confessions

wereyda

- Yazar -

  1. toplam entry 347
  2. takipçi 1
  3. puan 50408

yok icecek bir kadeh yağmurum bile

wereyda
küçük iskender lakoniği..

+

hayata dair iç burkan detaylardan biri...

$imdi ben öncelikle ehl-i keyf biriyim; içmeyi, konu$mayı ve payla$mayı seviyorum, dedim. yüzüme bön bön baktığını hissedip bir ân için ondan tiksiniyordum ki, "siktir et!" dedi; yılba$ını beraber kutlarız, hem eğlence de olur, içeriz de, payla$ırız da..

beylikdüzü’nde bir arkada$ın evinde içecektik. hayır hayır biz birer icecek değildik. yalnızca oturup içecektik, o kadar. 5 ki$iydik. yeni yıla saatler vardı. sıkılmı$tım. gerilmi$tim biraz da. ertesi gün için plan da yapmı$tık oysa. arkada$lardan birinin kız arkada$ı ve onun kız arkada$ının da ba$ka bir kız arkada$ı gelecekti. ben yine de sıkılıyordum. neyse; alkolün dibine vurmaya ba$ladığımızdan mıdır nedir; herkes de kısmi bir aptalla$ma ve açıksözlülük ba$ladı. kimi eski a$klarını anlatıyor, kimi ntv`deki victorias secret defilesini izliyor, kimi de basketbol maçına dalmı$ öyle varyantsızca takılıyordu. her birimiz fantastik birer enstrüman olsak, dünyadaki en aptal orkestranın olu$ması i$ten bile değildi. ara sıra playlist`den unintended gibi, where did you sleep last night gibi, promises gibi parçalar çıkıyor.., ve biz birkaç salak, kendi hayâl dünyamızın bize bah$ettikleriyle avunmak istiyorduk.

yeni yıla girmi$tik.
hani olur ya; o ân`dan sonra kendini bir ilginç hissedersin : sanki bir saniye evvel koca bir yıl bitmi$ gibi.. o koca bir yıl, sanki 1 saniyeden ibaretmi$ gibi. salaklık i$te! diyorum ya salaktık hepimiz. yeti$kin 5 erkeğin yeni yıla sap girmesinden daha salakça bir $ey varsa o da 5 erkeğin yeni yıla birlikte girmesiydi muhakkak. uyku kendini göstermeye ve gözkapaklarına basınç uygulamaya ba$larken salonda heterojen bir dağılım yaptığımızı ayrımsadım. ü$ümü$ kediler gibiydik ve bir soba hepimizi aptal edebilirdi.

sabah, alkol ve uyku kokan nefeslerle birbirimize günaydın diyerek uyandıktan sonra be$ikta$ sahiline doğru sürdük. sahildeki çay bahçesinde vakt-i mort eylerken beklenen kızlar geldi. sanki sözle$mi$cesine, herkes gidilip yeniden içilecek yer konusunda mutabakata vardı. ver ulan ver bira ver, ver ulan ver biraver..

birkaç gün sonra, bu kez daha kalabalık bir grup olarak balikpazarinda içiyorduk. o, tuvalete inecekti ki ben de seninle geleyim dur dedim. koruma içgüdüsüyle de bağda$an anti-seksist bir anlayı$ gütmü$tüm o ân. erkek ve kız tuvaletini ayıran antrede bekleyecektik birbirimizi. hemen i$edim ve çıktım. uzaklara bakma mütehassısı james dean`in 14 no`lu duygu yüklü bakı$ını yüzüme giydim ve onu bekledim. tuvaletten çıktığında sanki o da benden bir $eyler bekler bir tavırla yüzüme baktı. "gel senle bi delilik yapalım. en iyisi ben sana midye dolma ısmarlayayım" dedim. soğuk ve yağmurlu bir beyoğlu ak$amıydı. üzerimdeki ceketi, onun ü$ümü$ omuzlarına bırakırken özdemir asaf`ın lavinia`sından da dem vurmayı ve bu ısınmaya müsait ortamı daha da yumu$atmayı ve hüzünselle$tirmeyi uygun gördüm. genel bir pu$tluk tavrından öte; mafizzamir bir durum söz konusu idi benim için. midyenin üzerine kokoreç yedik bir de. sonra mekana geri döndük. acilen eve gitmem gerektiğini masaya söylediğim ân`da o, çakırkeyf bir $ekilde, yani; kruvaze bakarak , "gitme!" dedi. o gece gittim. ama içime yağmur yağmı$tı. (bereket!)

sonra ona açılayım dedim ben! ondan etkilenmi$ bir $ekilde ayrılmı$tım o ak$am. ( abazan değilimdir. harbiden ho$landım.) günler günleri biraz kovaladı. yagmurlu bir bayram günüydü. hani o yeni yıla giri$i kutladığımız 5 ki$iden kız arkada$ı olan arkada$ım, kız arkada$ı, ho$landığım kız ( elemanın kız arkada$ının arkada$ı ) ve ben, beyoğlu`nda bir yerde içmek için sözle$tik. olgun ortam ko$ulları ve romantik atmosfer beni çağırıyordu. akdeniz beni çağırıyordu. beyoğlu beni çağırıyordu. eprimez bir cesareti yükleyip dudaklarıma, "gel biz senle çuklata almaya çıkalım" dedim. kabul etti. evet çikolata bahaneydi. evet onu daha yakından tanımak, onun karasularına girmek, onun bana da yer olduğunu dü$ündüğüm hinterlandında adımlamak, kısacası; onunla olmak için araya türlü çakallıklar sokmak ve en nihayetinde onu etkilemeyi ba$arıp birlikte güzel günler göreceğiz`i söylemek istiyordum.

sonra dördümüz, ba$ka bir mekâna geçi$ yaptık. bizim sevgililer kendilerini yitirircesine öpü$ürken, o, ba$ını göğsüme uzattı ve o ân`da kolonlardan hüzün kovan ku$u yükselmeye ba$ladı. ben de kendimi yitirmi$tim artık. ellerini sıktığım güzelliğe kendimi kaptırmı$tım. duygu devinimi had safhadaydı. orada öylece kalabilirdim. orada asırlarca ve satırlarca öylece kalabilirdim. ama hayat, normatif değildi. sike sike eve dönmemiz gerekiyordu i$te. içimdeki yağmur, sel olmu$tu.
(hepsini ben içtim!)

ertesi gün için ona, "yarın tramvay durağında bulu$alım mı ? sana kitap getireceğim" diye mesaj attım o ak$am. hemen kabul etti. bulu$tuk. bir mekana gittik. sonra ben ona, o da bana açıldı. dudaklarımız birlikte e$siz bir $arkıyı mırıldanmaya ba$ladı.

ne acıdır ki; ayrılık da sevdaya dahil`di. bir sebepten ayrıldık onla.

$imdi ben ehl-i keyf biriyim.
ama, o günden sonra , hiç yağmur iç(e)medim...

anti agnostisizm

wereyda
her er ki$ide belli ölçüde bulunduğuna inandığım sorgulayıcı karakterden arınmı$lık veyahut bunu özümsemi$lik sonucu dı$ çevreden gelen kar$ıt inanç, fikir ya da görü$lere kar$ı tam konservatif yakla$an ki$i/kurum/olu$um izleğidir.

kutsal kitaplara, genelgeçer yargılara, toplumsal tabulara kar$ı olan sadakatten ya da bağlanmadan öte bir durum söz konusudur burada..
"ku$ku götürmez ki", "hiç $üphesiz ki", "ona ne $üphe" vs.. basmakalıplarını destek kabul edip yeniliklere kar$ı olmak, liberal paradigmayı crowding out metoduyla benze$en bir $ekilde toplumdan izole etmeye çalı$mak, fikir teatilerini ve tartı$ma ortamlarında bulunmayı refüze etmek, göze çarpan özelliklerdendir.

a.k parti patikası i$te.

bilmedikleştirmek

wereyda
herhangi bir kaynakta esamesi okunmamasına rağmen kullanımda olan bir sosyolojik tabir.
tümdengelim - tümevarım $eklinde açıklayabileceğim bir olgudur ki $öyle :

diyelim ki çay`dan bahsediyoruz.. çay`ın bizde olu$turduğu ilk tedainin ne olduğuna odaklanıyoruz.
diyoruz ki; çinlilerin bulduğu bir "$ey" var ve 50,000 yıllık bir süreç içinde her daim kullanılmı$, zaman zaman tıbbi bir gereç olarak adını literatüre geçirmi$, vakt-i zamanında ise içerdiği tein`in radyoaktif maddeler ile temasının kolay olmasından ötürü ölümcül sonuçlar doğurmu$ (çernobil!)..

ya da dağınık zekayı kullanarak;
"dereden büyük, nehirden küçük bir su birikintisi var ki..." diyerek söze girebiliyoruz.

sınav bitiyor: tam puan !



anılarda eskimek

wereyda
eskiyip eskiyip yenilenmek sonra; anıların badsectoru tetiklediği yerde güncellenmek, fre$ bir nefesle sigaraya uzanan eldeki parmaklara bakmak, o parmakların atlattığı badirelerden kâğıt güller yapmak, plastik heveslere gemici sinbad düğümleri atmak, düğüm düğüm düğümlenmek..

oflaz bir cihet.. geli$tiğini farkediyor, bi`de üstüne naklen seyrediyorsun: ne idim ne imi$im, tümcesine binaen ya$anan sinir harbinde vebalı ama vefakâr bir atın son ki$neyi$ine yazıyorsun sankim $u satırları.. anılar diyorsun; anılar, ânlar toplamı..
ezcümle;
bazen yal`anlar toplamı. eskiyorsun.

sonbahari kaşıklamak

wereyda
(bu entry küçük iskender`in ta$andeniz adlı $iirine adanmı$tır !)

güz`ün, postal giymi$ dinozorlar gibi kuvvetli adımlarla kendini mevsim addedip hayatına giri$ine ya da güz`ün galo$ takmı$ karıncalar gibi usulca hayatından geçmesine sessiz kalan ve hatta; bunların her ikisini de, teslimiyetçi bir edayla kar$ılayan birinin eylemi olsa gerek..

"sevgilim! ka$ığın içine bakıyor sonbahar
yüzündeki siyah su birikintisi
üzüyor seyrek yürekli kuğuları"

kı$ yakla$ırken hayatın kıyısında hayta bir masa! ..kı$ yakla$ıyor! .. kı$, kardanadamlara davetiye yollayan bir düğün sahibi gibi yakla$ıyor masaya.. masa, iki ki$i için rezerv edilmi$; üzerine bir vazo, vazonun içine bir gül, gülün içine bir kelebek, kelebeğin kanadına tozlu hatıralar eklenmi$.. masa da masaymı$ ha, diyor iki ki$iden biri.. bir ka$ık koyuyor sonra.. ve ka$ığın içine bakıyor sonbahar.. ka$ığın içine bakan iki çift gözde de heyecan parıltıları.. birinde de inceden utanç belirtileri.. siyah bir göl olu$uyor utanan surette.. kuğular boğulur gibi oluyor bulanınca su.. bulanınca hatıralar, kelebeğin bir kanadı kırılır gibi oluyor.. kelebek aksayınca gül üzülüyor buna çok.. gülün gözya$ları deviriyor vazoyu.. vazo dü$üp kırılıyor.. masa ağlıyor!!

"kırılan bir lades kemiğinin ardından
unutulmadın, unutulmayacaksın da
mıh gibi aklımdasın her yeni ayrılıkta"

garson geliyor ortaya bir tavuk koyuyor sonra; tavuğun içinde bir kemik; kemiğin adı lades ki ladesin adına parmaklar birle$iyor, lades için sessiz eller konu$maya ba$lıyor sonra.. saatler ilerlerken kırılıyor lades.. lades kırılınca kırılıyor kemik.. kemiğin ardında yapayalnız toz zerrecikleri kalıyor unutulacakmı$ gibi duran..

sabahleyin temizlikçi odaya girdiğinde yerde yatan ölüyü farkediyor ansızın.. ellerine mürekkep bula$mı$ biri teslim oluyor adalete..

"sevgilim! gözlerin, bir ka$ık sonbahar"

kimler geldi kimler geçti

wereyda
kıyamete dek dinlenebilecek parça. ajda`dan da, cem`den de..

her insanın hayatına etki eden, her insanın ya$amının bir yanına dokunmu$ parçalar vardır. aradan geçen zamanla değerlenen, $arap gibi $arkılar vardır bir de. onlar ki öyle bir ân`da gelirler ve yüreğinizin ellerine dokunurlar ki duygusal yanlarını saklamanız gerektiğini size fısıldayan beyniniz o noktada çekimser kalır ve seçimi size bırakır.

ehem ehem.. ortaokuldaydım o zamanlar ve ortaokul arkada$larımdan birinin yazlığına gitmi$tik. ailecek görü$üyorduk ve süper bir kızdı. ailecek gitmi$tik; yaz`dı ve o harbiden süper bir kızdı. karde$ gibi büyümesek yazardım ona. $iir yazardım, fıkra yazardım. illâ ki bir$eyler yazardım yani. annesi annemle arkada$tı, babası babamla arkada$tı, karde$im ablası ile arkada$ değildi ama sorun yoktu. yazlıkları erdek`teydi ve -söylemesi ayıp falan değil- o gerçekten büyü gibi bir kızdı.

evet erdek hakikaten tam yazlık bir yerdi. gündüzleri plajda bira yudumladıktan sonra çakılta$ı toplamaya gidilebiliyor, ak$amları lunaparkta gondola binilerek efendi efendi korkulabiliyordu. ispanyol eteği( ya da balerin )`ne onun zorlamasıyla biniliyor ve inilince kusuluyordu. gençliğin bir adım evveliydi; süperdi.
böğürtlen suyu ısmarlayıp tavla atılan çay bahçelerini bağlayan hanımeli kokulu dar yollardan geçerken birbirine çarpmaya hazır kalpler barındırıyorduk göğüskafesimizde. ağustos`un bir adım evveliydi ve o biriyle beraberdi. ben ona melek balıklarının fotoğraflarını çekiyordum o gülüyordu. o gülüyordu sabaha kadar ben onun uyuyu$unu seyrediyordum. teoman o yaz`ı söylüyordu ve ablası beni çözmü$tü. ablası gözlerimin $ifresini çözmü$tü ve yüreğimdeki gizli definenin koruyucusu sfenksle da$$ak geçiyordu.

bir gündüzdü sonra gece oldu. ablası geldi yanıma dedi sende bir$eyler var. ben dedim yok bir$eyler sadece a$ık oluyorum. o halde dedi neden sivilcelerini sıkar gibi ya$amıyorsun. ben $a$ırdım - anlamadım. o dedi rahat ol ben dedim olmaz. ajda`dan kimler geldi kimler geçti çalıyordu mevsimlerden a-yaz`dı. ben söyleyemedim binnetice tanrı aklımı japonlardan korusun.

(ha$iye: geçen gece aklıma geldin kız. kimler geldi kimler geçti çaldı; sustu.
her $ey geçer hayat kalır`ı dinledim biraz küfrettim sonra. cem adrian`ın resmini öptüm de yattım o gece.)

cay insanı

wereyda
(ara: insanı) dediğinizde kar$ınıza çıkacak diğer modellerden oldukça farklı ve mizahi olan..

küçükken dedemin takıldığı kıraathaneye gönderilirdim; dedemi yemeye çağırayım, kendim için ona para harcatayım gibi sulu zırtlak sebepler yüzünden. yanına oturur, çamlıca gazozumu yudumlar ve bir masanın etrafına toplanmı$ olanca kalabalığın adrenalin yüklü ya$amlarına göz ucuyla bakardım. mevzuya bu denli felsefik yakla$mıyordum tabi; bir keresinde, "dede, bu amca neden ta$ının tersini çevirmi$!" demi$tim. öğrendim ki kıraathane tabularından biriymi$ bu. ($imdilerde biri aynı $eyi yaparsa kafasına istekayı bizzat vururum.)

aynı durum babamda da mevcuttu. haftasonları kahveye götürürdü beni; oralet içerken etrafa meraklı gözlerle bakan bir fırlama haliyle ho$ kar$ılanmazdı ve babam bunu bilirdi ama yine de götürürdü. ($imdilerde iskambil oyunlarımdaki ba$arım buradan temellidir.)

(söze giriyorum artık, söz!)
orada tanı$tım i$te ben bu çay insanıyla. onu ilk kez orada, avcunun içine yerle$tirdiği, buharı tüten çay bardağını kıracakmı$ gibi tutarken gördüm. dejavu`ya döndü bir müddet sonra olay; hep bir ahâli toplu hâlde çay içiyorlar, bunu yaparken daha evvel hiç duyumsamadıkları bir hissiyatı ya$ar gibi davranıyorlar, gevrek kahkahalarıyla masadaki oyuncuları tilt ediyorlar, kendileri oynadıklarında dahi bu "zuhhauehaey" hönkürmelerinden vazgeçmiyorlardı. eğleniyorlardı elbet: onlar, çevre esnafa borcu olan, karısının ıspanaklı böreğinden asla bıkmayan, hayatı olması gerektiğine uygun bir biçimde ama normlara itaat etmeden ya$amaya çabalayan, sakalları ağarmı$ ortadirek insanlar olarak mutluydular i$te.

eğer bir gün ben de bir "çay insanı" olursam birisi de beni tanımlarken $u diyalogla örneklesin isterim:

- baba adamlar delirmi$ yaa.. günde 30 çay; insan değil bunlar!
* de get lan dümbük.



bilgiçlerin şiirleri

wereyda
hatmi kokulu bir güz alacasında
dar dehlizlere sıkı$mı$ bir
kırılgan efsundur
çocukkarıncanın kalp atı$larına dur ve
bileklere sus ve
ak$amlara pus
diyen hüzün!

ağla ey zavallı hayat; gülüyorum ben yine de..

^muğla.. ak$am..^

bilgiçlerin şiirleri

wereyda
gittim
bir el bombasının pimini çeker gibi ansızın
mu$amba trenlerin karton katarları
hep aynı plastik istasyonda ayrıldılar birbirlerinden
hayratlarda çocuklar dizlerini yıkadılar ardımdan
biri bileğindeki kiri ovdu, abdest aldı bir ihtiyar öksürerek
gittim
kentin parmakuçlarında yılı$ık bir karıncalanma
otellerde fahi$eler çocukluklarını bıçaklarken,
toy $airler $arap kadehlerinde tanrılarını boğarken
kan yağarken avlularına camilerin, kilise kampanalarına yapı$mı$
bir güvercin pisliği gibi kuruyarak,
kabuğu soyulmu$ bir nar gibi
morarak, mor bir fular gibi savrulurak geceye
geceye amorf bir redif gibi yerle$erek
gittim
pamuklamaktaydı kavaklar
annem tarhana kurutmaktaydı, dut vardı
kozasını delen ipekböceğiydi güne$
doldu içime moleküllerine bölünerek
molekülleri atomlarını çeki$tirirken bu kentin
ve yine o müflis ba$ağrısı, o hazin epilog

adıma unvan diye konuldu
gittim, baktım
sadece baktım sonra..

^istanbul.. bayram günü..^

bilgiçlerin şiirleri

wereyda
terkedileceksin bir bayram,
elinde horoz $ekeri, yüzünde atlıkarıncalar
bir bayram ki öldürüleceksin dönmedolabında hayatın,
bir bayram ki kan kokacak, çitlembik kokacak, pamuk kokacak cesedin

gökyüzünde patlayan tüm balonları ben dikeceğim!

bir yüz dikeceğim kendime, bir maske,
bir gece dikeceğim aydınlığında cesedinin
ve
terkedileceksin bir bayram,
sesinde ayva reçeli, avcunda misketlerin
bir bayram ki öldürüleceksin çarpı$an arabalarında hayatın,
bir bayram ki açlık kokacak, sefalet kokacak, ter(k) kokacak cesedin

mezarına tüm çiçekleri ben ekeceğim!

^istanbul.. sabah..^

bilgiçlerin şiirleri

wereyda
s.p.ö’ ye,

..ve kan anonslarından sonra radiohead
masada birkaç $i$e,
birkaç bungun çocukluk, birkaç ölü van gogh sarısı
pencereden çalınmı$ ay
ürkütüyor soluk bakı$lı bayku$ları
su satıyor yalnızlığım,
su-satıyor bu aydınlık karaltı,
bu billur hare gözlerinden kalan
resmedilemez yeis,
ve $imdi,
ünsüz harflerle sevmek gibi bir kadını,
geceleri aniden ü$ümek..

..ve kan anonslarından sonra radiohead
ellerinde bulutlarla geliyorsun,
geliyorsun müflis bedenine te$ne aymazlığınla
bedeninde gün izi, geliyorsun!
çok uzaklarda bir kurt ölüyor kıvranarak,
bir ku$ cıvıldarken vuruluyor
vurulduğunda uluyor kurt
vurgunlardan beni sorumlu tutuyorsun!
oysa ne çok kanamı$tım
ne çok kan aramı$tım sana,
ne de çok kan^sen hücresi boyunca ağlamı$tım;
ağlamı$tım gözlerime dünya kaçtı,
tuz kaçtı,
a$k kaçtı;
yıldızların tozlarını üflemek gibi sevmek bir kadını,
a$kı sevmek;
a$k öldü,
a$k öldü sevgilim

..ve kan anonslarından sonra radiohead

hangi sabahların ihtiyarlığı bu geceler?

..yaz ^05..

bilgiçlerin şiirleri

wereyda
ya$amı ölümün kemiklerinden sıyırırdın sen
gülerken noktalama i$aretlerine dikkat etmez,
ekmeğin kö$esini balıklara salardın..
sonra.. susardın!

pet bardakta top böceği gibi kıvrılırdı kül,
rüzgarı sapanla vurduğun gün kanamı$tı parmakların, kanamı$tı gözlerin,
parmakların ellerine sava$ açmı$tı; buzlu bir kadeh viski gibiydi yaz
yaz, ilkbaharın aramızdaki kaldırıma savurduğu tükrüğüydü! ahh, ah o kayısının zerdali olduğu zamanlar,
incirde bal, gülde kırmızı, saçlarındaki elma kabuğu kokusu;
ya$ayacak kadar sebebimizin olduğu zamanlar,
önsözsüz öpü$tüğümüz zamanlar yani..
o zamanlar ki;
manzumu mensurun atomlarından ayırırdın sen
ağlarken imla kurallarına uymaz,
karpuzun göbeğini kafesteki ku$a verirdin.
sonra.. susardın!
incirin çekirdeğini doldururdu güz,
incirin çekirdeğinde radyoaktif bir kımıltıydı çernobil
ve çernobil ölümlere bağlaçtı!
bağlaçların bizi bağlamadığı zamanlar yani,
ahh o serserpe hıçkırıklar
boynundaki pembe abalon, ayı$ığında bayku$ sonatları
ölümsüzle$en fanilerin ayak sesleriydi!

ve sen.. sen,
geceyi gündüzün kaburgalarından çıkarır,
bir hâki kiremit gibi dü$erdin terastan hayatıma
tam da burada patlardın i$te.

öğrendim;
elveda dememekteydi çünkü hiçbir ölü!

^muğla.. soğuk bir odada..^

nilay özer

wereyda
zamana dağılan nar ve ol diye iki adet $iir kitabı çıkartmı$; marmara üniversitesi eğitim fakültesi biyoloji öğretmenliği mezunu $air $ahsiyet.

manolya, herkes biraz ben gibi, epe flöre kılıç, vasati kırk çöp, yoksul yoku$u, zor sokak gibi harikulade $iirleri yazınımıza kazandırmı$ olmasını bir yana bırakarak bu ki$inin okuruna hissettirdiklerinden minik bir kesit sunmak istiyorum :

nilay özer’in $iiri, enkazların üzerine yapılmı$ betonarme binalar gibidir. oradan sıcak ve soğuk sular geçer; oradan, kısılmı$ gözlerde kasılı kalmı$ esrik hülyalar ve yalanlar; yalanların eşiğinde sahte gerçekler ve engizisyon mahkûmu bedenlerin mitik hikayeleri geçer.

nilay özer bir $iir yazar, yaralarınız azar.

adin yoktu tanıştigimizda

wereyda
“...eksiğini de duymadık” diye devam eden bir murathan mungan $iiri vardır; omayra.


bazı ânların, bazı tanı$maların önemi yoktur ya hani; ne $ekilde, ne kılıkta, hangi koşullar altında vücuda geldiği asla önemsenmeyen, sıradan, sıradı$ı, gündemi takip etmeyen tanı$malar vardır. insan istiyor ki tanı$tığı ki$i hep aynı kalsın, zaman onu deği$tirmesin, eprimesin, azalmasın, imgelerinde ya$attığından farklısında kar$ıla$masın onunla. netekim mümkün olmuyor bu çoğu kez, yönsüz bir hâle, tanınmaz bir kıyafete bürünür kar$ıdaki. aslında nasıl’ının, neden’inin, ne zaman’ının hiç önemi yok ve olanları deği$tirmek için harcanması gereken bir çaba olmadığının farkındalığına nail olduğunda me$ru bir tepkisizliği koza belleyip koyveriyorsun.. bo$-verdim. (dolu gelmedi)

(...) ben tanı$tıklarıma isimlerini sormuyorum. ho$; sorduklarımın isimlerini de duyduktan birkaç zaman sonra unutuyorum. görüntüleri yetiyor çoğu kez, tıpkı mungan’ın da dediği gibi “bazen bir rüzgârı bazen birkaç zeytini / adının yerine kullandık” diye, aynen öyle.. nesnelerle avutuyorum kendimi zaman zaman: pencereden, görüyorum, çok uzak bir dağın ba$ında bir katı duman yükselmekte; krater gölünü andıran bir bulut reveransı, traktörlerin ayak seslerinden ürken toprağın cildinde gözya$ları gibi minik ve yuvarlak salyangozlar, sonra, elinde tırpanıyla bir ya$lı kadın giriyor tarlaya ve ağaçlardan ku$ firarları o ânda, az sonra, kahve bitiyor ve dolduruyorum tekrardan, -grinin tekrarı;- çok az sonra, televizyonda bir bombalama haberi ve bir çocuk kopuk bacağını dikiyor elleriyle, evet az sonra, verev bir muska gibi duruyor tahtında güne$ ve sıcak ve yabancı ve netameli ve unutkan ve evet evet az sonra,

sen geliyorsun!

- hatırladın mı beni, senin çok eski bir dudağınım öptüğün..



yalnızlık köncertosu

wereyda
[ar - ge: baktım; ilhan irem’in bir meleğe a$ık oldum albümünde yalnızlık konçertosu 1 ve yalnızlık konçertosu 2 olmak üzre; toplam süreleri 45 saniyeyi bulan iki minik parça gizlenmi$.
ilhan irem’e saygısızlık olmasın: değil telif olanı, onun hakkı bu gezegende ödenmez; selamlar buradan!]

yalnızlığın ki$iyi yarım ve çırılçıplak bırakan, daha sonraysa biçareliğin ve sessizliğin anarko kırsalında olgun bir karanfil hâline getirdikten sonra da, ona, bulutlardan sarkıtılan örcinden melek senfonileri dinlettiği; gecenin sorumsuz ve vuzuhu karma$ık seanslarında yüzüne malümatfüru$ bir eda ile “kes yaralarını, bak, sana sekiz isim!” diye emir telâkki ettiği zamanlarda aklın ve kulakların bir yerinde çınlayan, o hep ağlatan, hep kanatan ezgidir bu..

- merhaba
*
- konu$ma zaten, adın yoktu tanı$tığımızda..

yo, yo; bu kez duygu kızartması ve yanına salata niyetine parça tesirli sözler yok !
yo, yo; bu kez damardan $iir ve “35lik ayrılık $arkıları” yok !
yo, yo; bu kez varlığına ağlamak bir suç unsuru değil, bileklerim yok !

- pamuk $eker?
*
- kâğıt helva?
*
- peki..

göğüsuçları karıncalanıyor ay’ın, ku$ları azarlayan bir rüzgâr ve tanrı uzaklardan bakıp da gülüyor. molotof kokteyli bir “$imdi yanımda olsan” yalanına inandım, yanımdasındır dedim; yalnızsındır sen de ve aynı $arkıyı dinliyorsundur. senin de saçların denizkızlarının ıslıkları kadar ıslak, kadar doğal, kadar yorgundur. dilsiz bir papağan durur gözlerinden birinde, onda dünyanın bütün gettoları; bütün hastaneler, bütün okul yatakhaneleri, bütün kıyımlar, bütün mayın tarlaları, bütün eylem yürüyü$leri; diğerinde bütün naylon trenler, bütün esrarke$ vapurlar, bütün gece sesleri ve bütün içorganlar var.. ben öyle istedim. yo, yo; ekonomide talep beklentisi diye bir $ey yok!

- yıldızlara bak: gökyüzünün spot lambaları!
*
- çekirdek?
*
- korku filmine ne dersin peki?
*
- dur ben yatağını açayım o zaman senin..

abajurlar sönerken aplikler yanıyor ve bakıyorum yine aynı formalite: bize çalıyorlar bu gece son $arkılarını o müflis kafile, kulaklıklarımızı takıyor ve gidiyoruz sonra biz de. geride, geride sadece geri..

* kendine iyi bak yalnızlığım !

birisine benzetilmek

wereyda
"aa-a sen bizim ferruh’un tıpkısının aynısının e$leniğisin be" cümlesiyle abondone olmak..

ben i$in edebiyat (edebi-hayat) yanıyla $öyle derim:

"yeteri kadar kanıt toplayamadım"

anımsatmak-tır birini, birini kendinde ya$atmak ya da öldürmek. seçim senin.
değerlendirmelere tabî tuttuğun karakteristik özellikleri seç, seçeneklerin olsun.

"parmakizi bırakmadıydım"

profilden ortadoğunun çene kemiği gibiyim. bir timsahın dü$ kırıklığına benziyorum. benzersizim sanırdım, yanıldığımı anlıyorum.

"kan, sadece sıçramı$"

-güne$ antraktı- karanlığa gömülü dar bir sokağın kö$ebentlerine değiyor rüzgâr. bileklerinde bira $i$esi kesikleri onun..

"sirenlerden kaçmı$tım"

tinelci çocuklardan alınmı$ bir paket kâğıt mendil. üçboyutlu gözlüğümle maziye bakıyorum lebideryada. yeteri kadar kanıt toplayamadım.


"polis öleni ben sanmakta hâlâ"

yılan olmak

wereyda
yılanlar yalnız hayvanlardır bilirsiniz.. kovuklarda, deliklerde, insanoğlunun ula$amayacağı kör noktalarda ya$amayı seçmi$lerdir. insanoğlunun eri$emeyeceği-epritemeyeceği dar ve zorlu yerlerde hayatlarını idame ettirebilme uğra$ında; korkutuculuklarının esamesini dahi içbenliklerinde ta$ımadıkları kanıtlanmı$, kimilerinden daha hayvan, kimilerinden daha insan hayvanlardır.. (insan, bir hayvan!)

sürünmeye hükümlüdür yılan;
hilkatinde bir bahtsızlık durumu var. kovuğunda bir ya$am acemisi özünde, imajını biz bozmu$uz. zararsız bir canlı oysa: yalandan bile zararsız. ($a$ırmayın) gerçekten bile..

ben artık hayvan hücresinde ya$mak istiyorum, diye bir ses dola$ıyor bazen sol tarafımda.

benim olmayan bir sevinç duyuyorum

wereyda
edip cansever`in kirli ağustos`unun en baba $iirlerinden uçurum`da geçen bir satırdır bu.
-her satır, bileylenmi$ satır!-

öyle ki; her er ki$inin zaman zaman duyumsadığı bir olguya parmak basarken bunu votka bardağına limon dilimleri gibi dü$en güne$le betimlemi$tir edibciğim cansever..
kim ya$amaz ki: öyle bir zaman gelir ki bulunduğunuz ortamın duygusal aurasına siz de kendinizi kaptırıp, teninizin sol frame`inde anlamverilemez kıpırtılarla feverana gark olup gözbebeklerinizi adile na$it gibi koca koca açarak batan güne$e, doğan ay`a, köpüren suya, çığlık atan martıya bakar ve muhayyelinizin en arkaodasında sakladığınız imge yanıklarına tentürdiyot dökercesine gülümsersiniz..
kim duymaz ki: bir çocuk doğmu$tur hıçkırarak, çıkrığın kıçını kırarak, kutsal bir lahti parçalayarak tırnaklarıyla. o sıra herkes güler de o ağlar ya, ölünce herkes ağlar da sen gülersin ya belki. öyle i$te. iyelik eki almaz yığın hissiyatı.. cenazelerde her ba$ a$ağı dü$er ya... öyle.
kim ağlamaz ki: sessizce solan bir gülün ardülkesinde lir çalarcasına mahzun mahzun bakakalan narbülbülün kirpiklerine. bir $ehir aniden fethedilir ya gerdek gecesinde kaybedilen bir körpelik gibi..

diyeceğim; edip baba derse güzel der zaten hep. benim olmayan bir hüzün duyuyorum $u ân. bi sigara yakabilir miyim anne?


12 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol