11 yaşındaki kızımın gayet soğuk kanlılıkla karşılayacağını bana şimdiden bildirdiği olaydır.
sohbet sırasında geçen konuşmaya göre;
"sen benim annemsin, dünyadaki en kıymetlimsin ama bir gün öldüğünde arkandan ancak bir süre ağlayabilirim, sonuçta benim de bir hayatım var, belki o zaman kendi çocuklarım olacak, yasını tutarak yaşayamam, hayata devam edeceğim ama sen hep kalbimde yaşayacaksın..."
nasıl büyüttüm ben bu çocuğu ya rabbim, benim gibi realist bir bünye oldu çıktı...
annenin ölmesi
altına birçok güzel şey yazılmış olsada açıklanamayacak bir başlıktır bu.annenin ölmesi ile evde ya büyük bir sessizlik ya da duydukça insanın içini acıtan çığlıklar baş gösterir.annenin ölmesiyle duyulan üzüntü anlatılamaz,kelimelere dökülemez.önce kalır insan öyle olduğu yerde sonra da annesiyle ilgili bütün konuşmaları,kavgaları,sevinçleri,hüzünleri kısacası tüm anları inatmış gibi geçer insanın aklından.ya onu üzdüğünüz için pişmanlık duyarsınız o an ya da onunla beraber ölmediğiniz için.aklınıza bir sürü intihar yöntemi gelir,bazen onu düşünürken kendinizi öldürmeyi unutursunuz bazen de o güçlü olmamı isterdi diyerek vazgeçersiniz.ama bilmezsiniz ki siz zaten her dakika her saniye binlerce kez ölmektesiniz.o an algılayamadığınız bütün teselli edici sözler size sadece karşıdakini dinlediğinizi ona düşündürmek için kafanızı sallatacak kadar etki etmektedir.aslında aklınız hep ondadır,hep yalnız kalmak istersiniz ama o boş kalabalık sizi bir türlü kendi kendinize bırakmaz.sonuç olarak katlanmak zorunda olduğunuzu farkedersizin ve ölmeden önce görünen o film şeridini bir an önce görmek için dua edersiniz.
(bkz: buralardan gitme)
(bkz: buralardan gitme)
merhaba anne,
yine ben geldim.
merak etme okuldan çıktımda geldim.
annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
ali okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder demişti de
onun için söylüyorum.
geçen hafta öğretmen,
sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte
öğretti sağımı solumu.
ben biliyorum artık anne sağım neresi, solum neresi.
ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne.
hani geçen geldiğimde “şuram acıyor işte şuram” demiştim de
bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
bak şimdi söylüyorum
şuram işte,
sol yanım çok acıyor anne.
hem de her gün acıyor anne her gün.
dün sabah annesi ayşenin saçlarını örmüştü.
elinden tutup okula getirdi.
yakası da danteldi.
zil çalınca öptü, “hadi yavrum sınıfa” dedi.
bende ağladım,
ağladım hiç de utanmadım.
öğretmen ne oldu dedi.
“düştüm dizim çok acıyor” dedim. yalan söyledim anne.
dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
bugün bende saçım örülsün istedim.
babam ördü ama onunki gibi olmadı.
dantel yaka istedim.
babam ben bilmem ki kızım dedi.
“bari okula sen götür” dedim.
kızım, iş dedi.
bende “banane dedim, ağladım.
kızım, ekmek dedi babam.
sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
ha bide sol yanım yine çok acıdı anne.
herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
zeynep annem beyazlara renkli çamaşır katmadan
yıkıyormuş dedi.
babam hepsini birlikte yıkıyor.
babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
uff babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
üzülmesin diye söylemiyorum ama
arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
hava kararıyor, ben gideyim anne.
babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
kim bozuyor toprağını,
çiçeklerini kim koparıyor.
izin verme anne ne olur toprağına el sürdürme.
eve gidince aklıma geliyor bide bunun için ağlıyorum anne.
bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
biliyor musun anne her gelişimde aldığım topraklarını şu kavanozda biriktirdim.
üzerine de resmini yapıştırıp başucuma koydum.
her sabah onu öpüyor kokluyorum.
kimseye söyleme ama anne.
bazen de konuşuyorum onunla.
ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
ha unutmadan,
öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
ben babama yazdıracağım.
öğretmen anlarsa çok kızar ama banane kızarsa kızsın.
ben seni hiç görmedim ki neyi, nasıl anlatacağım anne.
senin adın geçince sol yanım acıyor anne.
hiç bir şey yutamıyorum.
bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
kağıda da böyle yazamam ya anne.
ben gidiyorum anne,
toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
mutlaka gel anne,
sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
sol yanım acıyor anne.
işte tam şurası,
sol yanım çok acıyor anne.
seni çok özledim,
anne çook.
yine ben geldim.
merak etme okuldan çıktımda geldim.
annelerde babalar gibi merak eder mi bilmiyorum ama
ali okula gitmezsem annem çok kızar, merak eder demişti de
onun için söylüyorum.
geçen hafta öğretmen,
sağ elimde sarımsak, sol elimde soğan dedirte dedirte
öğretti sağımı solumu.
ben biliyorum artık anne sağım neresi, solum neresi.
ağrıyan yanımın neresi olduğunu şimdi iyi biliyorum anne.
hani geçen geldiğimde “şuram acıyor işte şuram” demiştim de
bir türlü söyleyememiştim ya acıyan yanımı anne
bak şimdi söylüyorum
şuram işte,
sol yanım çok acıyor anne.
hem de her gün acıyor anne her gün.
dün sabah annesi ayşenin saçlarını örmüştü.
elinden tutup okula getirdi.
yakası da danteldi.
zil çalınca öptü, “hadi yavrum sınıfa” dedi.
bende ağladım,
ağladım hiç de utanmadım.
öğretmen ne oldu dedi.
“düştüm dizim çok acıyor” dedim. yalan söyledim anne.
dizim acımıyordu ama sol yanım çok acıyordu anne.
bugün bende saçım örülsün istedim.
babam ördü ama onunki gibi olmadı.
dantel yaka istedim.
babam ben bilmem ki kızım dedi.
“bari okula sen götür” dedim.
kızım, iş dedi.
bende “banane dedim, ağladım.
kızım, ekmek dedi babam.
sustum ama okula giderken yine ağladım anne.
ha bide sol yanım yine çok acıdı anne.
herkesin çorapları bembeyaz, benimkiler gri gibi.
zeynep annem beyazlara renkli çamaşır katmadan
yıkıyormuş dedi.
babam hepsini birlikte yıkıyor.
babam çamaşır yıkamasını bilmiyor mu anne?
uff babam, her gün domates peynir koyuyor beslenmeme.
üzülmesin diye söylemiyorum ama
arkadaşlarım her gün kurabiye, börek, pasta getiriyor.
biliyorum babam pasta yapmasını bilmez anne.
hava kararıyor, ben gideyim anne.
babam bilmiyor kaçıp kaçıp sana geldiğimi.
duyarsa kızmaz ama çok üzülür biliyorum.
kim bozuyor toprağını,
çiçeklerini kim koparıyor.
izin verme anne ne olur toprağına el sürdürme.
eve gidince aklıma geliyor bide bunun için ağlıyorum anne.
bak kavanoz yanımda, toprağından bir avuç daha alayım.
biliyor musun anne her gelişimde aldığım topraklarını şu kavanozda biriktirdim.
üzerine de resmini yapıştırıp başucuma koydum.
her sabah onu öpüyor kokluyorum.
kimseye söyleme ama anne.
bazen de konuşuyorum onunla.
ne yapayım seni çok özlüyorum anne.
ha unutmadan,
öğretmen yarın anneyi anlatan bir yazı yazacaksınız dedi.
ben babama yazdıracağım.
öğretmen anlarsa çok kızar ama banane kızarsa kızsın.
ben seni hiç görmedim ki neyi, nasıl anlatacağım anne.
senin adın geçince sol yanım acıyor anne.
hiç bir şey yutamıyorum.
bazen de dayanamayıp ağlıyorum.
kağıda da böyle yazamam ya anne.
ben gidiyorum anne,
toprağını öpeyim, sende rüyama gel beni öp.
mutlaka gel anne,
sen rüyama gelmeyince sol yanımın acısıyla uyanıyorum anne.
sol yanım acıyor anne.
işte tam şurası,
sol yanım çok acıyor anne.
seni çok özledim,
anne çook.
(bkz: babanın ölmesi)
ölenle ölünmez lafının geçersizliğinin oluştuğu o korkunç andır.seninde ölmendir,boşluğa düşmendir,onsuz geçecek olan günlerini düşünüp kahrolmandır.unutamazsın;yüreğinin hep bir köşesinde yaşatırsın da göremeden,duyamadan sıcaklığını,desteğini,sevgisini hissedemeden...
toprağın toprağa ,
külün küle ,
tozun toza dönüştüğü andır.
...
düşmektir,
hayalinin yaşamasıdır ,
suya yansımasıdır yüzünün ,
eskilere bakmaktır gökyüzünde ,
ağlamaktır
ağlamaktır
ağlamaktır
külün küle ,
tozun toza dönüştüğü andır.
...
düşmektir,
hayalinin yaşamasıdır ,
suya yansımasıdır yüzünün ,
eskilere bakmaktır gökyüzünde ,
ağlamaktır
ağlamaktır
ağlamaktır
hiçbir acı bu acı kadar büyük olamaz.
tüm evrenin sonu gibi korkunç bir acı.
eğer yaşamışsanız savruk ve yitik olarak, sözünü dinlememişseniz gündüz gece, haksız öfkenizi kusmuşsanız saatlerce, içinizden çıkmaz bu hayat borcu, ödenemez veresiye.
her sabah çok uyuduğun için sana söylenen kadının artık tamamen susmuş olmasıdır...
eve geç geldiğinde balkonlarda sadece seni bekleyen bir hayal görebilmektir...
bir daha asla o sinir olduğun nasihatlerini dinleyebileceğin birinin olmamasıdır...
...
hayatının bir tarafının hep bomboş olmasıdır ....
eve geç geldiğinde balkonlarda sadece seni bekleyen bir hayal görebilmektir...
bir daha asla o sinir olduğun nasihatlerini dinleyebileceğin birinin olmamasıdır...
...
hayatının bir tarafının hep bomboş olmasıdır ....
artık hayatınızda sizi karşılıksız saf sevgiyle sevecek kimsenin kalmayışıdır.
gerçek sevdiğini ve gerçek sevenini kaybettiğin andır.
kalbinin bir daha birleşmeyecek şekilde parçalanmasıdır.
düşünmek bile acı vericidir.
kabullenmesi çok güçtür.
kabullenmesi çok güçtür.
anneler kutsaldır
kaç yaşınızda olursanız olun yetim kalmaktır annesiz kalmak. anneler unutulmaz.
acının farklı boyutlarını tanımak, hiçlikte kalmak.
post atatürkün ağladığı an (14 ocak 1922)
yil 1922. 14 ocak gece yarisi. mustafa kemalin özel treni eskisehire dogru
gidiyor. bu yolculuk bir kamuoyu yolculugu olacak ve gazi, savas sonrasi
anadolusunda bazi sehirlerin nabzini yoklaya yoklaya izmire gidip annesini
görecek. ve latifeyi.
ama o gece çok sikintisi var mustafa kemalin ve bir türlü uyku tutturamiyor.
ali çavus kompartimanin kapisi önünde sigara üstüne sigara içiyor. kapiya
dayanmis karanligi seyreder ken bir yandan da kendi kendine mirildanip duruyor.
"bu isin bu kadar çabuk oluverecegini hiç düsünmedim.
iste, sonunda sifreli telgraf geldi. zübeyde anamizi yitirdik. peki, ne
duruyorum. içeri girip onu uyandirmaliyim. ama ise bak, giremiyorum. kiyamiyorum pasama.
nasil derim ki: anamiz öldü pasam! diyemem. onun yüregi anasi için
atar. hep söyler. vatani kurtarmakla anasini kurtarmak ayni anlama gelir onun için.
kapiyi açsam, telgrafi uzatsam, pasam sen sag ol desem eyvah demez mi?
koca vatani kurtardim ama anami kurtaramadim demez mi?"
ali çavus, anlattigina göre birden yerinden siçramis. içeriden bir ses geliyor.
mustafa kemal sesleniyor.
çavus kompartiman kapisini açip selam duruyor:
"emret pasam".
mustafa kemal yataga oturmus soruyor telas ile:
"ne demeye kapida bekliyorsun sen?"
"uyku tutturamadim da pasam"
"annemden bir haber var mi?"
"az önce bir telgraf geldi dediler, sifreyi çözünce size sunacaklar."
"bosuna kivranma ali, benden de saklamaya çalisma. ben haberi aldim."
ali çavus bir sey yokmus gibi durmaya çalisiyor ve merakla soruyor:
"ne olan, ne haber aldin ki pasam? hayir haber insallah."
mustafa kemal usul usul anlatiyor.
"az önce dalmisim, rüyamda yesil bir ovada anamla el ele geziniyorduk. hep oldugu gibi bana birseyler anlatiyordu. birden bir firtina çikti. bir sel
bastirdi, anamizi aldi götürdü. hiçbir sey yapamadim. hiç, hiç!."
çavusu bir titremedir almisti. derken.. mustafa kemal emri verdi:
"çocuk! al getir su telgrafi, hemen!"
ali çavus kompartimandan çıkar çıkmaz, çözümü getiren görevliyle karsilasti.
"ver onu" dedi. "pasamiz bekliyor."
kagidi aldi, içeri girdi, selam durdu ve: "sen sagol pasam" dedi.
"millet sag olsun."
gözünden iri bir damla göz yasi akivermisti. çavus "aglama pasam" diye yalvardi.
"neden? ben insan degil miyim? anam öldü. ben buna aglarim. ama, anavatan kurtuldu. bununla da te selli bulurum. benim için ikisi bir."
iste ben bunun için:
bulunur kurtaracak bahti kara maderini diye cevap vermedim mi namik kemale?
birden mustafa kemal ile ali çavus birbirlerine sarildilar ve açik açik,
hiçkiriklarla, içli içli agliyorlardi.
not: alıntıdır.
(bkz: organ yangını)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?