confessions

melankomik

- Yazar -

  1. toplam entry 9888
  2. takipçi 3
  3. puan 200584

kediden özür dilemek

melankomik
pencereyi hızla kapatıp, penceredeki kedinin kuyruğunu sıkıştırmak, yanlışlıkla kedinin kuyruguna basmak, kedinin üstüne yanlışlıkla kaynar su dökmek gibi kazalardan sonra istemeden, ince bir ses tonuyla özürdilerim özürdilerim diye haykırma eylemi. istemdışı bir şey. ama kedi hiçbir zaman anlamıyor pençelerini çıkarıp kssssssf dedi mi yusuf yusuf attırıyor. kediler çok kaba hayvanlar gerçekten.

rüyada sanskritce konuşmak

melankomik
şeytan girmesi olayının ilk evrelerinden biri. tek çaresi erken teşhistir. en yakın zamanda bir papaza başvurulmalıdır. arkadaşım uzun zamandır geceleri sayıklıyordu. anlamsız şeyler söylediğini sanıyorduk ama sanskrit dili ve edebiyatı okuyan bir arkadaş bunun sanskritçe olduğunu söyledikten sonra hemen aşıları yaptırıp kurtulduk. erken teşhis gerçekten önemli bu evrede.

bilgiçlerin şiirleri

melankomik
yazdığın tek cümleyi okurkenki kadar kalbim,
daha önce hiç çarpmadı eminim.
hayallarimi gerçek sandığım zamanlarımdan benim,
nice yaralar kaldı içimde.
içimdeki çocuk yıllardır küskün,
herkese, her şeye..
ismini söylesem yine;
içimde bayram havası,
varlığını düşünsem bile..

hırsımı, tutkumu, çocukluğumu,
gömdüm çıkarmamak üzere.
uzun zaman önce..
ve sadece..
mutlu eden duruşun,
huzur veren sesin var.
anlamazlar. anlamasınlar...



can dündar

melankomik
"benim türbanlı öğrencilerim oldu; şimdi de okurlarım var.
çoğu, araştırmada çıktığı gibi, varlıklı, en az lise tahsilli, şehirli, genç kadınlar...
eşleri, artık onlar sayesinde iş buluyor, ama kendileri hâlâ üniversitesiz, işsiz durumdalar.
örtülerinden dolayı kendilerini eğitim hakkından mahrum bırakanlar kadar, kendilerini değil örtülerini (ya da eşlerini) taltif edenlerin de onlara parya rolü biçtiğinin, çözüm yerine siyasi rant peşine düştüğünün farkındalar.
ilkin "islamcı feministler"de baş gösteren bu rahatsızlığın yakında daha da yaygınlaşacağına ve burada kadınlar arasında bir çıkar birliği oluşacağına inanıyorum.
yeter ki, dışlamak yerine kazanmayı deneyelim."


demiş..

türbanlı sayısı 4 yilda 4 kat artti

melankomik
milliyet gazetesi dün kapsamlı bir anket yayımlamaya başladı. konda firmasının hazırladığı anket aslında üç ay öncesine ait; hayli eski anketin şimdi yayımlanması ilginç. daha da ilginci şu: kanal-d televizyonunun ’32. gün’ programı için yapılmış ve radikal gazetesinde üç ay önce yayımlanmış yine ’türban’ konulu bir başka anket milliyet’in dün yayımladığı anketten daha yeni tarihli.



radikal’de 28 eylül 2007 tarihinde yayımlanan 32. gün anketini yapanlar alan araştırmalarını 21-23 eylül 2007 tarihlerinde tamamlamışlar; milliyet’in dün piyasaya sürdüğü anketi yapanlar ise 7-8 eylül 2007 tarihlerinde alana çıkmışlar.



daha da ilginci şu: milliyet’te anketi yayımlanan konda şirketiyle 32. gün anketini yapan a&g firması ’kardeş’ sayılabilecek iki kuruluş.




bu kadar ayrıntı vermemin sebebi çok basit: aydın doğan’a ait milliyet’in dün yayımladığı anket ile bundan üç ay önce yine aydın doğan’a ait radikal’de yayımlanmış 32. gün anketi birbiriyle taban tabana zıt... milliyet’in dün "türbanlı sayısı 4’e katlandı" manşeti eşliğinde sunulan tarhan erdem imzalı araştırma dehşetengiz bilgiler içeriyor: başını örtenlerin sayısı son dört yılda yüzde 64.2’den 69.4’e çıkmış... başını türban ile örtenlerin oranı ise yüzde 3,5’tan 16.2’ye yükselmiş... 2003 yılında türban takan lise mezunlarının oranı yüzde 2.5 iken bugün yüzde 17.2’ye yükselmiş bu oran. türbanlı üniversite mezunlarının oranı 4 yılda 2.6’dan 11.4’e çıkmış...



"türban serbest bırakılırsa bütün öğrenciler kapanır" demişti ya tarhan erdem, onu ispatlıyor bu anket...



oysa radikal’de üç ay önce "örtülü kadın sayısı azaldı, malezya olmuyoruz" manşetiyle sunulan a&g raporu farklı telden çalıyor: bu araştırmaya göre başını örtenlerin sayısında dört yılda yüzde 2.9 azalma olmuş. a&g firmasının raporunda başına taktığı örtüye ’türban’ adını verenlerin oranı sadece yüzde 6.1 görünüyor.



dikkat ederseniz, her iki araştırma da dört yıl önce yapılmış bir başka araştırmaya atıfta bulunuyor. 27 mayıs 2003 tarihinde milliyet gazetesinde yayımlanmış o araştırmaya baktığımızda, onun, birbirinden çok keskin hatlarla ayrılan son iki araştırmayı gerçekleştirmiş iki uzmanın ortak çalışması olduğunu görüyoruz.



şimdi bu bilgilere sahip olduktan sonra durup, "ne oluyoruz?" diye sormaz mısınız?



elbette anketler de yanılır; ancak burada ’yanılma’ sözcüğüyle izah edilmesi imkânsız bir durum söz konusu. birbirine yakın tarihte aynı konuda iki araştırma yapılmış; alana daha sonra çıkan firmanın yürüttüğü araştırmanın sonuçları henüz dumanı üzerinde tüterken yayımlanırken, alana daha önce çıkan firmanın tam ters sonuçlar çıkarmaya yarayan araştırması üç ay elde tutulup bayatladıktan sonra servise sokuluyor. hem de aynı medya grubu tarafından...



neden acaba?



bu soruyu iki ayrı durum için de soruyorum. önce yayımladığıyla taban tabana çelişen ’bayat’ araştırmanın neden ve neden şimdi yayımlandığını da merak ediyorum tabii, ama bir başka merak konum daha var: aydın doğan’ın sahibi olduğu medya kuruluşları, farklı bulgulara sahip daha erken bir tarihte yapılmış konda araştırması ellerinde olduğu halde, tam da "türkiye malezyalaşıyor mu?" tartışması sürerken, "korkmayın, malezyalaşmıyoruz" sonucu çıkartan daha sonra kotarılmış araştırmayı neden yayımladı?



türkiye birçok bakımdan gerçekten garip bir ülke; ancak bir medya grubunun ikide bir manşetleriyle kafaları karıştırması çok daha garip... en iyisi aydın doğan kararını açıklasın da hepimiz rahatlayalım: yakın tarihlerde yapılmış iki rapordan hangisine inanalım; "korkmayın" diyene mi, yoksa dehşete düşürene mi? suudi arabistan mı oluyoruz, ab’ye mi giriyoruz?



bildiğim gerçek şu: anketler yalan söylemez, insanlar onlara yalan söyletir.




fehmi koru

kursuden indirilen türbanlı kiz

melankomik
hollanda resminin büyük ustalarından vermeer?in tablolarını andırıyor genç kız.

başını üzüntüyle öne eğmiş.

resim çekilirken, saçlarını örten beyaz başörtünün yanağına değen kısmının gölgesi yansımış yüzüne.

henüz on altı, on yedi yaşında.

büyükçe bir salonun önündeki sahnede duruyor.

ve ağlıyor.

öğretmenler günü için yapılan kompozisyon yarışmasını kazandığı için davet etmişler onu oraya.

ödülünü alması için sahneye çağırmışlar.

tam ödülünü alacağı sırada, aşağıda oturan kaymakamla general "indirin onu oradan" demişler.

herkesin önünde, "bu ödülü almaya layık birisi olmadığı" yüzüne vurularak aşağıya indirilmiş.

"neden" diyebilmiş sadece genç kız, "neden?"

böylesine aşağılanmasının, herkesin önünde utandırılmasının nedenini öğrenmek istemiş.

bunun insanlığa, adalete, vicdana uyan bir cevabı yok elbette.

kendini bir an o kızın yerine koyabilecek kadar duygu ve zekâ sahibi biri, o kızın orada nasıl bir acı hissettiğini anlayabilir.

ve, aynen o kız gibi sormak ister:

"neden?"

"neden bu kadar insafsız, bu kadar vahşi, bu kadar barbarsınız?"

"neden çocuklarınızı böyle aldırmazca üzüyorsunuz?"

bu kötü kalplilik mi bilmiyorum ama o çocuğa öyle davrananların da aynı muameleye uğramasını istiyorum.

vali, kaymakamı aynı tavırla herkesin önünde sahneden indirtsin, o generali "indirin onu oradan" diyerek komutanı utandırsın.

ama tabii böyle şeyler olmayacak.

"devletimizin görevlilerinin" başına gelmez bunlar.

başörtülülerin, kürtlerin, alevilerin, solcuların, demokratların, milliyetçilerin, kısacası bu ülkede yaşayan halkın başına gelir.

bu devlet, öylesine tuhaf davranıyor ki insanlara, normal hiçbir devlet için akla gelmeyecek şeyler düşündürüyor.

biliyorsunuz, bizim köy kahvelerinde bile tekrar edilen bir laf vardır, "ingilizler bölerek yönetir."

bu lafı çok tekrarlarız.

bu sözü böylesine benimsememizin başka bir sebebi olabileceğini düşünüyorum artık.

osmanlı?dan bu yana bizim devletimizin kendi halkına bu "böl, yönet" yöntemini uyguladığına aklım yatıyor.

huzursuzluğu sürekli olarak "devlet" çıkartıyor çünkü.

birilerine "solcu" diyor mesele çıkartıyor, birilerine "kürt" diyor mesele çıkartıyor, birilerine "alevi" diyor mesele çıkartıyor, birilerine "türbanlı" diyor mesele çıkartıyor.

birisi solcu olunca birisi de sağcı oluyor elbette, birisi kürt olunca diğeri türk oluyor, biri alevi olunca öbürü sünni oluyor, birisi dinci olunca beriki laik oluyor.

ve çatışma başlıyor.

devlet bu işlere karışmamış, herkesi birbirine düşman edecek kadar hoyrat davranmamış, bütün propaganda araçlarını insanları bölmek için kullanmamış olsa, bu ülkede bu kadar düşmanlık olmazdı gibi geliyor bana.

değişik ırklardan, değişik mezheplerden, değişik inançlardan, değişik fikirlerden insanlar, birbirimizle tartışarak yaşar giderdik.

normal bir ülkemiz olurdu.

ama sanırım sorun da burada.

bugünkü devlet kadroları, "normal" bir devlette bugün bulundukları mevkilerde olabilirler miydi?

o küçük kızı sahneden indiren kaymakam kanada?da kaymakamlık, o general isveç?te generallik yapabilir miydi?

tekmeyle adam öldüren polisler isviçre?de polis, onların müdürleri ingiltere?de polis amiri, bakanları hollanda?da bakan olarak kalabilir miydi?

hakarete uğrayan profesöre, "sen şüphelisin, sana her şey söylenebilir" diyen savcı hangi ülkede savcılık görevini sürdürebilirdi?

devletin halka karşı benimsediği bu hoyratlığın, insafsızlığın, saldırganlığın geçerli bir sebebi olduğuna kaniim artık.

bu ülkenin normalleşmesini istemiyorlar.

hiçbir zaman istemediler.

osmanlı?nın son döneminde de, cumhuriyette de?

hep bir mesele olsun, hep insanlar bölünsün, hep huzursuzluklar yaşansın, hep çatışmalar olsun istiyorlar.

halk bölünüp kendi içinde çatıştığı sürece kimse devlet görevlilerinin birikimini, yeteneğini, zekâsını, entelektüel kapasitesini sorgulamayı akıl edemiyor.

birbirimizle uğraşmaktan başımızı çevirip devlete bakamıyoruz.

ama bir düşünün, sağcısıyla solcusuyla, alevisi sünnisiyle, kürdüyle türküyle, bu ülkede hapisten, işkenceden, baskıdan geçmemiş hiçbir kesim yok.

devlet, en çok "milliyetçileri" severdi, onlara bile neler yaptı?

çünkü aslında hiç kimseden yana değiller, sadece gerginliğin sürmesini istiyorlar.

"bölüyorlar, yönetiyorlar."

ingilizler bunu "sömürgelerine" yapardı?

onlar kendi halklarına yapıyorlar.



taraf gazetesi, 27 kasım 2007, ahmet altan
78 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol