confessions

odysseus

- Yazar -

  1. toplam entry 295
  2. takipçi 1
  3. puan 48866

karpuz

odysseus
an itibariyle istifra etmeme sebep olan bostanlık yaz günlerinde serinlemenin yollarından olsada kırmızısına ve havanın sıcaklığına aldanıp bir çırpıda çiğnediğim muhteşem ötesi acı tadıyla şok etmiştir. çürüğünden kesinlikle sakınılmalıdır kırmızısına aldanmayınız..

hermaphrodite

odysseus
hermaphrodite, aphrodite ile hermes’in oğluydu. aphrodite, bu oğlunu herkesten gizlemek için onu ida dağının perilerine emanet etti. periler onu ormanda büyüttüler, vahşi huylu olan bu çocuk dağlarda dolaşmaktan, ormanın ücra köşelerini keşfe çıkmaktan hoşlanırdı. bir gün kariol’de dolaşırken duru tertemiz bir gölün kıyısına geldi. hava çok sıcaktı ve gölün serin suyu çok baştan çıkarıcıydı. hemaphrodite üzerindekileri çıkarıp hemen suya girdi. oysa bu göl hiç de göründüğü gibi tehlikesiz değildi. bu gölün salmikis adında bir perisi vardı. peri kendi gölünde yüzen yakışıklı delikanlıyı görünce ona aşık oldu. hemen hermaphrodite’in karşısına çıktıve ona duyduğu sevgiyi dile getirdi ama delikanlı onu ciddiye almadı.

salmakis onun kendini ciddiye almamasına aldırmadı ve tekrar denedi..ona sımsıkı sarılıp ondan kendisiyle kalmasını istedi. ancak hermaphrodite böyle bir şey yapmayacağını söyleyerek onun kollarından kolayca sıyrıldı. bunun üzerine salmakis tanrılara yakardı.

" ey tanrılar, emir veriniz.. ne ben ondan ayrılabileyim, nede o benden..hiç kimse bizi birbirimizden ayıramasın"

tanrılar salmakis’in yakarışına cevap verdiler ve ikisini tek vücut haline getirdiler ve o günden sonra hem erkek hemde kadın olarak tek bir vücut içinde yaşamaya başladılar.

leda

odysseus
zeus bir gece, güzel bir kuğu şekline bürünerek taygetos dağının tepelerine indi. o yere indiği sırada aetolia kralının güzeller güzeli kızı leda uyuyordu. zeus güzel kokular saçan kanatlarını çırparak prensesi uyandırdı. kuğu ona doğru yaklaşarak uzun boynu ile yüzünü okşadı.

"benden korkma, ben aydınlık tanrısıyım" dedi ona "istiyorum ki birbirinin eşi olan iki çocuk dünyaya getiresin, onlar ay ve güneş gibi birbilerini takip ederek yaşasınlar. insanlara iyilik etsinler, can vermek üzere olan gemicilerin yardımlarına koşsunlar."

dokuz ay sonra leda ormanın derinliklerinde bir yumurta yumurtladı. yumurtanın içinden birbirinin eşi olan iki erkek çocuk çıktı. birinin adı kastor diğerininki ise pollüks oldu. yumurtadan çıkar çıkmaz parlak bir yıldız iki kardeşin başlarına nur döktü, sonra her ikiside aynı ata binerek ellerinde aynı mızraklarla dört nala oradan uzaklaştılar.

niobe

odysseus
niobe, lydia kralı tantolos’un kızı, thebai kralı amphion’un ise karısıydı. çok kibirli ve hırslı bir kadındı. hepsi birbirinden güzel tam oniki tane çocuğu vardı. altısı kız, altısıda erkekti. bundan dolayı kendini öyle beğeniyordu ki thebai kadınlarının büyük saygı duydukları tanrıça leto’yla sadece iki çocuğu var diye alay ediyordu. niobe daha fazla çocuğu olduğu için tanrıça leto’dan daha çok saygı görmesi gerektiğini söylüyordu.

leto bunları duyunca çok üzüldü. bunun yanında çok da öfkelenmişti. iki tanrıya ana olan bir kadına hakaret ettiği için niobenin cezalandırılmasını istedi. çocukları artemis ve apollon’u yanına çağırarak durumu anlattığında iki kardeş niobe’ye hak ettiği cezayı vermek için derhal harekete geçtiler.

niobenin altı oğlu kitheron dağının kayalıklarla örtülü sarp yamaçlarında avlanırlarken apollo öğle vakti onları kıstırdı ve görünmez okları ile altısınıda yere serdi. haber duyulunca altı kız kardeş, kardeşlerinin ölülerinin bulunduğu dağa koştular. fakat yol çok uzundu veonlar oraya ulaşana kadar gece olmuştu. karanlıkla birlikte artemis de gök yüzünde parlamaya başladı. annesini üzen kadının kızlarını görünmez okları ile avladı. tam dokuz gün hiç kimse dağa çıkıp oniki kardeşin cenazelerini almaya cesaret edemedi. bu yüzden cenaze törenleri de yapılamadı. niobe çocuklarının başına gelen bu felaketten dolayı günlerce ağladı kendini yerden yere vurdu. acısı öyle büyüktüki çocuklarının öldükleri dağa çıkıp zeus’tan kendisini kayaya çevirmesini istedi, ve zeus’ta bu acılı anne’nin isteğini yerine getirip onu çocuklarının cenazesinin başında kayaya çevirdi.

yazarların aslında söylemek istedikleri

odysseus


başlık : bilgiclerin aslinda soylemek istedikleri
meali : aslında bizim anlayamadıklarımız

"ya gördün mü sana popüler olmak faydalı demiştim bak sözlüğün a.q. duk kim ne diyebildi bize, peh sen huostondan gelen duyuru modundaki mesajlara boşver o mesajlar diğer danalar için, elimizdeki bir güçtür ve bunu istediğimiz gibi kullanırız sözlük bizsiz bir bok değil çokta s.kimize istemeyen yazmasın sözlük mü yok memlekette değil mi ama zorla mı tutuyoruz hem bak aramıza sürekli yeni kişiler katılıyor istediğimizi vezir yaparız istediğimizi rezil kimse de bize bir halt diyemez "

edit : ben başkalarının g.tüyle anlamıyorum hiç olmazsa...
edite devam : bu alan benim alanım burası bana ait burada bana sadece jedi ve mod lar ulaşabilir istersem buraya 1000 paragraf atabilirim jedi istemezse bir nokta bile koyamam...
edite devam ederken : farkettimde git gide sözlüğün bataklığına çekiliyorum içten içe sağol add ama gitmeliyim bu kadar kızacak ne vardı yaptım oldu de bitsin çünkü ben yaptım ve oldu...

bir dost

odysseus
saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın...
"nereden çıktın bu vakitte" dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
"gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı...
arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin.
kucaklamalı seni güvenli kolları,
...dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı...
en mahrem sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını açıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz...
onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, "hak ettim" diyebilmelisin.
teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi...
seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen bir sırdaş...
gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...

böyle bir dostum var benim.
pek sık görmesem de hep yanımda olduğunu bildiğim, yalansız riyasız dertleşebildiğim.
kuşağımın en iyisiydi hilafsız...
beraber okuduk, birlikte koştuk son 20 yılın amansız parkurunu...
katılasıya ağladık, doyasıya güldük yol boyu... ekmeğimizi ve acılarımızı bölüştük. çocuklar doğurduk, büyükler gömdük.
sonunda yara bere içinde oraya buraya savrulduk.
buluştuk geçenlerde...
bitaptı; kayan bir yıldız kadar ışıltılı, bir o kadar yorgun:
"- n’apıyorsun" diye sordum.
"- seyrediyorum" dedi; "çaresizce, öfkeyle, şaşkınlıkla ama sadece seyrediyorum".
seyrettiği; kuşağımızın en kötülerinin, pespayelik yarışında ipi ilk göğüsleyenlerin zirveye hak kazanmalarındaki akıl almaz gariplikti.
iyiliğin ve ustalığın bu kadar eziyet gördüğü, kötülüğün ve yeteneksizliğin bunca ödüllendirildiği bir başka coğrafya var mıydı acaba?
okuldaki ideallerimizden, gençlik coşkumuzdan söz ettik bir süre; tozlu raftaki bir kitabı yıllar sonra merakla karıştırır gibi...
ülkemizin kaderini değiştirmeye azimliydik mezun olurken; lakin karanlığını boğmaya yemin ettiğimiz ülke, karanlığına boğmuştu bizi...
pazarda görsek tezgahından meyve almayacağımız adamların cenderesinde bir ömür geçirmiş, tünelden çıkış sandığımız ışığın, üstümüze gelen kamyonun farı olduğunu çok geç fark etmiştik.
velhasılı ne sevebilmiş, ne terk edebilmiştik.
krizde geçmişti bütün gençliğimiz; ve şimdi çocuklarımıza tek devredebildiğimiz, çok daha ağırlaşmış bir kriz...
"- işte" diye iç geçirdi kadim dostum, "...bunları seyrediyorum bir kenardan sessizce..."

işte en çok da böyle zamanlarda bir dostu olmalı insanın...
yıllarca aynı ip üstünde çalışmış, cesaretle ihanet arasında gidip gelen bir salıncağın sınavında birbiriyle kaynaşmış iki trapezci gibi güvenle kenetlenmeli elleri...
"parkurun bütün zorluğuna rağmen dostluğumuzu koruyabildik, acıları birlikte göğüsleyebildik ya; yenildik sayılmayız" diyebilmeli...
issızlığın, yalnızlığın en koyulaştığı anda, küçücük bir kağıda yazdığımız kısa, ama ümitvar bir yazıyı, yüreğe benzer bir taşa bağlayıp birbirimizin camından içeri atabilmeliyiz:
"bunu da aşacağız!
imza: bir dost!.."


can dündar

buğu

odysseus
getirdiler hep bekledik sevgilim
götürdüler kim farketti
bu şarkının satırları gizledi bizi
ne şarkısı sesler hani?

bir hayalet şimdi zaman
bu nasıl dert, neyle derman?
oyun bitti herkes yitti
bütün hengame söze geldi
in cin top oynar bu viranede sevgilimi
bu ne bu ne aman
bu ben miyim?

karmaşa yayıldı bitti
çekti gitti
savruk küller gibi tepedeyiz
ne bir ses ne de bir nefes
yitirilip farketmenin anlamı kalmaz

(bkz: serdar keskin)

gonlum

odysseus
süz dedi gönlüm ayırdet!
icad etme bilinmezi bile bile

ses dedi gönlüm
eğil altında yıldızları farket!
sabret! inat etme

söz dedi gönlüm
sözsüz kainatta debelenme!

karışıyor çığlıklarım
sessizliğe gömülüyor
öre göre

sev dedi gönlüm
"o" kimse onun aşkına
onsuzluğu göre göre

seç dedi gönlüm
"hayır" de!
gelmesin üstüne zaman
bile bile..


(bkz: serdar keskin)

kacis

odysseus
kapat gözlerini balığım üzülme sen
bir gün elbet kurtulacağız cam çeperlerden

gülüş güzel gök mavi desem anlar mısın?
ben ağlasam haykırsam göğe, duyacak mısın?

zaman geldi mekan değil ertele sabret
balığım hiç dinmesin aşkın bir deniz hayal et


(bkz: serdar keskin)
(bkz: ıraksamalar)

don bak su bizim iklime

odysseus
kim hatırlar şu bizim hikayeyi
kim iyi anlatır o biçareyi
kimse bilmez o niye yitti
derdi ki bir zamanlar
pek hatırlamam hoş şeylerdi
ve sualimiz ruhsuz şimdi

halsizleştik koşar adım hayat
ayarız dön, bak nice halimiz
yüreğin bidünya tesellisiz
sokul usulcana sız yanıma
sonu gelsin tüm gizi şu alemin
bitkin düşür senden beni

aman aman inadı bırak
getir-götür bitir şu yarım işi
seslen varsın duymasınlar

derler ki, o iklimdi ki
bir zamanların düş iklimi
şimdi düşümüz tarifsiz ki
sabitleşmiş bu bakışların acıları diner
yık kendini
o masalı dinle
duy kendini

(bkz: serdar keskin)

denklem tiryakıleri

odysseus
anlatamadıysam kendimi sana
bil ki kendimede anlatamamamdandır
seni kendime, kendimi bana
kendimi kendime anlatamamamdandır

ölçüsüz iyiniyetler, iyimserlikler
bazan büyük, çoğu kez küçük hesaplara yenildiler
çoğaldılar belki ama eridiler

yolculuğun son metreleri sanki
dünya zaten sürgün yeri
buluşsun artık şu kopası bellekleriniz
yeni yollarda zaten bunu gözler
terbiye gümrükleri, sürgün yerleri
birde bütün bunlar yetmezmiş gibi
sohbetlerde popa sardı
denklem tiryakileriyiz artık hayattan

(bkz: serdar keskin)
(bkz: ıraksamalar)

hayat bilgisi

odysseus
bir dahi olmak sıradan
yada bir pencere camı olmayan
ya yürekte tertemiz filizlenen zakkum çiçeği
ya en önde gidenler
bilirim, bilirsin dünya döner
bilirler dünya biter
ve uzaklarda yıldızlar parıldar güler
ağlamaz onlar ama söner gider
söyle hoca söyle!
bilmez misin sen de böyle?..
nereye bakar gözlerin
ufka dalmak niye
kül rengi olup benzin
toprağa dönmek niye?..

(bkz: serdar keskin)
(bkz: ıraksamalar)
11 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol