halid ziya uşaklıgil’in aşk-i memnû romanındaki çılgın insan
din bilgini
peyami safanın babası ismail safanın yazdığı tiyatro eseri.
dehşet saçan anlamında kullanılır. özellikle cumhuriyet dönemi romancılarımız romanlarında sıklıkla kullanmışlardır
aşk dağıtan, aşk saçan
dağıtan,yayan
arapça doğru söylememek, hata etmek demektir.
bu kelime türkçede galat-i meşhur dediğimiz bir kullanımla tam tersi anlamda kullanılmaktadır. arapçadaki tam karşılığı mahrem olmayan anlamında olmasına rağmen türkçede mahrem olan anlamında kullanılır
ayrıca bu kelime farsçadır
"gamım pinhâh dutardum ben, dediler yâre kıl rûşen
desem ol bîfefâ bilmem inanur mu inanmaz mu"
fuzûlînin eşsiz gazelindeki beyitte geçer.
desem ol bîfefâ bilmem inanur mu inanmaz mu"
fuzûlînin eşsiz gazelindeki beyitte geçer.
guatemaladaki devrimci hareketçilerin başı
para karşılığında satın alınmış köle
dağınık, düzensiz, perişan
sami paşazade sezainin romanı
özetle..
evinden ayrılıp bir gemi ile yurdundan uzaklaşan küçük kız, onun gibi başka bir esir kız ile birlikte neresi olduğunu bilmediği bir yere getirilmiştir. bu kızı bundan sonra birçok sürprizler beklemektedir.
ilk olarak kız (henüz bir ismi yoktur), yaşlı fakat zengin bir kadını yanına ona hizmet etmesi amacıyla satılmıştır. küçük kız burada tam bir esaret hayatı yaşamaktadır. sürekli olarak buradan nasıl kurtulabileceğinin planlarını yapmaktadır. bu evin hanımının yanı sıra hanıma hizmet etmekte olan başka bir kadın da kıza baskı yapmaktadır. bu durum kızı yıpratmakta, zaten bir umudu olmayan yaşamdan onu iyice somutlamaktadır. bir gün kız bu evden kaçmayı iyece kafasına taktığı bir anda bir gece yarısı evden kaçar. çevreyi pek tanımadığı için saatlerce yürür fakat bir yerede yorgun bir şekilde yere yığılmaktan başka çaresi yoktur. yerde kaldığı bölgede bir evin bahçe kapısının önüdür.
sabah olunca evin hizmetlilerinden biri kızı farkeder ve onu içeri almak için yaşlı ev sahibine danışır. oda bunu çok olumlu bir şekilde karşılar ve hemen yardım etmek niyetiyle onu yanına alır. ilk olarak karnı doyurulur, güzel bir uyku çektirirlir. daha sonra kız kendine gelince ona neler olup bittiği sorulur. oda analatır evin hanımı kızın yaşadıklarını duyunca çok üzülür ve ona yardım edeceğini söyler, kızdabuna çok sevinir. evin hanımı ona sahibinden izin alacağını ve artık kendi yanında kalacağını söyler. bunun için hanımı kızın kaçtığı eve gider. ve onu yanına almak istediğini söyler. fakat kadın bunu onur meselesi yaparak kabul etmez. bundan sonra kızda eski evine geridöner. bu olay kızı çok etkilemiştir. çünkü daha önce kaçtığı eve tekrar dönmüştür. gider gitmez yine hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşmıştır.
günler böyle geçip giderken birgün mustafa bey evin sahibi birkaç yıl önce işlediği bir hatadan dolayı bir çok borcu olmuştu ve bu borçları ödemek için karısıyla tartışırdı. birgün karısıyla beraber kızın satılmasına kara veridler.
kızın adı kaçtığı evde hanımın onu çok güzel bulması üzerine ‘dilber’ olarak koyulmuştu. bundan sonrada ona ‘dilber’ olarak seslenilmeye başlandı. dilber kendisi hakkında satılması kararının alınmasından sonra bir esirciye satıldı. ve dilber’in bütün hayatı bu yönde değişti. dilber bundan sonra belli bir süre esir hayatı yaşamıştır. bu süre içinde bir çok kendisi gibi esir hayatı yaşamış olan kız arkadaşları olmuştur. onların hayatlarını dinledikçe aslında kendi hayatının okadarda kötü olmadığının farkına varmıştır. daha nice insanların kendisi gibi cefa çektiğini anlamıştır. buradaki bir çok kızın çeşitli meziyetleri vardır. bir tanesi çok iyi bir şekilde ud çalmaktadır bu yüzden çoğu yerden çağrılmaktadır. dilber’de onun gibi ud çalabilmeyi çok istemektedir.
dilber’e bir gün bir talip çıkmıştır, ve dilber’de o eve gitmek zorunda kalmıştır zaten onun böyle bir şeyi isteyip istemediği pek önemli değildir, önemli olan bir kaç kişinin işinin görülmesidir.
dilber’in gittiği bu evde ona bir esir gibi değil, bir insan gibi yaklaşılması onu çok etkilemiştir. evde bir hanımefendi, onun kocası ve onların tek oğlu olan celal bey bulunmaktadır. celal bey aynı zamanda bir ressamdır. yaptığı porrelerle ün kazanmıştır. dilber’i evde görünce o da çok şaşırmıştır. çünkü dilber’i cleopatra’ya benzetmişti. celal bey yalnız yaşadığı için kız arkadaşı ya da sevgilisi yoktur. fakat dilber’i gördüğü andan itibaren içinde bir kıvılcım oluşmuştur. ilk zamanlarda dilber’de buna bir karşılık doğmamış fakaat günler geçtikçe dilber’de onaa karşı ilgi duymaya başlayacaktır. celalbey dilber’i boş bulduğu zamanlarda odasına çağırıp onun resimlerini yapmaya başlamıştır. kimi zaman nü resimlerinide çalışır. dilber’in bebeksi vücudunu gördüğü zamanlarda daha önce hç yaşamadığı duyguları tadıyordu. ona her baktığında onun daha değişik bir güzelliğini yakalıyordu. günler geçtikçe dilber zamanının büyük bir kısmını celal beyin yanında geçirmeye başlar. böylelikle celal beyin dilber’e olan aaşkı da diğer ev halkı tarafından da öğrenilir. bu arada celal bey açıkça aşkını dilber’e de belli etmeye başlar. dilber bu olaya ilk önceleri çok şaşırır. çünkü böyle bir şeye asla imkan vermez. bunun nedeni de onun esir kız olmasıdır. daha ssonraları dilber de celaal beye karşılık vermeye başlar. günler geçtikçe onlar aşklarını bariz bir şekilde yaşarlar. evin baahçesinde yıldızları seyrederler, beraber gezerler. fakat bu durum celal beyin annesini olddukça rahatsız eder ve buna akarşı bir önlem almak ister. bu beraberliği bitirmek için dilberi celal beyin evde olmadığı bir zamanda bir esirciye satar. tabii dilber’in yapacak birşeyi yoktur. celal bey daha sonra eve döner ve ilk olarak dilber’in nerede olduğunu sorar önce bunu öğrenemesede daha sonra öğrenir fakat onu bütün aramalrına rağmen bulamaz. bundan sonraki bütün hayatı boyunca oda dilber’de mutlu olamaz.
bundan sonra ikiside hiç mutlu olmadığı gibi bu olay biçare dilberi intihara kadar sürükler bu yaptıklarına celal bey’in aileside çok pişman olur ama yapabilecek bir şey yoktur.
özetle..
evinden ayrılıp bir gemi ile yurdundan uzaklaşan küçük kız, onun gibi başka bir esir kız ile birlikte neresi olduğunu bilmediği bir yere getirilmiştir. bu kızı bundan sonra birçok sürprizler beklemektedir.
ilk olarak kız (henüz bir ismi yoktur), yaşlı fakat zengin bir kadını yanına ona hizmet etmesi amacıyla satılmıştır. küçük kız burada tam bir esaret hayatı yaşamaktadır. sürekli olarak buradan nasıl kurtulabileceğinin planlarını yapmaktadır. bu evin hanımının yanı sıra hanıma hizmet etmekte olan başka bir kadın da kıza baskı yapmaktadır. bu durum kızı yıpratmakta, zaten bir umudu olmayan yaşamdan onu iyice somutlamaktadır. bir gün kız bu evden kaçmayı iyece kafasına taktığı bir anda bir gece yarısı evden kaçar. çevreyi pek tanımadığı için saatlerce yürür fakat bir yerede yorgun bir şekilde yere yığılmaktan başka çaresi yoktur. yerde kaldığı bölgede bir evin bahçe kapısının önüdür.
sabah olunca evin hizmetlilerinden biri kızı farkeder ve onu içeri almak için yaşlı ev sahibine danışır. oda bunu çok olumlu bir şekilde karşılar ve hemen yardım etmek niyetiyle onu yanına alır. ilk olarak karnı doyurulur, güzel bir uyku çektirirlir. daha sonra kız kendine gelince ona neler olup bittiği sorulur. oda analatır evin hanımı kızın yaşadıklarını duyunca çok üzülür ve ona yardım edeceğini söyler, kızdabuna çok sevinir. evin hanımı ona sahibinden izin alacağını ve artık kendi yanında kalacağını söyler. bunun için hanımı kızın kaçtığı eve gider. ve onu yanına almak istediğini söyler. fakat kadın bunu onur meselesi yaparak kabul etmez. bundan sonra kızda eski evine geridöner. bu olay kızı çok etkilemiştir. çünkü daha önce kaçtığı eve tekrar dönmüştür. gider gitmez yine hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşmıştır.
günler böyle geçip giderken birgün mustafa bey evin sahibi birkaç yıl önce işlediği bir hatadan dolayı bir çok borcu olmuştu ve bu borçları ödemek için karısıyla tartışırdı. birgün karısıyla beraber kızın satılmasına kara veridler.
kızın adı kaçtığı evde hanımın onu çok güzel bulması üzerine ‘dilber’ olarak koyulmuştu. bundan sonrada ona ‘dilber’ olarak seslenilmeye başlandı. dilber kendisi hakkında satılması kararının alınmasından sonra bir esirciye satıldı. ve dilber’in bütün hayatı bu yönde değişti. dilber bundan sonra belli bir süre esir hayatı yaşamıştır. bu süre içinde bir çok kendisi gibi esir hayatı yaşamış olan kız arkadaşları olmuştur. onların hayatlarını dinledikçe aslında kendi hayatının okadarda kötü olmadığının farkına varmıştır. daha nice insanların kendisi gibi cefa çektiğini anlamıştır. buradaki bir çok kızın çeşitli meziyetleri vardır. bir tanesi çok iyi bir şekilde ud çalmaktadır bu yüzden çoğu yerden çağrılmaktadır. dilber’de onun gibi ud çalabilmeyi çok istemektedir.
dilber’e bir gün bir talip çıkmıştır, ve dilber’de o eve gitmek zorunda kalmıştır zaten onun böyle bir şeyi isteyip istemediği pek önemli değildir, önemli olan bir kaç kişinin işinin görülmesidir.
dilber’in gittiği bu evde ona bir esir gibi değil, bir insan gibi yaklaşılması onu çok etkilemiştir. evde bir hanımefendi, onun kocası ve onların tek oğlu olan celal bey bulunmaktadır. celal bey aynı zamanda bir ressamdır. yaptığı porrelerle ün kazanmıştır. dilber’i evde görünce o da çok şaşırmıştır. çünkü dilber’i cleopatra’ya benzetmişti. celal bey yalnız yaşadığı için kız arkadaşı ya da sevgilisi yoktur. fakat dilber’i gördüğü andan itibaren içinde bir kıvılcım oluşmuştur. ilk zamanlarda dilber’de buna bir karşılık doğmamış fakaat günler geçtikçe dilber’de onaa karşı ilgi duymaya başlayacaktır. celalbey dilber’i boş bulduğu zamanlarda odasına çağırıp onun resimlerini yapmaya başlamıştır. kimi zaman nü resimlerinide çalışır. dilber’in bebeksi vücudunu gördüğü zamanlarda daha önce hç yaşamadığı duyguları tadıyordu. ona her baktığında onun daha değişik bir güzelliğini yakalıyordu. günler geçtikçe dilber zamanının büyük bir kısmını celal beyin yanında geçirmeye başlar. böylelikle celal beyin dilber’e olan aaşkı da diğer ev halkı tarafından da öğrenilir. bu arada celal bey açıkça aşkını dilber’e de belli etmeye başlar. dilber bu olaya ilk önceleri çok şaşırır. çünkü böyle bir şeye asla imkan vermez. bunun nedeni de onun esir kız olmasıdır. daha ssonraları dilber de celaal beye karşılık vermeye başlar. günler geçtikçe onlar aşklarını bariz bir şekilde yaşarlar. evin baahçesinde yıldızları seyrederler, beraber gezerler. fakat bu durum celal beyin annesini olddukça rahatsız eder ve buna akarşı bir önlem almak ister. bu beraberliği bitirmek için dilberi celal beyin evde olmadığı bir zamanda bir esirciye satar. tabii dilber’in yapacak birşeyi yoktur. celal bey daha sonra eve döner ve ilk olarak dilber’in nerede olduğunu sorar önce bunu öğrenemesede daha sonra öğrenir fakat onu bütün aramalrına rağmen bulamaz. bundan sonraki bütün hayatı boyunca oda dilber’de mutlu olamaz.
bundan sonra ikiside hiç mutlu olmadığı gibi bu olay biçare dilberi intihara kadar sürükler bu yaptıklarına celal bey’in aileside çok pişman olur ama yapabilecek bir şey yoktur.
alay eden kimse için de kullanılabilir
bir açıkhava tiyatrosu biçimi. açıkdoğa tiyatrosu, ormanlık kayalık, dağlık vb. gibi doğal alanlar ile tarihsel yıkıntı, saray bahçesi, spor alanı vb. gibi açık alanlardır. açıkdoğa tiyatrosu uygulamaları, 18. yüzyılda yer almaya başlamıştır.açıkdoğa tiyatrosu uygulamalarına günümüzde daha çok törensi tiyatro etkinlikleri ile tiyatro antropolojisi çalışmaları kapsamında, yaz ve tiyatro şenliklerinde rastlanmaktadır.
başlıca iki oyun biçiminden biri, kapalı oyun biçiminin karşıtı; göstermeci tiyatro, aristotelesci -olmayan tiyatro, yanılsamacı- olmayan tiyatro, epik tiyatro biçimi. kesitlerden bir bütün oluşturan açık biçimde çokluk ve çeşitlilik yoluyla ampirik bütünsellik kurulur, eylemde yer ve zaman çokluğu yer alır. eylem tek değildir, düz bir çizgi izlemez, çeşitlilik ve karşıtlık içinde gelişir. olaylar yanyana dizili ve kendi içlerinde süreklilikten yoksundur, bitişe doğru gitmezler. bu nedenle, serim-düğüm-çatışma uğrakları, yer-zaman birliği olmadığı gibi, eylem ile bütünlük arasında da doğru orantı yoktur. oyunun sahneleri tek başlarına vardır, eylemden bağımsızlaşmış uğraklardır. oyun, dış eylemle değil, iç eylemle belirlenir. anakonu, her sahnede bir başka görünümdedir; tek tek her sahnenin bir özelliği, anakonunun özelliklerinden biridir. oyun kahramanı, oyunun ekseni değildir; eylem, oyun kahramanın davranışlarını belirler. oyun kişileri, eylem-yer-zaman bölünmesi ve çeşitliliği içinde yer alır; hiçbir oyun kişisi çeşitlilik ve çokluk gösterir; dil kuruluşu çok yönlüdür. dil, oyun kişisini bütüne bağlayan ya da onun bütünle ilintili düşüncelerini dile getiren doğrudan bağ değildir; tam tersine, kişinin bütünden bağımsızlaşmasını sağlar, kendini kesitleştirir, üçüncü kişi haline getirir. oyun içinde şiir, müzik, akrobasi gibi çeşitlilikler yer alır; sahnelemede kurgu tekniği uygulanarak, film, belge, projeksiyon gibi dramatik olmayan tekniklere başvurulur. izleyiciye doğrudan seslenme ve şarkılar yoluyla sahnede olup bitenlere ilişkin bilgi verilir, yorum yapılır. ikili görüngeyle çelişmeler karşılaştırılır; oyuncular, oyun oynadıklarını izleyiciye duyururlar. sahne tasarımı, sahne giysisi, ışıklama, donatımlık, sahne etmenleri izleyiciye bilgi vermek, yanılsamayı yıkmak için kullanılır. tiyatroda açık biçime doğu tiyatrosunda, gölge ve kukla oyununda, ortaoyununda, ortaçağ tiyatrosunda; daha sonra, politika tiyatrosunda, uyarma ve propaganda tiyatrosunda, yöntemleşmiş biçimiyle epik tiyatroda rastlanır.
ortaçağda ortaya çıkmış, insanın yaradılışından “son yargı”ya kadar tüm dinsel öyküleri konu edinen dinsel yönlendirmeli oyun.
miller yüzyılımızın en önemli amerikalı dram yazarlarından biri kabul edilmektedir. millerin kahramanları, haşin bir toplum içerisinde, kendi vicdanlarıyla yaşayabilmek için bireysel suç ve sorumluluklarıyla uzlaşmaya çalışırlar. ilk bakışta oyunları, genellikle aile hikayelerini anlatan bireysel dramlar gibi gözükse de, çağının önemli toplumsal, siyasi ve ahlaki sorunlarına eğilirler.
miller new yorkun harlem mahallesinde dünyaya geldi. avusturya-macaristandan abdye gelmiş yahudi bir göçmen olan babası, bir kumaş mağazasının sahibiyken dünya ekonomik buhranından sonra 1929da iflas etti. ekonomik durumun güvensizliği spora meraklı genci derinden etkiledi. 1934-38 yılları arasında ann arbor/michiganda edebiyat ve ingiliz dili yüksek eğitimini sürdürebilmek için michigan daily gazetesinde redaktörlük yaptı. millerin bu dönemde yazdığı ilk dramlar üniversitede takdirle karşılandı. 1947: all my sons
1938de new yorka dönen miller, burada federal hükümetin bir tiyatro projesine katıldıysa da bu proje sözümona komünist eğilimi nedeniyle 1939da rafa kaldırıldı. miller 1940 yılında kız arkadaşı mary slattery ile evlendi (iki çocuk). ilk romanlarından, röportaj ve pek başarılı sayılmayan bir dramdan sonra miller, 1947de all my sons (bütün oğullarım) adlı tiyatro oyunuyla ünlenmeyi başardı. babalarının ticaret anlayışıyla uzlaşamayan bir savaş zengininin oğulları ölünce, baba intihar eder. daha sonraki yapıtlarının tümünde olduğu gibi, burada da, norveçli yazar henrik ibsenin dramlarını örnek alan miller, toplumu eleştirmektedir. 1949: death of a salesman yazar bundan iki yıl sonra death of a salesman (satıcının ölümü) ile en büyük başarısını elde etti. 1985te volker schlöndorff tarafından filme uyarlanan bu dramında miller, uzun yıllardan sonra çalıştığı firma tarafından işten çıkarılan willy lomanın yıkılışını gözler önüne sermektedir. geriye dönüşlerle kaçırılmış fırsatları gözünün önünden geçirir, özel hayata bir dönüş yapar, oğulları tarafından reddedilir ve hayatına son verir. millerin dramları için karakteristik olan, başkişilerinin vicdanlarıyla hesaplaşırken aklanmaya çalışmalarıdır. millerin karakterleri, ahlaki tutumlarına bağlı olarak toplumda bir yere sahip olurlarken, bireyler tekrar tekrar toplumun istekleri karşısında başarısızlığa uğrarlar. yalnızlıkları ve kendi suçlarıyla hesaplaşmaları, millerin sayısız deneme yazısında da işlediği ana konuları oluşturur. yine 1949 yılında miller pulitzer ödülünü aldı...
50li yılları mccarthy ile çelişmeleri
zaman zaman sosyalist görüşlere yakınlık duyan millerin toplumsal eleştirileri amerika karşıtı çalışmaları araştırma komitesinin dikkatini çekti. miller the crucible (cadı kazanı) (1953, filme alınışı: 1956, senaryo: jean-paul sartre) adlı tiyatro oyununda, adı geçen komite başkanı joseph r. mccarthyyi eleştirmişti. bu oyunda salemde 1692 yılında cadı olmakla ve şeytanla işbirliği yapmakla suçlanan insanların idam edilmeleri dramını anlatır. (bakınız : salem cadı olayları ) yazar bu oyununda 1950 mccarthy dönemini eleştirmiştir. bu dönemde senatör mccarthy çok sayıda sanatçıyı komunist olmakla suçlamıştı. bu dramın yorumlanmasına bağlı olarak miller, komünizmi desteklemekle suçlanarak 1957de ifade vermeyi kabul etmemesi üzerine komiteyi hiçe sayması nedeniyle sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına mahkûm edildi (1958de düzeltildi).
1964: after the fall
miller marilyn monroe ile yaptığı evlilik (1956-61) yüzünden gazete manşetlerine girdi. monroe için the misfits (uyumsuzlar, 1959) adlı filmin (1960) senaryosunu yazdı. monroenun kendi yaşamına son vermesi üzerine miller 1962de avusturyalı inge morath ile evlendi. eşinin intihar olayını ve 50li yıllardaki özel sorunlarını miller, after the fall (düşüşten sonra, 1964) adlı dramında işleyerek her şeye yeniden başlayabilmek için gerekli güce kavuşabilmek üzere kendini bulmaya çalıştı. aynı yıl içinde incident in vichy (vichyde olay) adlı oyunu ilk kez sahnelendi. miller bu oyununda rastgele yoldan geçen insanların masabaşı nazi suçluları tarafından "yahudi" olarak tutuklanıp, sorguya çekilmelerini ve gösterdikleri tepkileri dile getirmektedir. playing for time (zaman kazanmaya çalışırken, 1980) adlı televizyon senaryosunda da nazi dönemini ele alarak bu sefer auschvvitz konsantrasyon kampının orkestrasını konu alır. miller 70li ve 80li yıllarda yazdığı dramlarla eski başarılarına ulaşamadı.
millerin diğer oyunları
1955: a memory of two mondays (iki pazartesinin anısı): millerin, 30lu yılların başında çalıştığı bir araba yedek parçası deposundaki deneyimlerini anlatan otobiyografik yapıtı.
1955: a view from the bridge (köprüden bakış): new yorkta yaşayan sicilyalı göçmenlerin dünyasında geçen bir kıskançlık dramı ve toplumsal suçlama. 1968: the price (bedel): iki erkek kardeşin geriye bakarak hayatlarındaki suçlarla ve sorumluluklarla hesaplaşması. arthur miller?ın tiyatro dışındaki çalışmaları arasında ise, anti-semitizm üzerine ironik bir öykü anlatan 1945 tarihli romanı focus, iki özgün film senaryosu; o zamanki eşi marilyn monroe için yazdığı the misfits / uygunsuzlar (1961) ile everybody wins / kaybeden yok (1990), bazı gezi yazıları (in russia (1969), chinese encounters (1979)) sayılabilir. ayrıca tiyatro üstüne denemelerini 1978?de bir kitapta toplamış, satıcının ölümü?nün çin?deki sahnelenişi sırasında yaşadıklarını 1984?te yazdığı salesman in beijing?de anlatmış, 1987?de ise timebends: a life adıyla otobiyografisini yazmıştır.
satıcının ölümü (1949) pulitzer ödülü kazandırdı.
elia kazanın sahnelediği satıcının ölümü ile 1949da pulitzer alan miller, çağdaş tiyatroda trajedi sayılabilecek oyunlar yazılabileceğini ileri sürmüştü. bütün oğullarımla ününe ün katan miller bu konuda "trajedi, ancak insanın iç dünyası varsa var olabilir. benim amacım, toplumu yıkmak değil. onu ahlak yoluyla yeniden kurmaktır. burada, kurulu düzen ile özgürlük arasında bir savaşım söz konusudur. ben iki şey arasında bir denge kurmaya çalıştım. insanın düşünen ve duyan bir varlık olduğunu hesaba katarak..." demişti.
cadı kazanı, bütün oğullarım, bedel ve satıcının ölümü türkiyede de sahnelenmişti. millerın marilyn monroe ile yaşadığı evliliğine gönderme yaptığı finishing the picture adlı son oyunu prömiyeri 2004 ekim ayinda chicagoda sahnelendi
miller new yorkun harlem mahallesinde dünyaya geldi. avusturya-macaristandan abdye gelmiş yahudi bir göçmen olan babası, bir kumaş mağazasının sahibiyken dünya ekonomik buhranından sonra 1929da iflas etti. ekonomik durumun güvensizliği spora meraklı genci derinden etkiledi. 1934-38 yılları arasında ann arbor/michiganda edebiyat ve ingiliz dili yüksek eğitimini sürdürebilmek için michigan daily gazetesinde redaktörlük yaptı. millerin bu dönemde yazdığı ilk dramlar üniversitede takdirle karşılandı. 1947: all my sons
1938de new yorka dönen miller, burada federal hükümetin bir tiyatro projesine katıldıysa da bu proje sözümona komünist eğilimi nedeniyle 1939da rafa kaldırıldı. miller 1940 yılında kız arkadaşı mary slattery ile evlendi (iki çocuk). ilk romanlarından, röportaj ve pek başarılı sayılmayan bir dramdan sonra miller, 1947de all my sons (bütün oğullarım) adlı tiyatro oyunuyla ünlenmeyi başardı. babalarının ticaret anlayışıyla uzlaşamayan bir savaş zengininin oğulları ölünce, baba intihar eder. daha sonraki yapıtlarının tümünde olduğu gibi, burada da, norveçli yazar henrik ibsenin dramlarını örnek alan miller, toplumu eleştirmektedir. 1949: death of a salesman yazar bundan iki yıl sonra death of a salesman (satıcının ölümü) ile en büyük başarısını elde etti. 1985te volker schlöndorff tarafından filme uyarlanan bu dramında miller, uzun yıllardan sonra çalıştığı firma tarafından işten çıkarılan willy lomanın yıkılışını gözler önüne sermektedir. geriye dönüşlerle kaçırılmış fırsatları gözünün önünden geçirir, özel hayata bir dönüş yapar, oğulları tarafından reddedilir ve hayatına son verir. millerin dramları için karakteristik olan, başkişilerinin vicdanlarıyla hesaplaşırken aklanmaya çalışmalarıdır. millerin karakterleri, ahlaki tutumlarına bağlı olarak toplumda bir yere sahip olurlarken, bireyler tekrar tekrar toplumun istekleri karşısında başarısızlığa uğrarlar. yalnızlıkları ve kendi suçlarıyla hesaplaşmaları, millerin sayısız deneme yazısında da işlediği ana konuları oluşturur. yine 1949 yılında miller pulitzer ödülünü aldı...
50li yılları mccarthy ile çelişmeleri
zaman zaman sosyalist görüşlere yakınlık duyan millerin toplumsal eleştirileri amerika karşıtı çalışmaları araştırma komitesinin dikkatini çekti. miller the crucible (cadı kazanı) (1953, filme alınışı: 1956, senaryo: jean-paul sartre) adlı tiyatro oyununda, adı geçen komite başkanı joseph r. mccarthyyi eleştirmişti. bu oyunda salemde 1692 yılında cadı olmakla ve şeytanla işbirliği yapmakla suçlanan insanların idam edilmeleri dramını anlatır. (bakınız : salem cadı olayları ) yazar bu oyununda 1950 mccarthy dönemini eleştirmiştir. bu dönemde senatör mccarthy çok sayıda sanatçıyı komunist olmakla suçlamıştı. bu dramın yorumlanmasına bağlı olarak miller, komünizmi desteklemekle suçlanarak 1957de ifade vermeyi kabul etmemesi üzerine komiteyi hiçe sayması nedeniyle sonradan ertelenen bir yıllık hapis ve para cezasına mahkûm edildi (1958de düzeltildi).
1964: after the fall
miller marilyn monroe ile yaptığı evlilik (1956-61) yüzünden gazete manşetlerine girdi. monroe için the misfits (uyumsuzlar, 1959) adlı filmin (1960) senaryosunu yazdı. monroenun kendi yaşamına son vermesi üzerine miller 1962de avusturyalı inge morath ile evlendi. eşinin intihar olayını ve 50li yıllardaki özel sorunlarını miller, after the fall (düşüşten sonra, 1964) adlı dramında işleyerek her şeye yeniden başlayabilmek için gerekli güce kavuşabilmek üzere kendini bulmaya çalıştı. aynı yıl içinde incident in vichy (vichyde olay) adlı oyunu ilk kez sahnelendi. miller bu oyununda rastgele yoldan geçen insanların masabaşı nazi suçluları tarafından "yahudi" olarak tutuklanıp, sorguya çekilmelerini ve gösterdikleri tepkileri dile getirmektedir. playing for time (zaman kazanmaya çalışırken, 1980) adlı televizyon senaryosunda da nazi dönemini ele alarak bu sefer auschvvitz konsantrasyon kampının orkestrasını konu alır. miller 70li ve 80li yıllarda yazdığı dramlarla eski başarılarına ulaşamadı.
millerin diğer oyunları
1955: a memory of two mondays (iki pazartesinin anısı): millerin, 30lu yılların başında çalıştığı bir araba yedek parçası deposundaki deneyimlerini anlatan otobiyografik yapıtı.
1955: a view from the bridge (köprüden bakış): new yorkta yaşayan sicilyalı göçmenlerin dünyasında geçen bir kıskançlık dramı ve toplumsal suçlama. 1968: the price (bedel): iki erkek kardeşin geriye bakarak hayatlarındaki suçlarla ve sorumluluklarla hesaplaşması. arthur miller?ın tiyatro dışındaki çalışmaları arasında ise, anti-semitizm üzerine ironik bir öykü anlatan 1945 tarihli romanı focus, iki özgün film senaryosu; o zamanki eşi marilyn monroe için yazdığı the misfits / uygunsuzlar (1961) ile everybody wins / kaybeden yok (1990), bazı gezi yazıları (in russia (1969), chinese encounters (1979)) sayılabilir. ayrıca tiyatro üstüne denemelerini 1978?de bir kitapta toplamış, satıcının ölümü?nün çin?deki sahnelenişi sırasında yaşadıklarını 1984?te yazdığı salesman in beijing?de anlatmış, 1987?de ise timebends: a life adıyla otobiyografisini yazmıştır.
satıcının ölümü (1949) pulitzer ödülü kazandırdı.
elia kazanın sahnelediği satıcının ölümü ile 1949da pulitzer alan miller, çağdaş tiyatroda trajedi sayılabilecek oyunlar yazılabileceğini ileri sürmüştü. bütün oğullarımla ününe ün katan miller bu konuda "trajedi, ancak insanın iç dünyası varsa var olabilir. benim amacım, toplumu yıkmak değil. onu ahlak yoluyla yeniden kurmaktır. burada, kurulu düzen ile özgürlük arasında bir savaşım söz konusudur. ben iki şey arasında bir denge kurmaya çalıştım. insanın düşünen ve duyan bir varlık olduğunu hesaba katarak..." demişti.
cadı kazanı, bütün oğullarım, bedel ve satıcının ölümü türkiyede de sahnelenmişti. millerın marilyn monroe ile yaşadığı evliliğine gönderme yaptığı finishing the picture adlı son oyunu prömiyeri 2004 ekim ayinda chicagoda sahnelendi
ispanyol şair ve oyun yazarı. ölüm üzerine şiirleri ve bodas de sangre (1933; kanlı düğün, 1966), yerma (yerma, 1962) ve la casa de bernarda alba (1939; bernarda albanın evi, 1965) oyun üçlemesi ile tanınır.
ispanya iç savaşının başlamasından kısa bir süre sonra, milliyetçiler tarafından kurşuna dizilmiştir. babası çiftçi, annesi öğretmendi. ilk piyano derslerini oğlunun müzik yeteneğini fark eden annesinden aldı. ailesi granadaya taşınınca orada bir cizvit okuluna girdi. sonra da babasının isteği üzerine granada üniversitesinde hukuk okudu. ama çok geçmeden edebiyat, resim ve müzik ile uğraşmak üzere hukuku bıraktı. usta bir besteci ve yetkin bir yorumcu olan lorca, arkadaşları arasında "müzikçi" olarak tanınıyordu. 1918de kastilya gezisinden esinlenerek yazdığı imperesiones y paisajesi (izlenimler ve manzaralar) yayımlaması herkesi şaşırttı. bu düzyazı yapıt lorcanın yakında "yazar" olarak da tanınabileceğini gösteriyordu. 1919da madrid üniversitesinde sanatta yeniliklere açık gençlerin bir araya geldiği residencia de estudiantes adlı öğrenci yurduna yerleşti. başkentin kültür merkezi durumundaki bu büyük üniversitede ressam salvador dali, sinema yönetmeni luis bunuel ve şair rafael alberti gibi kendi kuşağından sanatçılarla arkadaşlık kurdu. şair juan ramon jimenez gibi kendinden daha yaşlı ünlülerle de gene orada tanıştı.
residenciadaki ilk iki yılı içinde lorcanın şiirleri ispanyadaki bütün edebiyat çevrelerine yayıldı. oysa yapıtlarından hemen hiçbiri yayımlamamıştır. "şiir okunmak içindir; kitaba girdi mi ölür" , diyordu. bu, yüzden şiirlerini ve oyunlarını residenciada ve madridin başka yerlerinde ortaçağ trubadurları gibi kendisi okuyordu. lorcanın yazarlık yaşamı boyunca yapıtlarının çoğu yayımlanmadan çok önce kulaktan kulağa yayıldı. bir yandan deneysel şiirler yazan lorca, bir yandan da el maleficio de la mariposa (kelebeğin nazarı değdi) adlı ilk oyunu üzerine çalışıyordu. şiirleri sonradan libro de poemas (1921; şiirler kitabı), primeras canciones (1936; ilk şarkılar) ve canciones (1927; şarkılar) adlarıyla yayımlandı. 1920de madriddeki eslava tiyatrosunda sahneye konan oyunu ise ilk geceden sonra gösterimden kaldırıldı. lorca dehasının en yatkın olduğu alanı, 1922de granadadaki fiesta de cante jondo halk müziği şenliğinde, ünlü besteci manuel de falla ile birlikte giriştiği ortak çalışmalarda buldu. müzik ve şiir alanındaki eğilimleriyle ruhsal dürtülerini halk ve çingene müziği geleneklerinde ortaya koyabiliyordu. 1922de yazdığı poema del cante jondo (1931; cante jondo şiiri) ve 1924-27 arasında yazdığı romancero gitano (1928; çingene türküleri, 1969) adlı yapıtları bu çözülüşü dile getiriyordu. çingene türkülerinde yer alan 18 şiirde, geleneksel bir edebi biçim olan ispanyol baladının eski büyüsünü çarpıcı yeni imgelerle birleştirdi.
lorca bu arada bir yandan da oyun yazıyordu. bu alandaki ilk başarısını 1927de barselonada salvador dalinin dekorlarıyla sahnelenen mariana pinedanın şiirsel ve romantik manzum oyunuyla elde etti. desenleri de ilk kez aynı yıl, aynı kentte sergilendi. 1928de çingene türkülerinin yayımlanması lorcaya uluslar arası bir ün kazandırdıysa da mutluluk getirmedi. kendi deyişiyle "çingene severliği"nin efsaneleşmesinden duyduğu rahatsızlık ve "yaşamımın en acılı dönemlerinden biri" olarak nitelendirdiği duygusal bir bunalımın verdiği acıyla 1929-30 yıllarında abd ve kübada biraz huzur ve yeni bir esin kaynağı aramaya çıktı. ölümünden sonra 1940ta yayımlanan poeta en nueva york (ozan new yorkta) şiiri de bu geziden doğdu. şiirinde makineleşmiş bir uygarlıkta, yaşamın içinde ölümü görmenin dehşetini, çarpıcı bir biçimde bir araya getirilmiş katı, ürpertici imgelerle aktardı. 1931de lorca ispanyaya geri dönmüş ve sonradan divan del tamarit (1936; tamarit divanı) adıyla basılacak olan şiirlerinin yanında yeni oyunlar yazmaya başlamıştı. çocukluğundan beri kuklalara duyduğu tutku dolu hayranlığı dile getirebilmek için los titeres de cachiporra (kuklalar tiyatrosu) ve retabillo de don cristobal (don cristobalın kukla oyunu) adlı iki kukla oyunu yazdı. ama bunlardan bile lorcanın hüznünden izler vardı.
ispanyada cumhuriyet kurulduktan sonra lorca kendini tümüyle tiyatroya verebildi. bu dönemde la barraca adlı bir öğrenci topluluğu milli eğitim bakanlığının parasal desteğiyle 1932den 1935e değin klasik tiyatro başyapıtlarını, eğitimsiz işçi ve köylülere tanıttı. topluluğun kurucusu, yönlendiricisi, yöneticisi ve müzikçisi olan lorca, lope de vega, calderon de la barca ve cervantesden oyunlar sahneye koyarak tiyatroda büyük deneyim kazandı. lorcanın halk oyunları üçlemesinin ilk oyunu olarak 1933te sahnelenen kanlı düğün bu çalışmaların sonucunda ortaya çıktı. oyunun teması bir gazete haberinden alınmıştı: düğün günü gelin, gizlice sevdiği adamla birlikte kaçıyor, sonunda iki erkek birbirini öldürüyordu. lorcanın oyununda kişiler kaderin kurbanıdır; başka türlü davranmak ellerinden gelmez. ilkel tutkular ile uygarlığın amansız namus anlayışı arasındaki çatışmanın tuzağına düşmüşlerdir ve çatışma ölümle sonuçlanacaktır. 1934te lorca boğa güreşçisi bir arkadaşının yaralanıp ölmesi üzerine llanto por ignacio sanchez mejias şiirini yazdı. lorcanın en iyi şiiri, modern ispanyol edebiyatının en yetkin ağıtı ve hatta bütün edebiyatlardaki en başarılı ağıtlardan biri olan bu şiir, sürekli yinelenerek yankılanan, akıldan kolay kolay çıkmayacak, hüzün dolu "a las cinco de la tarde" (akşamüstü saat beşte) nakaratı ile sürer. aynı yıl lorcanın halk oyunları üçlemesinin ikincisi ve kanlı düğün ile birlikte, 20. yüzyılın az sayıdaki başarılı şiirsel trajedilerinden biri olan yerma sahnelendi. yermada çocuğu olmadığı için çaresizlik içinde kısır kocasını öldüren bir kadının çektiklerini konu alan lorca, haziran 1936da bir akşam, arkadaşlarının evinde üçlemenin son oyunu bernarda albanın evini okudu. hemen bütünü düzyazı biçiminde olan bu oyunda despot anneleri tarafından zorlu bir yas evinde tutulan, kin ve şehvet duygularıyla yanıp tutuşan dört kız kardeş anlatılıyordu. iç savaş başlayınca lorca temmuz da madridden ayrılarak granadaya gitti. ama yapıtlarından hiç eksik olmayan şiddet ve acı ölüm onun da kaderinde vardı. granadada bir gece, milliyetçiler tarafından yargılanmadan kurşuna dizildi.
ispanya iç savaşının başlamasından kısa bir süre sonra, milliyetçiler tarafından kurşuna dizilmiştir. babası çiftçi, annesi öğretmendi. ilk piyano derslerini oğlunun müzik yeteneğini fark eden annesinden aldı. ailesi granadaya taşınınca orada bir cizvit okuluna girdi. sonra da babasının isteği üzerine granada üniversitesinde hukuk okudu. ama çok geçmeden edebiyat, resim ve müzik ile uğraşmak üzere hukuku bıraktı. usta bir besteci ve yetkin bir yorumcu olan lorca, arkadaşları arasında "müzikçi" olarak tanınıyordu. 1918de kastilya gezisinden esinlenerek yazdığı imperesiones y paisajesi (izlenimler ve manzaralar) yayımlaması herkesi şaşırttı. bu düzyazı yapıt lorcanın yakında "yazar" olarak da tanınabileceğini gösteriyordu. 1919da madrid üniversitesinde sanatta yeniliklere açık gençlerin bir araya geldiği residencia de estudiantes adlı öğrenci yurduna yerleşti. başkentin kültür merkezi durumundaki bu büyük üniversitede ressam salvador dali, sinema yönetmeni luis bunuel ve şair rafael alberti gibi kendi kuşağından sanatçılarla arkadaşlık kurdu. şair juan ramon jimenez gibi kendinden daha yaşlı ünlülerle de gene orada tanıştı.
residenciadaki ilk iki yılı içinde lorcanın şiirleri ispanyadaki bütün edebiyat çevrelerine yayıldı. oysa yapıtlarından hemen hiçbiri yayımlamamıştır. "şiir okunmak içindir; kitaba girdi mi ölür" , diyordu. bu, yüzden şiirlerini ve oyunlarını residenciada ve madridin başka yerlerinde ortaçağ trubadurları gibi kendisi okuyordu. lorcanın yazarlık yaşamı boyunca yapıtlarının çoğu yayımlanmadan çok önce kulaktan kulağa yayıldı. bir yandan deneysel şiirler yazan lorca, bir yandan da el maleficio de la mariposa (kelebeğin nazarı değdi) adlı ilk oyunu üzerine çalışıyordu. şiirleri sonradan libro de poemas (1921; şiirler kitabı), primeras canciones (1936; ilk şarkılar) ve canciones (1927; şarkılar) adlarıyla yayımlandı. 1920de madriddeki eslava tiyatrosunda sahneye konan oyunu ise ilk geceden sonra gösterimden kaldırıldı. lorca dehasının en yatkın olduğu alanı, 1922de granadadaki fiesta de cante jondo halk müziği şenliğinde, ünlü besteci manuel de falla ile birlikte giriştiği ortak çalışmalarda buldu. müzik ve şiir alanındaki eğilimleriyle ruhsal dürtülerini halk ve çingene müziği geleneklerinde ortaya koyabiliyordu. 1922de yazdığı poema del cante jondo (1931; cante jondo şiiri) ve 1924-27 arasında yazdığı romancero gitano (1928; çingene türküleri, 1969) adlı yapıtları bu çözülüşü dile getiriyordu. çingene türkülerinde yer alan 18 şiirde, geleneksel bir edebi biçim olan ispanyol baladının eski büyüsünü çarpıcı yeni imgelerle birleştirdi.
lorca bu arada bir yandan da oyun yazıyordu. bu alandaki ilk başarısını 1927de barselonada salvador dalinin dekorlarıyla sahnelenen mariana pinedanın şiirsel ve romantik manzum oyunuyla elde etti. desenleri de ilk kez aynı yıl, aynı kentte sergilendi. 1928de çingene türkülerinin yayımlanması lorcaya uluslar arası bir ün kazandırdıysa da mutluluk getirmedi. kendi deyişiyle "çingene severliği"nin efsaneleşmesinden duyduğu rahatsızlık ve "yaşamımın en acılı dönemlerinden biri" olarak nitelendirdiği duygusal bir bunalımın verdiği acıyla 1929-30 yıllarında abd ve kübada biraz huzur ve yeni bir esin kaynağı aramaya çıktı. ölümünden sonra 1940ta yayımlanan poeta en nueva york (ozan new yorkta) şiiri de bu geziden doğdu. şiirinde makineleşmiş bir uygarlıkta, yaşamın içinde ölümü görmenin dehşetini, çarpıcı bir biçimde bir araya getirilmiş katı, ürpertici imgelerle aktardı. 1931de lorca ispanyaya geri dönmüş ve sonradan divan del tamarit (1936; tamarit divanı) adıyla basılacak olan şiirlerinin yanında yeni oyunlar yazmaya başlamıştı. çocukluğundan beri kuklalara duyduğu tutku dolu hayranlığı dile getirebilmek için los titeres de cachiporra (kuklalar tiyatrosu) ve retabillo de don cristobal (don cristobalın kukla oyunu) adlı iki kukla oyunu yazdı. ama bunlardan bile lorcanın hüznünden izler vardı.
ispanyada cumhuriyet kurulduktan sonra lorca kendini tümüyle tiyatroya verebildi. bu dönemde la barraca adlı bir öğrenci topluluğu milli eğitim bakanlığının parasal desteğiyle 1932den 1935e değin klasik tiyatro başyapıtlarını, eğitimsiz işçi ve köylülere tanıttı. topluluğun kurucusu, yönlendiricisi, yöneticisi ve müzikçisi olan lorca, lope de vega, calderon de la barca ve cervantesden oyunlar sahneye koyarak tiyatroda büyük deneyim kazandı. lorcanın halk oyunları üçlemesinin ilk oyunu olarak 1933te sahnelenen kanlı düğün bu çalışmaların sonucunda ortaya çıktı. oyunun teması bir gazete haberinden alınmıştı: düğün günü gelin, gizlice sevdiği adamla birlikte kaçıyor, sonunda iki erkek birbirini öldürüyordu. lorcanın oyununda kişiler kaderin kurbanıdır; başka türlü davranmak ellerinden gelmez. ilkel tutkular ile uygarlığın amansız namus anlayışı arasındaki çatışmanın tuzağına düşmüşlerdir ve çatışma ölümle sonuçlanacaktır. 1934te lorca boğa güreşçisi bir arkadaşının yaralanıp ölmesi üzerine llanto por ignacio sanchez mejias şiirini yazdı. lorcanın en iyi şiiri, modern ispanyol edebiyatının en yetkin ağıtı ve hatta bütün edebiyatlardaki en başarılı ağıtlardan biri olan bu şiir, sürekli yinelenerek yankılanan, akıldan kolay kolay çıkmayacak, hüzün dolu "a las cinco de la tarde" (akşamüstü saat beşte) nakaratı ile sürer. aynı yıl lorcanın halk oyunları üçlemesinin ikincisi ve kanlı düğün ile birlikte, 20. yüzyılın az sayıdaki başarılı şiirsel trajedilerinden biri olan yerma sahnelendi. yermada çocuğu olmadığı için çaresizlik içinde kısır kocasını öldüren bir kadının çektiklerini konu alan lorca, haziran 1936da bir akşam, arkadaşlarının evinde üçlemenin son oyunu bernarda albanın evini okudu. hemen bütünü düzyazı biçiminde olan bu oyunda despot anneleri tarafından zorlu bir yas evinde tutulan, kin ve şehvet duygularıyla yanıp tutuşan dört kız kardeş anlatılıyordu. iç savaş başlayınca lorca temmuz da madridden ayrılarak granadaya gitti. ama yapıtlarından hiç eksik olmayan şiddet ve acı ölüm onun da kaderinde vardı. granadada bir gece, milliyetçiler tarafından yargılanmadan kurşuna dizildi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?