aşk tesadüfleri sever

broken
dinlediğim genelde güzel parçalardan oluşmuş albüm. beste güzel, güfte güzel, yorum müslüm gürses işte.
sukela
oldukça sıradışı müslüm gürses albümü.
01 - bir ömür yetmez (garbage - the world is not enough)
02 - hayat berbat (bob dylan - mr tambourine man)
03 - affet (rainbow - temple of the king)
04 - kış oldum (david bowie - i m deranged)
05 - nilüfer (murathan mungan - sunay özgür)
06 - istanbul a elveda (leonard cohen - alexandra leaving)
07 - artakalan (jane birkin - amours des feintes)
08 - sebahat abla - sezen aksu - müslüm gürses (haris alexiou - krata gia to telos)
09 - döndür yolumdan (özgür pamukçu)
10 - ayrılık rüzgarı (alpay - ayrılık rüzgarı)
11 - aşk bu (abed azrie - murmur of the breeze)
12- ah oğlum (murathan mungan - burhan bayar)
13 - kadınım (tanju okan - kadınım)
14 - aşk tesadüfleri sever (bjork - bachelorette)
deniztema
her şarkısıyla mükemmel,anca bu kadar iyi yapılabilirdi dedirttiren,özellikle sezen aksu düetiyle kalpleri çalabilecek muhteşem albümdür.müslüm gürses veya onun tarzını semeyenlerin bile çok hoşuna gidebileceğini umduğum dinlenilise albümdür,tavsiyedir.
tayfa75
ask tesadufleri sever
kader ayriliklari
yillar gecmeyi sever
insan aramayi

guller acmayi sever
zaman soldurmayi
eller birlesmeyi sever
yollar ayirmayi

herkes gecmisi oder
bir yol ayriminda
baslamak istersen
yeni bir hayata
golgeni yedek
birak ardinda

hayat tekrarlari sever
yeniden baslamayi
kuslar dallari sever
kanatlarsa ucmayi

herkes gecmisi oder
bir yol ayriminda
baslamak istersen
yeni bir hayata
golgeni yedek
birak ardinda

ask tesadufleri sever
kader ayriliklari
yillar gecmeyi sever
insan aramayi

hayat tekrarlari sever
yeniden baslamayi
kuslar dallari sever
kanatlarsa ucmayi
atacamadesert
aşk tesadüfleri sevmez, aşk zaten bir tesadüftür
ve fakat sadece erkeğe ya da kadına uğrayacak kadar becerikli ve naiftir

aşkın uğruna öldüğü kara kaş kara göz üzeri düşen zülüftür
atacamadesert
:--------------------------------------------------bir blogtan alıntıdır--------------------------------------------------:

http://okankavurga.wordpress.com/


ölemez mi, ölebilir mi? [film incelemesi: aşk tesadüfleri sever]


aşk tesadüfleri sever.

zaten bir aşık çift de arkadaş ayarlaması üstüne olmasın anasını satayım.

illa tesadüf, illa düşen kitaplar, illa ızdırap, illa gözyaşı.

evet; aşk hastalıklıdır, aşk kanatır, aşk acıtır. aşk geride kaldığında, için her titrediğinde kabuğu açılıp kanayan bir yara bırakır sende.

ama bizde aşk tesadüfleri sevmez. aşk rantı sever.

bir kitabevinin en çok satan kitaplarının bulunduğu rafına bakın, ne var? ya aşk romanları, ya yine aşkın yedirildiği fantastik romanlar ve bir iki tane “dış mihraklar yüzünden ülkemizde vuku bulan muhtelif olaylar” romanları.

filmler ne alemde? orjinali ne olursa olsun, her filmin çevirisinde bir “aşk, hasret, özlem” vs. sıkıştırmadan olmuyor değil mi?

neden?

çünkü bizde bir şeyin içine önüne veya sonuna aşk koyarsanız mutlaka birileri alacaktır. [kaşkol]

hazır aşk demişken, elif şafak’a da küçük bir atıfta bulunmadan rahat edemeyeceğim. ilk gördüğüm yerde de kendisine söylemek istediğim bir şeydi bu; aşk kitabı pembe kapakla basıldı, daha sonra erkekler almaya utanıyor diye kapak siyah oldu ve sonuncu olarak da siyah beyaz bir kapak uygun görüldü değil mi? şafak’ın burada direkt söz sahibi olup olmadığını bilmiyorum, o yüzden hatalıysam da şimdiden tenzih ederim, ama çıktıktan bir iki ay sonra bu erkeklerin alamama durumu karşısında alınmış bu tavır elif şafak’ın da onayından geçtiyse, ya da son söz ona ait veya fikrin ilk sahibi oysa eğer, bence bu saatten sonra yazar kimliğiyle değil manav kimliğiyle tanıtsın kendini. dediğim koşullar geçerliyse, elif şafak umut sarıkaya karikatürlerinde resmedilmiş “mayış yattı mı mayış?” diye sorarken ellerini sıvazlayan dayıdan farksızdır benim için.

ardından şu korkunç film aşk tesadüfleri sever’e gelirsek;

film o kadar kötü ki, nereden başlayacağımı bile bilemiyorum. çok iyi bir matematikle formüle edilmiş bir “duygusallık” hakim. yeni yeni başlayan bir akım olan “ağlatma filmi” janrına girmesi için çok başarılı mühendislerden oluşmuş bir ekip ile seyircinin “ağlama aralığı” hesaplanmış ve bunun yedirmesi için mehmet günsür, belçim bilgin ve diğer isimler çağırılmış “çocuklar gözyaşı yoksa para yok” denmiş ve ortaya bu film çıkmış.

ağlama aralığı nedir?

en küçük salonda bile minimum 50 kişi olduğunu varsayalım. sizin “ağlatma filmi”nizin çok beğenilmesi, çok ağlatması ve “çok iyi film” olarak değerlendirilmesi için bu 50 kişinin de gözlerini nemlendirecek unsurlar bulmanız gerek. şimdi interaktif bir deneme yapalım;

filmimizdeki tek ağlatma unsurunun şiddetli bir şekilde ishal olmuş bir adamın sevgilisinin evinde yaşadığı dram olduğunu hayal edelim.

bir kişi bile ağlamadı. film tutmayacak.

tamam bir daha deneyelim;

adam yine ishal, yine sevgilisinin evinde, bu sefer riski alıp tuvalete gidiyor. ama ruloda tuvalet kağıdı kalmamış.

yine kimse ağlamadı.

allahın hakkı üçtür deyip, son şansımızı kullanıyoruz.

şimdi bunlar çocukluk aşkı ama ayrı düşmüşler [ağlama katsayısı:1],
çocuğun bir kalp problemi var [ağlama katsayısı:2],
kızın bir nişanlısı var ama ailesi kızı kabullenemiyor[ağlama katsayısı:2,5], ama kızı kabul etmeyen tek kişi kaynana da değil, geçmişinde sanatçı olmak istiyor ama baba kabul etmiyor, üstüne üstlük bir de anneyi boynuzluyor [ağlama katsayısı:5,5],
çocukla babası çok fena kavga ediyor ve bir daha birbirleriyle konuşmuyorlar [ağlama katsayısı:6,5],
bu küskünlük sürecinde baba ölüyor [ağlama katsayısı:7],
kız nişanlısını boynuzluyor [ağlama katsayısı:8],
nişanlı ölmek üzere olan boynuz sebebini hastaneye götürüyor [ağlama katsayısı:9,5],
hesapta çocuğun ailesi kaza yapıyomuş da kız bu çocuk sayesinde hayatta kalıyormuş ama şimdi de ölmesi lazımmış ki çocuk yaşasınmış [ağlama katsayısı:12].

salonda ağlamayan tek kişi var. hatta ibne bildiğin gülüyor.

aa, benmişim o.

ya bu filmde kim ağlamaz ki?

kim ilk aşkı aklına gelince içi hafif bir cız etmiyor ki?

örselenen hayaller…vah vah.

türkiye’de en çok görülen hastalıklar kalp ve damar hastalıklarıyken hangimizin bir tanıdığı kalpten gitmedi ki?

aile tarafından kabul edilememe: paşa oğulların, narin prenseslerin yetiştiği bu deli topraklarda kimin kaynanası “gelinimin üstüne tanımam” der ki?

boynuz olayı: 3. sayfa haberleri

baba-evlat kavgası; bunu 17 yaşında yaşamayanı dövüyorlardı hatırladığım kadarıyla. hatta ironik olarak bu dövme işini de baba yapıyordu.

birinin beklenmedik ölümü ve affedilememe falan. sanki beklenebilen ölüm varmış gibi.

diğer sebepler zaten hayatı boyunca yukarıda belirttiğim olaylardan uzak kalmış elit tabakayı ağlatmak için yaratılmış zorlama ağlama sebepleri.

film o kadar sıkıcıydı ki yarısında durup salak saçma ergen yorumları yapmaya başladım:

“ulen bu kız mehmet günsür’le evlense hayatı kurtulur; mehmet’in bundan daha çok saç bakım ürünü var, kız pasaklı bir tip en azından tipi mipi düzelir”

“ulen mehmet günsür bu kız ile evlense hayatı kurtulur;doğumgünü unutma derdi yok”

“dükkanda seks…hani şu çocuğun babasına ait tüm anılarının olduğu, satmaya kıyamadığı dükkanda”

yine de beni en çok eğlendiren nokta “erkek babası fenomeni” oldu.

altan erkekli: aşk hömşörölömdür.

filmin bir bölümünde bunların veletliklerini ve büyüklerine “aşk nedir” sorusunu sorduklarını görüyoruz. kızın sanatçı dedesi ballandıra ballandıra anlatmaya başlıyor, kalbin hızlı hızlı atarmış da bir onu görmek istermişsin de vıdı vıdı. adam sanatçı, hisli vs. aynı zamanda kız torun sahibi yani bu abartılı aşk tanımlarını kabul edebiliyoruz.

sahne değişiyor ve bu sefer günsür jr. kendisinin saçtan nasibini alamamış babası altan erkekli’ye soruyor aynı soruyu ve baba da hiç yadırgamadan az önce anlattığım dededen çok da farklı bir tanım yapmıyor. aşk hömşörölömdür vs.

ben bu sahnede güldüm.

neden?

erkek babası böyle değil ki? ben babama bugün “aşk nedir?” desem “karı mısın sen?” der bana. bir sıkıntımı anlatsam aşk meşk işlerinde “kız veriyor mu bana onu söyle” der. erkek babası budur. erkek babası elbette “skij var mı skij” demekle yükümlü bir adam değildir ama nolur söyleyin, kaçınızın babası böyle ballandıra ballandıra bir aşk tanımı yapar?

ölemez mi, ölebilir mi?

filmin muhtemelen en “yüksek” gerilim unsuru içinde bulunduğu zaman diliminden bağımsız, hep inanılmaz saçlara sahip olan mehmet günsür’ün “ha öldü, ha ölecek” halleri. çocukken oynayamaz, gençken ailesine rest çekmişken gara yetişme sırasında yığılır kalır [mantık hatasına gel; eğer memo hem lead gitarsa hem de vokalleri yapıyorsa grup onu beklemeden nasıl istanbul’a gidebilir? hadi bunu bir kenara bırakalım, rockın ruhuna sığar mı bu hareket? aksiyon olsun diye yine yersiz bir şekilde kasılmış], sevişme sonrası “seninle sevişerek ölürüm” hırlamaları vs. sürekli bir ölüm beklentisi yaratılıyor seyircide, peki en sonunda nasıl bağlanıyor? sinemanın olmazsa olmaz klişesi: sevdiğinin yaptığı fedakarlık sonucu gerçekleşen organ nakli.

keşke “özgünlük” de bir organ olsaydı da senariste böyle boktan bir implant takılmak zorunda kalınmasaydı.

aşk bu mudur?

bütün o kendini beğenmiş film beğenmez tavırlarımı bir kenara bırakarak soruyorum: aşk bu mudur? o tesadüfleri seven, yücelttiğiniz aşkın karşılığı bu filmde veriliyor mu? aşk uzun süreli bir ilişkiyi bir aya kalmadan, yıllar sonra tesadüfen karşılaştığı bir “yabancı” için bok etmeyi rasyonelleştiren bir fenomen midir? gönül ferman mı dinlemiyor? bu argümanın sağlamlığı ve klişelikten uzaklığı gerçekten filme yaraşır düzeyde. eğer aşk böyleyse ben zaten sizin uğruna şarkılar yazdığınız, gözyaşı döktüğünüz, kendinize veya başka birine zarar verdiğiniz aşka tüküreyim.

bu gerçek bir hikaye mi? değil.

kız galeriye gider, aa bu benmişim vs. sonra da işin peşini kovalamayı bırakır, kocası ile sıkıcı bir hayat sürer.

çocuk da bir yerlerde bir şekilde ölür.

bitti.

gerçek hayat hiç bir dramdan daha az hüzünlü değildir. sadece kimse gerçekleri görmek için para vermez. oysa ki gerçek ve farkındalık paha biçilemezdir.

salonda 50 kişi var; 49’u ağladı, ben gülüyorum.

tebrik ederim. filminiz ağlatıyor.

ama asla “iyi” değil.


:--------------------------------------------------bu çocuğa dikkat--------------------------------------------------:
independence
izledim.

oncelikle soyleyeyim, sessiz bir ortamda, saniyesi kacirilmaksizin izlenmesi gereken muhte$em bir film.

ilk tebrigim senariste.

senaristi nuran evren şit’mi$, saygiyla egiliyorum kar$isinda. harika kurgulami$ en ince detayina kadar.

sonra yonetmen;

hic $a$irmayacagimiz gibi yonetmen ömer faruk sorak. kendini bile a$an bir i$ cikartmi$ diyebilirim bu filmle. citasini daha da yukari cekmi$, hakkidir, helal olsun.

ya oyuncular?

altan erkekli’den bahis etmeye luzum bile yok belki ama edelim yine de. her zamanki altan ustad i$te, hangi zaman diliminde kotu bir i$te var oldugunu gorduk ki kendisinin? ba$arilarina bir yenisini daha eklemi$.

mehmet günsür: bir erkegi dahi ozendirebilecek kadar yaki$ikli. filmde rolun hakkini ozellikle finale yakin babasinin dukkaninda gozya$lari icindeyken cok cok fazlasiyla vermi$. evet gulmek cok yaki$iyor bu elemana ama sirf yaki$iyor diye o kadar fazla ve olur olmadik yerde gulmese daha iyi olacak. gulumsemeyen suratini hemen hic goremedik ama her $ekilde rolunu hakkiyla yerine getirmi$.

belçim bilgin: uzatmaya mahal yok, o da rolunu hakkiyla yerine getirenlerden.

ayda aksel: cok uzun bir rolu yok ama olan kismini da guzel halletmi$.

ba$ka da bahse deger uzunlukta rolu olan oyuncu yok.

gelelim filme;

net bir $ekilde ozetleyebilirim ki a$ik adam a$kini gercek anlamda kalbinde ta$imi$.


:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:

film en okuzun bile gozlerini doldurabilecek hassasiyette, guzellikte. cocuk cok yaki$ikli, kiz cok guzel, baba cok babacan(altan erkekli’den bahsediyorum). kizin yaptigini, yani sevgilisini daha uc gunde aldatmasini ho$ goruyor degilim ancak aklimda "a$kin saati ve zamani yok, nerede ne $ekilde kar$ina cikacagini kimse kestiremez" diye yorumladim, affetmeye yakinim. her $eyden once ortada yeni bir a$k yok, belki zamanla kullenen ama halen var olan bir cocukluk a$ki var mazisi 25 seneye dayanan. kiz kendini cocugun yatagina atmasaydi iyiydi, o kisimda bozuldum sadece, yoksa bir ba$kasina a$ik olmasina lafim yok. en azindan burak’la konu$ana kadar beklemeliydi, hic olmadi telefonda konu$maliydi. bak filmin sonunda burak ne kadar delikanli bi cocuk cikti. nerde kaldi gunumuzde oyle yerde gordugu hic tanimadigi bir insani alip taksiye atip hastaneye goturen ki$i? aksine yanindan paldir kuldur uzakla$irlar.

milyonlarca kesi$en yolu saniyelerle es gecmek ancak bu kadar olabilirdi. arkalarini donseler, saglarina sollarina baksalar cok onceleri gorecekler birbirlerini. gorecekler ama tanimayacaklar, o da ayri bir konu. yani herhangi bir tesaduf aninda gozgoze gelmelerinin bir anlami da olmayacakti.

ayni yerde ayni dakikada dogdular, ayni anda ayni yerde biri bir digerine can verdi, a$kiyla, kalbiyle.

not: deniz’in olmesi cok koydu aminakoyim ya. misal bu entryi aminakoyim ile bitirmek istemezdim ama harbi dokundu sevgili okuyan. ben sovmeyeyim de kimler sovsun amina koyayim.

bak yine ya!

:--------------------------------------------------spoiler--------------------------------------------------:
openwindowinwonderland
film, yok artık bu kadar da tesadüf olamaz dedirtebilecek cinsten tipik bir türk filmi tadında ama kullanılan şarkıların insanı bir şekilde olay örgüsüne dahil ettiğini söyleyebilirim.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol