sanatçılığa ordu evlerinde şarkı söylerek başlamış kişidir.
necip fazılın hapisteyken oğlu mehmete yazdığı şiirdir.
"çatık kaş... hükümet dedikleri zat...
beni allah tutmuş kim eder azat? " kısmı ise bir harikadır.
"çatık kaş... hükümet dedikleri zat...
beni allah tutmuş kim eder azat? " kısmı ise bir harikadır.
karacaoğlan’a ait bir şiirdir.
incecikten bir kar yağar
tozar elif elif diye
deli gönül abdal olmuş
gezer elif elif diye
elif’in uğru nakışlı
yavru balaban bakışlı
yayla çiçeği kokuşlu
kokar elif elif diye
elif kaşlarını çatar
gamzesi sineme batar
ak elleri kalem tutar
yazar elif elif diye
evlerinin önü çardak
elif’in elinde bardak
sanki yeşil başlı ördek
yüzer elif elif diye
karac’oğlan eğmelerin
gönül vermez değmelerin
iliklemiş düğmelerin
çözer elif elif diye
şiirin anlamı yıllarca yanlış yorumlanmış. şiirin gerçek anlamı şu yazıda ;
"halk edebiyatının usta nefesi karacaoğlan’ın o ünlü şiirini bilmeyeniniz, hatırlamayanınız var mıdır? özellikle de ilahi formunda bestelenmiş ve hele hele münip utandı tarafından seslendirilmişse insanı yasemin fırtınalarının içine fırlatır atar bu doğurgan mısralar:
incecikten bir kar yağar
tozar elif elif diye
deli gönül abdal olmuş
gezer elif elif diye
***
elif in uğru nakışlı
yavru balaban bakışlı
yayla çiçeği kokuşlu
kokar elif elif diye
ne var ki, ben de sizler gibi bu şiirin başında yer alan “incecik” kelimesini karın “incecikten” yağması şeklinde anlamış, bir başka deyişle karın bulgur gibi ‘ince ince’ yağdığını hayal etmişimdir. oysa işin aslı hiç de bildiğimiz gibi değilmiş.
nasılmış peki?, diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. anlatayım izninizle…
deneme ustası salâh birsel, 28 mayıs 1954 tarihli günlüğüne şu ilginç satırları düşmüş:
kapıdere’den sonra 58 kilometre otobüs yolculuğu.
yolların ne kadar bozuk olduğunu anlatmak için şunu söyleyeyim: bir insanın yaya olarak 12 saatte varabileceği elbistan’a biz otobüsle tam 4 saatte geldik.
(…)
yanımda, yere bağdaş kurmuş bir afşar delikanlısı, incecik’in elbistan köylerinden biri olduğunu, incecik’li kızlardan çoğunun elif diye anıldığını söylüyor. “karac’oğlan, diyor, bu dolaylarda uzun boylu kalmıştır. karac’oğlanın şiirindeki incecik sözcüğünün bir köy adı oluşunu öğrenişim beni ona daha da ısındırıyor. şiiri, yeniden, içimden, hem de içercesine, içimden içercesine okuyorum.[1]
yukarıdaki satırları okumadan önce şiirde geçen “incecik”in bir sıfat değil, maraş’ın elbistan ilçesine bağlı merkez köylerinden biri olduğu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. ancak maraşlı dostlarımın yardımlarıyla araştırdım, hakikaten doğru çıktı. dahası, incecik köyünün öğretmeni hüseyin yılmaz’la 27 ocak 2008’de yaptığım telefon konuşması da salâh birsel’in 54 yıl önce o “afşar delikanlısı”ndan işittiklerinin doğruluğunu ortaya koyuyordu.
incecik köyü dağın üst yamacındaymış ve elbistan’da ilk kar incecik köyüne yağarmış. karacaoğlan da incecik’ten bir elif’e sevdalanınca köyün civarından ayrılmaz olmuş. derken kış bastırmış ve kar yağmaya başlamış. kar “incecik”teki sevdalısının üzerinden geçerek geldiği için rüzgârın da etkisiyle “elif elif diye toz”uyor ve nihayet karacaoğlan’ın başına düşüyormuş.
biliyorum, alışmak biraz zor olacak ve zaman alacak ama şahsen karacaoğlan’ın şiirini bu yeni anlam kümesiyle birlikte yeniden okumaya, onu ağır ağır içime sindirmeye çalışıyorum şu günlerde.
ve düşünüyorum:
bildiğimizden bu denli emin olduğumuz bir konuda bile böylesine yayan kalabiliyorsak, emin olmadıklarımız ne haldedir, kim bilir? "
incecikten bir kar yağar
tozar elif elif diye
deli gönül abdal olmuş
gezer elif elif diye
elif’in uğru nakışlı
yavru balaban bakışlı
yayla çiçeği kokuşlu
kokar elif elif diye
elif kaşlarını çatar
gamzesi sineme batar
ak elleri kalem tutar
yazar elif elif diye
evlerinin önü çardak
elif’in elinde bardak
sanki yeşil başlı ördek
yüzer elif elif diye
karac’oğlan eğmelerin
gönül vermez değmelerin
iliklemiş düğmelerin
çözer elif elif diye
şiirin anlamı yıllarca yanlış yorumlanmış. şiirin gerçek anlamı şu yazıda ;
"halk edebiyatının usta nefesi karacaoğlan’ın o ünlü şiirini bilmeyeniniz, hatırlamayanınız var mıdır? özellikle de ilahi formunda bestelenmiş ve hele hele münip utandı tarafından seslendirilmişse insanı yasemin fırtınalarının içine fırlatır atar bu doğurgan mısralar:
incecikten bir kar yağar
tozar elif elif diye
deli gönül abdal olmuş
gezer elif elif diye
***
elif in uğru nakışlı
yavru balaban bakışlı
yayla çiçeği kokuşlu
kokar elif elif diye
ne var ki, ben de sizler gibi bu şiirin başında yer alan “incecik” kelimesini karın “incecikten” yağması şeklinde anlamış, bir başka deyişle karın bulgur gibi ‘ince ince’ yağdığını hayal etmişimdir. oysa işin aslı hiç de bildiğimiz gibi değilmiş.
nasılmış peki?, diye sorduğunuzu duyar gibi oluyorum. anlatayım izninizle…
deneme ustası salâh birsel, 28 mayıs 1954 tarihli günlüğüne şu ilginç satırları düşmüş:
kapıdere’den sonra 58 kilometre otobüs yolculuğu.
yolların ne kadar bozuk olduğunu anlatmak için şunu söyleyeyim: bir insanın yaya olarak 12 saatte varabileceği elbistan’a biz otobüsle tam 4 saatte geldik.
(…)
yanımda, yere bağdaş kurmuş bir afşar delikanlısı, incecik’in elbistan köylerinden biri olduğunu, incecik’li kızlardan çoğunun elif diye anıldığını söylüyor. “karac’oğlan, diyor, bu dolaylarda uzun boylu kalmıştır. karac’oğlanın şiirindeki incecik sözcüğünün bir köy adı oluşunu öğrenişim beni ona daha da ısındırıyor. şiiri, yeniden, içimden, hem de içercesine, içimden içercesine okuyorum.[1]
yukarıdaki satırları okumadan önce şiirde geçen “incecik”in bir sıfat değil, maraş’ın elbistan ilçesine bağlı merkez köylerinden biri olduğu kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. ancak maraşlı dostlarımın yardımlarıyla araştırdım, hakikaten doğru çıktı. dahası, incecik köyünün öğretmeni hüseyin yılmaz’la 27 ocak 2008’de yaptığım telefon konuşması da salâh birsel’in 54 yıl önce o “afşar delikanlısı”ndan işittiklerinin doğruluğunu ortaya koyuyordu.
incecik köyü dağın üst yamacındaymış ve elbistan’da ilk kar incecik köyüne yağarmış. karacaoğlan da incecik’ten bir elif’e sevdalanınca köyün civarından ayrılmaz olmuş. derken kış bastırmış ve kar yağmaya başlamış. kar “incecik”teki sevdalısının üzerinden geçerek geldiği için rüzgârın da etkisiyle “elif elif diye toz”uyor ve nihayet karacaoğlan’ın başına düşüyormuş.
biliyorum, alışmak biraz zor olacak ve zaman alacak ama şahsen karacaoğlan’ın şiirini bu yeni anlam kümesiyle birlikte yeniden okumaya, onu ağır ağır içime sindirmeye çalışıyorum şu günlerde.
ve düşünüyorum:
bildiğimizden bu denli emin olduğumuz bir konuda bile böylesine yayan kalabiliyorsak, emin olmadıklarımız ne haldedir, kim bilir? "
temizlenmemiş kokoreci pek bir sever bunlar.
(bkz: emoş)
insanın canı sıkılınca en çok yapmak istediği şeydir.
(bkz: hiç mi yok)
bulmacalarda sıklıkla sorulan sorudur.
istanbul’da namusu kirletilen şeydir. şeydir diyorum çünkü bunu tanımlayacak kelime ahlak kuralları çerçevesinin dışında.
bu yüzden emin olunmayan sorular boş bırakılır. ama zeki ve bir o kadar kendine güvenen beyni sulanmış öss öğrencileri sallamayı tercih eder.
baykuşgillerden, orman, dağ ve kayalıklarda yaşayan, uzunluğu yaklaşık 65 cm, sırtı koyu kahverengi bir kuş türü (bubo bubo).
bir nurullah genç şiiridir.
o esrarlı yangına bu can nasıl dayandı
sahile vurdu kalbim su yandı, kum da yandı,
bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum
ölüme baş kaldıran dertli uykum da yandı
yurdumdan mahrum edip dolaştırdın cem gibi
ruhumla söndü alev sonra ruhum da yandı
kül oldu bir yiğidin figânıyla her umut
bülbülün küllerine konan puhum da yandı
böylesi bir yangın görmedi nemrut bile
kaktüsün gölgesinde nazlı ahım da yandı
ahımdır zannederdim en belalı kıvılcım
kirpiğine dokunan kanlı ahım da yandı
bir damla su ver bana ey çöl, bari sen küsme
kalmadı hiçbir şeyim bak günahım da yandı
yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme
ülkem yıkıldı heyhat, ordugahım da yandı.
köleleri her akşam duman kıldı gözlerim
başıma tac ettiğim padişahım da yandı
ilk defa böylesine tutuştu gökkuşağı
renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı
ondan başka ne varsa yandı, yandık sen ve ben
onu göreyim diye kıblegâhım da yandı...
o esrarlı yangına bu can nasıl dayandı
sahile vurdu kalbim su yandı, kum da yandı,
bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum
ölüme baş kaldıran dertli uykum da yandı
yurdumdan mahrum edip dolaştırdın cem gibi
ruhumla söndü alev sonra ruhum da yandı
kül oldu bir yiğidin figânıyla her umut
bülbülün küllerine konan puhum da yandı
böylesi bir yangın görmedi nemrut bile
kaktüsün gölgesinde nazlı ahım da yandı
ahımdır zannederdim en belalı kıvılcım
kirpiğine dokunan kanlı ahım da yandı
bir damla su ver bana ey çöl, bari sen küsme
kalmadı hiçbir şeyim bak günahım da yandı
yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme
ülkem yıkıldı heyhat, ordugahım da yandı.
köleleri her akşam duman kıldı gözlerim
başıma tac ettiğim padişahım da yandı
ilk defa böylesine tutuştu gökkuşağı
renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı
ondan başka ne varsa yandı, yandık sen ve ben
onu göreyim diye kıblegâhım da yandı...
9 ay sonra halil ibrahim sofrası doğuracak kadındır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?