aşk tesadüfleri sever

atacamadesert
:--------------------------------------------------bir blogtan alıntıdır--------------------------------------------------:

http://okankavurga.wordpress.com/


ölemez mi, ölebilir mi? [film incelemesi: aşk tesadüfleri sever]


aşk tesadüfleri sever.

zaten bir aşık çift de arkadaş ayarlaması üstüne olmasın anasını satayım.

illa tesadüf, illa düşen kitaplar, illa ızdırap, illa gözyaşı.

evet; aşk hastalıklıdır, aşk kanatır, aşk acıtır. aşk geride kaldığında, için her titrediğinde kabuğu açılıp kanayan bir yara bırakır sende.

ama bizde aşk tesadüfleri sevmez. aşk rantı sever.

bir kitabevinin en çok satan kitaplarının bulunduğu rafına bakın, ne var? ya aşk romanları, ya yine aşkın yedirildiği fantastik romanlar ve bir iki tane “dış mihraklar yüzünden ülkemizde vuku bulan muhtelif olaylar” romanları.

filmler ne alemde? orjinali ne olursa olsun, her filmin çevirisinde bir “aşk, hasret, özlem” vs. sıkıştırmadan olmuyor değil mi?

neden?

çünkü bizde bir şeyin içine önüne veya sonuna aşk koyarsanız mutlaka birileri alacaktır. [kaşkol]

hazır aşk demişken, elif şafak’a da küçük bir atıfta bulunmadan rahat edemeyeceğim. ilk gördüğüm yerde de kendisine söylemek istediğim bir şeydi bu; aşk kitabı pembe kapakla basıldı, daha sonra erkekler almaya utanıyor diye kapak siyah oldu ve sonuncu olarak da siyah beyaz bir kapak uygun görüldü değil mi? şafak’ın burada direkt söz sahibi olup olmadığını bilmiyorum, o yüzden hatalıysam da şimdiden tenzih ederim, ama çıktıktan bir iki ay sonra bu erkeklerin alamama durumu karşısında alınmış bu tavır elif şafak’ın da onayından geçtiyse, ya da son söz ona ait veya fikrin ilk sahibi oysa eğer, bence bu saatten sonra yazar kimliğiyle değil manav kimliğiyle tanıtsın kendini. dediğim koşullar geçerliyse, elif şafak umut sarıkaya karikatürlerinde resmedilmiş “mayış yattı mı mayış?” diye sorarken ellerini sıvazlayan dayıdan farksızdır benim için.

ardından şu korkunç film aşk tesadüfleri sever’e gelirsek;

film o kadar kötü ki, nereden başlayacağımı bile bilemiyorum. çok iyi bir matematikle formüle edilmiş bir “duygusallık” hakim. yeni yeni başlayan bir akım olan “ağlatma filmi” janrına girmesi için çok başarılı mühendislerden oluşmuş bir ekip ile seyircinin “ağlama aralığı” hesaplanmış ve bunun yedirmesi için mehmet günsür, belçim bilgin ve diğer isimler çağırılmış “çocuklar gözyaşı yoksa para yok” denmiş ve ortaya bu film çıkmış.

ağlama aralığı nedir?

en küçük salonda bile minimum 50 kişi olduğunu varsayalım. sizin “ağlatma filmi”nizin çok beğenilmesi, çok ağlatması ve “çok iyi film” olarak değerlendirilmesi için bu 50 kişinin de gözlerini nemlendirecek unsurlar bulmanız gerek. şimdi interaktif bir deneme yapalım;

filmimizdeki tek ağlatma unsurunun şiddetli bir şekilde ishal olmuş bir adamın sevgilisinin evinde yaşadığı dram olduğunu hayal edelim.

bir kişi bile ağlamadı. film tutmayacak.

tamam bir daha deneyelim;

adam yine ishal, yine sevgilisinin evinde, bu sefer riski alıp tuvalete gidiyor. ama ruloda tuvalet kağıdı kalmamış.

yine kimse ağlamadı.

allahın hakkı üçtür deyip, son şansımızı kullanıyoruz.

şimdi bunlar çocukluk aşkı ama ayrı düşmüşler [ağlama katsayısı:1],
çocuğun bir kalp problemi var [ağlama katsayısı:2],
kızın bir nişanlısı var ama ailesi kızı kabullenemiyor[ağlama katsayısı:2,5], ama kızı kabul etmeyen tek kişi kaynana da değil, geçmişinde sanatçı olmak istiyor ama baba kabul etmiyor, üstüne üstlük bir de anneyi boynuzluyor [ağlama katsayısı:5,5],
çocukla babası çok fena kavga ediyor ve bir daha birbirleriyle konuşmuyorlar [ağlama katsayısı:6,5],
bu küskünlük sürecinde baba ölüyor [ağlama katsayısı:7],
kız nişanlısını boynuzluyor [ağlama katsayısı:8],
nişanlı ölmek üzere olan boynuz sebebini hastaneye götürüyor [ağlama katsayısı:9,5],
hesapta çocuğun ailesi kaza yapıyomuş da kız bu çocuk sayesinde hayatta kalıyormuş ama şimdi de ölmesi lazımmış ki çocuk yaşasınmış [ağlama katsayısı:12].

salonda ağlamayan tek kişi var. hatta ibne bildiğin gülüyor.

aa, benmişim o.

ya bu filmde kim ağlamaz ki?

kim ilk aşkı aklına gelince içi hafif bir cız etmiyor ki?

örselenen hayaller…vah vah.

türkiye’de en çok görülen hastalıklar kalp ve damar hastalıklarıyken hangimizin bir tanıdığı kalpten gitmedi ki?

aile tarafından kabul edilememe: paşa oğulların, narin prenseslerin yetiştiği bu deli topraklarda kimin kaynanası “gelinimin üstüne tanımam” der ki?

boynuz olayı: 3. sayfa haberleri

baba-evlat kavgası; bunu 17 yaşında yaşamayanı dövüyorlardı hatırladığım kadarıyla. hatta ironik olarak bu dövme işini de baba yapıyordu.

birinin beklenmedik ölümü ve affedilememe falan. sanki beklenebilen ölüm varmış gibi.

diğer sebepler zaten hayatı boyunca yukarıda belirttiğim olaylardan uzak kalmış elit tabakayı ağlatmak için yaratılmış zorlama ağlama sebepleri.

film o kadar sıkıcıydı ki yarısında durup salak saçma ergen yorumları yapmaya başladım:

“ulen bu kız mehmet günsür’le evlense hayatı kurtulur; mehmet’in bundan daha çok saç bakım ürünü var, kız pasaklı bir tip en azından tipi mipi düzelir”

“ulen mehmet günsür bu kız ile evlense hayatı kurtulur;doğumgünü unutma derdi yok”

“dükkanda seks…hani şu çocuğun babasına ait tüm anılarının olduğu, satmaya kıyamadığı dükkanda”

yine de beni en çok eğlendiren nokta “erkek babası fenomeni” oldu.

altan erkekli: aşk hömşörölömdür.

filmin bir bölümünde bunların veletliklerini ve büyüklerine “aşk nedir” sorusunu sorduklarını görüyoruz. kızın sanatçı dedesi ballandıra ballandıra anlatmaya başlıyor, kalbin hızlı hızlı atarmış da bir onu görmek istermişsin de vıdı vıdı. adam sanatçı, hisli vs. aynı zamanda kız torun sahibi yani bu abartılı aşk tanımlarını kabul edebiliyoruz.

sahne değişiyor ve bu sefer günsür jr. kendisinin saçtan nasibini alamamış babası altan erkekli’ye soruyor aynı soruyu ve baba da hiç yadırgamadan az önce anlattığım dededen çok da farklı bir tanım yapmıyor. aşk hömşörölömdür vs.

ben bu sahnede güldüm.

neden?

erkek babası böyle değil ki? ben babama bugün “aşk nedir?” desem “karı mısın sen?” der bana. bir sıkıntımı anlatsam aşk meşk işlerinde “kız veriyor mu bana onu söyle” der. erkek babası budur. erkek babası elbette “skij var mı skij” demekle yükümlü bir adam değildir ama nolur söyleyin, kaçınızın babası böyle ballandıra ballandıra bir aşk tanımı yapar?

ölemez mi, ölebilir mi?

filmin muhtemelen en “yüksek” gerilim unsuru içinde bulunduğu zaman diliminden bağımsız, hep inanılmaz saçlara sahip olan mehmet günsür’ün “ha öldü, ha ölecek” halleri. çocukken oynayamaz, gençken ailesine rest çekmişken gara yetişme sırasında yığılır kalır [mantık hatasına gel; eğer memo hem lead gitarsa hem de vokalleri yapıyorsa grup onu beklemeden nasıl istanbul’a gidebilir? hadi bunu bir kenara bırakalım, rockın ruhuna sığar mı bu hareket? aksiyon olsun diye yine yersiz bir şekilde kasılmış], sevişme sonrası “seninle sevişerek ölürüm” hırlamaları vs. sürekli bir ölüm beklentisi yaratılıyor seyircide, peki en sonunda nasıl bağlanıyor? sinemanın olmazsa olmaz klişesi: sevdiğinin yaptığı fedakarlık sonucu gerçekleşen organ nakli.

keşke “özgünlük” de bir organ olsaydı da senariste böyle boktan bir implant takılmak zorunda kalınmasaydı.

aşk bu mudur?

bütün o kendini beğenmiş film beğenmez tavırlarımı bir kenara bırakarak soruyorum: aşk bu mudur? o tesadüfleri seven, yücelttiğiniz aşkın karşılığı bu filmde veriliyor mu? aşk uzun süreli bir ilişkiyi bir aya kalmadan, yıllar sonra tesadüfen karşılaştığı bir “yabancı” için bok etmeyi rasyonelleştiren bir fenomen midir? gönül ferman mı dinlemiyor? bu argümanın sağlamlığı ve klişelikten uzaklığı gerçekten filme yaraşır düzeyde. eğer aşk böyleyse ben zaten sizin uğruna şarkılar yazdığınız, gözyaşı döktüğünüz, kendinize veya başka birine zarar verdiğiniz aşka tüküreyim.

bu gerçek bir hikaye mi? değil.

kız galeriye gider, aa bu benmişim vs. sonra da işin peşini kovalamayı bırakır, kocası ile sıkıcı bir hayat sürer.

çocuk da bir yerlerde bir şekilde ölür.

bitti.

gerçek hayat hiç bir dramdan daha az hüzünlü değildir. sadece kimse gerçekleri görmek için para vermez. oysa ki gerçek ve farkındalık paha biçilemezdir.

salonda 50 kişi var; 49’u ağladı, ben gülüyorum.

tebrik ederim. filminiz ağlatıyor.

ama asla “iyi” değil.


:--------------------------------------------------bu çocuğa dikkat--------------------------------------------------:
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol