağ elimden bulanık suya düştü...
şu şapkayı çıkarıp atıyorum ırmağa;
her şeyim sizin olsun, hep sizin kesik başlar.
rüyasında örümcek başlarsa ağlamağa,
içine gül koyduğum tüfek ölmeğe başlar.
günahını sırtına yüklenen kaplumbağa
gibi ölüm önünde öz benliğim yavaşlar.
öyleyse şu şapkayı fırlatayım ırmağa.
bu erkekler kokuyu kediler gibi alır
ve kediler her gece sürünür yastıklara.
denizleri bahtiyar eden günler kısalır;
satılmayan çiçekler, zehirli ve kapkara,
unutulmuş erkekler ve kadınlara kalır.
bir geyiğin gözleri düşer eriyen kara
ve erkekler kokuyu kediler gibi alır.
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
ve toprağın rüyaya yılan gibi girişi.
sana da, monna rosa, taş bebeği bıraktık,
ellerinde kılçıklı balıkların bir dişi.
senin hatıran gibi büyük, yeni, karanlık;
senin hatıran kadar allah ve şeytan işi...
ve yalnızlık, sigara külü kadar yalnızlık!
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim;
ta boğazıma kadar çıkan deli yağmura.
tüyüme horozdan çok itimat edeceğim,
itimat edeceğim şu belalı yağmura.
ruhuma bayrak yapıp ben teslim edeceğim
asılmış bir adamın iki eli yağmura.
bugün yalnız yağmura tahammül edeceğim.
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni
ve bir şehir yaratmak, ruhundan gülce diye.
parçalanan gemiyi ve yırtılan yelkeni
katıvermek sessizce söylenen bir türküye.
ve sonra bir köşede öldürmek ölmeyeni
ve son vermek bitmeyen, bu bitmeyen şarkıya,
bir tren ışığına, güneşe çekmek seni.
sana tavuskuşunun içime girdiğini
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içime girdiğini, tüyünü yolduğunu
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
içimde tavusların bir bir kaybolduğunu,
bana da bir çift ak kanat kaldığını
son, en son söz olarak söylemek istiyorum.
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara
sana doğru uzanan çaresiz ellerimi.
sırrımı söylüyorum vefakar balıklara;
yalnız onlar tutacak bu dünyada yerimi.
koyverip telli pullu saçlarını rüzgara.
bir çocuğun ardına düşen heykellerimi
peygamber çiçeğinin aydınlığında ara...
1952, kış
sevgiliye söylenebilecek en güzel sözleri içinde barındıran bir sezai karakoç şiiri.
ellerin, ellerin ve parmakların
bir nar cicegini eziyor gibi...
ellerinden belli olur bir kadin...
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmakların
ellerin, ellerin ve parmakların
bir nar cicegini eziyor gibi...
ellerinden belli olur bir kadin...
denizin dibinde geziyor gibi
ellerin, ellerin ve parmakların
(bkz: mona rıza)
sezai karakoçun yıllarca elden ele dolaşarak ezberlenen gerçek bir aşkın anlatıldığı, aşkın nasıl yaşanılacağını nasıl taşınması gerektiğini gösteren en özel,en önemli türk siirlerinden biridir.
yıllarca sezai karakoçun yayınlamak istememesine karşın diliriş yayınlarından aynı adla piyasaya sürülmüştür.
anlatılanlara göre sezai karakoç mülkiyeden okul arkadaşı muazzez akkayaya aşık olduktan ve aşkına karşılık bulamadıktan sonra bu şiiri yazıyor. mezuniyet gecesi bu şiiri okuyor. şiirden etkilenen muazzez şairin yanına geliyor ve teklifin hala geçerlimi diye soruyor. şair ise’ ne sen eski muazzez ne de ben eski sezai’ diye cevaplıyor ve ayrılıyorlar. aşkın şerbetini içen şairse bir daha evlenmiyor. kız ise çekip gidiyor.
yıllarca sezai karakoçun yayınlamak istememesine karşın diliriş yayınlarından aynı adla piyasaya sürülmüştür.
anlatılanlara göre sezai karakoç mülkiyeden okul arkadaşı muazzez akkayaya aşık olduktan ve aşkına karşılık bulamadıktan sonra bu şiiri yazıyor. mezuniyet gecesi bu şiiri okuyor. şiirden etkilenen muazzez şairin yanına geliyor ve teklifin hala geçerlimi diye soruyor. şair ise’ ne sen eski muazzez ne de ben eski sezai’ diye cevaplıyor ve ayrılıyorlar. aşkın şerbetini içen şairse bir daha evlenmiyor. kız ise çekip gidiyor.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?