yaz aylarında ön sıralarda oturan kızların sıcaktan dolayı genellikle beyaz renkli gömleklerinin altından her türlü ışıkta belli olan sütyenlerini dersin en sakin esnasıda çekip şaak diye bırakıp arkasını dönen arkadaştan pislikkk diye bir yarı ıslak bir darbe almak
alman oyun yazarı, romancı ve şair; alman natüralist tiyatrosunun en önde gelen adı. breslauda heykeltıraşlık öğrenimi gördü, jena üniversitesinde hukuk okudu, edebî natüralizmi üstünde büyük etkisi olacak darwincilikin temsilcilerinden e. maeckelle tanıştı, romada (1883-84) heykeltıraşlık öğrenimine devam etti, berlin yakınlarında erknere yerleşti, berlin edebiyat çevrelerine girdi, "durch" adlı, sosyalistlerin, bilim adamı ve yazarların yer aldığı derneği giderek, kendini gününün siyasal felsefi akımları içinde bulundu, marx ve engels ile ibsen ve zolanın yapıtlarıyla tanıştı, "kararlı natüralizm"i savunan holzun desteklemesiyle oyun yazmaya başladı; sansürden ve ticari kaygılardan uzakta tiyatro yapmayı amaçlayan freie bühneyle (özgür sahne) uzun yıllar sürecek işbirliğine girdi, 1901de almanyanın en önde gelen oyun yazarı düzeyine ulaştı; oyunlarıyla birlikte abdye gitti (1894), kışlarını italyan rivierasında, yazlarını hiddensee baltık adasında, baharları da silezya dağlarında yaptırdığı evinde geçirdi; oyunları eski başarı çizgisini yitirmeye başladı, 1905te oxford üniversitesi onur doktorasıyla payelendirildi, 1907de akdeniz gezisine çıktı, yunanistana uğrayışı dionysoscu tragedyaya dönüşü getirdi, 1912de nobel edebiyat ödülünü aldı, i. dünya savaşı sırasında pasifist bir tutumu benimsedi, siyasal etkinsizlikte karar kıldı, weimar cumhuriyetini destekledi, üçüncü imparatorluk sırasında ülkesinde yaşamayı yeğledi, 1942de naziler tarafından bütün oyunlarının basılmasıyla ödüllendirildi, 1945te çok yakınlık duyduğu dresden kentinin yerle bir olmasından sonra melankoli ve karamsarlığa büründü. oyunlarıyla almanyada olduğu kadar, dünyada da natüralizmin temellerini atmış olan hauptmannın yazarlığı iki yönelim gösterir; birincisi, ibsen ve zolanın etkisinde, holzun başlattığı "kararlı natüralizm"akımı içinde yer alan, frei bühneyle (özgür sahne) ile işbirliği yaptığı, ilerici ve eleştirel gerçekçi oyunları kapsayan, natüralizmin sahne, diyalog, kişi ve çevre ilkelerine özen gösteren oyunları kapsayan evredir: alman tiyatrosuna natüralizmi getiren ve kömür işçilerinin çetin yaşam koşulları üstüne bir oyun olan der sonnenaufgang (1889, gün doğarken) kendini gerçekleştiremeyen burjuva evlilik ilişkilerini işleyen einsame menschen (1891, yalnız insanlar), sanatçının yaşamdaki sorunlarını burjuvazi ile çatışmasını ele alan kollege crampton (1892, krampon), en ünlü ve en güçlü oyunu olan ve 1844te silezyalı dokumacıların kendilerini sömürenlere karşı ayaklanmaları yanı sıra, ilk kez emekçileri oyun kahramanı olarak veren die weber (1893, dokumacılar), düzyazılı natüralist sahneler ile koşuklu gizemsel sahnelerin bir arada yer aldığı hanneles himmelfahrt (1893, hannele göğe yükseliyor), küçük taşra kenti törelerini taşladığı kadar, yozlaşmış üst sınıftan insanlara karşı alt sınıftan insanların mücadelesini uyanık bir çamaşırcı kadın örneğinde veren der biberpeiz (1893, kunduz kürk), öz yaşamsal çizgiler taşıyan ve kökleri hak geleneğine uzanan gerçeküstücü öğeler içinde bir sanatçının yaratıcılık gücüyle ilgili tragedyasını bir perdelik oyunu olarak veren die versunkene glocke (1896, batık çan), alman köylü savaşı ekseninde dinsel bağnazlığa sert bir saldırı olan fiorian geyer (1896), kendi istemleri dışında dış koşullara yenik düşen insanları veren fuhrmann henschel 1898, arabacı henschel ile rose bernd (1903, yedi köyün zeynebi), sınıflar arasında yer alan çatışmayı, küçük dünyalar içinde örneklendiren der rote halin (1901, kırmızı horoz), bir ailenin trajik çöküşünü anlatan das friedens fest (1890, barış kutlaması), öbür natüralist oyunlar olan diejungfern vom bischofsberg (1907, bischofsbergli genç kızlar), die ratten (1911, sıçanlar), savaş sonrası dünyayla uyum gösteremeyen bir savaş emeklisini gerçekçi bir oyun içinde işleyen herbert engelmann (1924), ciddi bir oyun olan micheal kramer (1900) ve gerçekçi bir tragedya olan dorothea angermann (1926). hauptmannın ikinci yönelimi toplumsal yaklaşımdan çok psikolojik yaklaşımın ağır bastığı natüralist oyunlarının kendi yaşamsal deneyimleri doğrultusunda bir eğri çizerek, kendi bireysel çelişmelerini insanın varoluşunun trajikliği biçimde yorumlayan oyunları ile gizemsel bir dünya içinde romantik ve simgesel oyunlar haline gelmesidir: gerçeküstücü öğeler içinde bir sanatçının yaratıcılık gücüyle ilgili tragedyasını bir pericilik oyunu olarak veren die versunkene glocke (1896, batık çan); "modern lear" olarak nitelendirilen vor sonnenuntergang (1932, gün batarken), siyasal etkinsizliği, aztek imparatorunun ispanyol işgalcilere karşı pasifizminde veren der weisse heiland (1912, beyaz kurtarıcı), shakespearein fırtınasına dayanan indipohdi (1922), hamlete bir ön oyun olarak yazdığı hamlet in wittenberg (1935, hamlet wittenbergde), yine shakespeare ile strindberg bilgisini gösteren schluck und jau (1900, schluck ile jau), boccacionun aynı adlı yapıtına dayanan griselde (1909), ortaçağ efsanelerini ele alan kaiser karl geisel (1908), simgesel bir oyun olan der arme hainrich (1902, zavallı heinrich), yeni-romantik bir oyun olan ulrich von lichtenstein (1939), romantik bir perdelik oyunu olan die tochter der kathedrale (1939, katedralin kızı), tek perdelik oyunu benzeri oyunlar veland (1925), elga (1896), und pippa tanzt (1906, ve pippan dansediyor!); dionysoscu tragedya özellikleri içinde son dönem karamsarlığını yansıtan oyunlar der bogen des odysseus (1907, odysseusun yayı) ve die atrieden tetralogie (1941-47, atrius dörtlemesi: iphegenie in aulis, 1943, iphegenie auliste; agamemmons tod, 1942, agamemnon ölümü; elektra, 1947: iphegenie in delphi, 1941, iphegenie delphoida); özgürlük savaşının 100. yılını kutlamak için 1. dünya savaşı arifesinde yazılmış bir oyun olan festspiel in deutschen reimen für die jahrhundretsfeier der befrei ungskrieg (1912, kurtuluş savaşının yüzüncü yıl kutlaması için alman ölçüsüyle yazılmış şenlik oyunu).
sami paşazade sezainin romanı
özetle..
evinden ayrılıp bir gemi ile yurdundan uzaklaşan küçük kız, onun gibi başka bir esir kız ile birlikte neresi olduğunu bilmediği bir yere getirilmiştir. bu kızı bundan sonra birçok sürprizler beklemektedir.
ilk olarak kız (henüz bir ismi yoktur), yaşlı fakat zengin bir kadını yanına ona hizmet etmesi amacıyla satılmıştır. küçük kız burada tam bir esaret hayatı yaşamaktadır. sürekli olarak buradan nasıl kurtulabileceğinin planlarını yapmaktadır. bu evin hanımının yanı sıra hanıma hizmet etmekte olan başka bir kadın da kıza baskı yapmaktadır. bu durum kızı yıpratmakta, zaten bir umudu olmayan yaşamdan onu iyice somutlamaktadır. bir gün kız bu evden kaçmayı iyece kafasına taktığı bir anda bir gece yarısı evden kaçar. çevreyi pek tanımadığı için saatlerce yürür fakat bir yerede yorgun bir şekilde yere yığılmaktan başka çaresi yoktur. yerde kaldığı bölgede bir evin bahçe kapısının önüdür.
sabah olunca evin hizmetlilerinden biri kızı farkeder ve onu içeri almak için yaşlı ev sahibine danışır. oda bunu çok olumlu bir şekilde karşılar ve hemen yardım etmek niyetiyle onu yanına alır. ilk olarak karnı doyurulur, güzel bir uyku çektirirlir. daha sonra kız kendine gelince ona neler olup bittiği sorulur. oda analatır evin hanımı kızın yaşadıklarını duyunca çok üzülür ve ona yardım edeceğini söyler, kızdabuna çok sevinir. evin hanımı ona sahibinden izin alacağını ve artık kendi yanında kalacağını söyler. bunun için hanımı kızın kaçtığı eve gider. ve onu yanına almak istediğini söyler. fakat kadın bunu onur meselesi yaparak kabul etmez. bundan sonra kızda eski evine geridöner. bu olay kızı çok etkilemiştir. çünkü daha önce kaçtığı eve tekrar dönmüştür. gider gitmez yine hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşmıştır.
günler böyle geçip giderken birgün mustafa bey evin sahibi birkaç yıl önce işlediği bir hatadan dolayı bir çok borcu olmuştu ve bu borçları ödemek için karısıyla tartışırdı. birgün karısıyla beraber kızın satılmasına kara veridler.
kızın adı kaçtığı evde hanımın onu çok güzel bulması üzerine ‘dilber’ olarak koyulmuştu. bundan sonrada ona ‘dilber’ olarak seslenilmeye başlandı. dilber kendisi hakkında satılması kararının alınmasından sonra bir esirciye satıldı. ve dilber’in bütün hayatı bu yönde değişti. dilber bundan sonra belli bir süre esir hayatı yaşamıştır. bu süre içinde bir çok kendisi gibi esir hayatı yaşamış olan kız arkadaşları olmuştur. onların hayatlarını dinledikçe aslında kendi hayatının okadarda kötü olmadığının farkına varmıştır. daha nice insanların kendisi gibi cefa çektiğini anlamıştır. buradaki bir çok kızın çeşitli meziyetleri vardır. bir tanesi çok iyi bir şekilde ud çalmaktadır bu yüzden çoğu yerden çağrılmaktadır. dilber’de onun gibi ud çalabilmeyi çok istemektedir.
dilber’e bir gün bir talip çıkmıştır, ve dilber’de o eve gitmek zorunda kalmıştır zaten onun böyle bir şeyi isteyip istemediği pek önemli değildir, önemli olan bir kaç kişinin işinin görülmesidir.
dilber’in gittiği bu evde ona bir esir gibi değil, bir insan gibi yaklaşılması onu çok etkilemiştir. evde bir hanımefendi, onun kocası ve onların tek oğlu olan celal bey bulunmaktadır. celal bey aynı zamanda bir ressamdır. yaptığı porrelerle ün kazanmıştır. dilber’i evde görünce o da çok şaşırmıştır. çünkü dilber’i cleopatra’ya benzetmişti. celal bey yalnız yaşadığı için kız arkadaşı ya da sevgilisi yoktur. fakat dilber’i gördüğü andan itibaren içinde bir kıvılcım oluşmuştur. ilk zamanlarda dilber’de buna bir karşılık doğmamış fakaat günler geçtikçe dilber’de onaa karşı ilgi duymaya başlayacaktır. celalbey dilber’i boş bulduğu zamanlarda odasına çağırıp onun resimlerini yapmaya başlamıştır. kimi zaman nü resimlerinide çalışır. dilber’in bebeksi vücudunu gördüğü zamanlarda daha önce hç yaşamadığı duyguları tadıyordu. ona her baktığında onun daha değişik bir güzelliğini yakalıyordu. günler geçtikçe dilber zamanının büyük bir kısmını celal beyin yanında geçirmeye başlar. böylelikle celal beyin dilber’e olan aaşkı da diğer ev halkı tarafından da öğrenilir. bu arada celal bey açıkça aşkını dilber’e de belli etmeye başlar. dilber bu olaya ilk önceleri çok şaşırır. çünkü böyle bir şeye asla imkan vermez. bunun nedeni de onun esir kız olmasıdır. daha ssonraları dilber de celaal beye karşılık vermeye başlar. günler geçtikçe onlar aşklarını bariz bir şekilde yaşarlar. evin baahçesinde yıldızları seyrederler, beraber gezerler. fakat bu durum celal beyin annesini olddukça rahatsız eder ve buna akarşı bir önlem almak ister. bu beraberliği bitirmek için dilberi celal beyin evde olmadığı bir zamanda bir esirciye satar. tabii dilber’in yapacak birşeyi yoktur. celal bey daha sonra eve döner ve ilk olarak dilber’in nerede olduğunu sorar önce bunu öğrenemesede daha sonra öğrenir fakat onu bütün aramalrına rağmen bulamaz. bundan sonraki bütün hayatı boyunca oda dilber’de mutlu olamaz.
bundan sonra ikiside hiç mutlu olmadığı gibi bu olay biçare dilberi intihara kadar sürükler bu yaptıklarına celal bey’in aileside çok pişman olur ama yapabilecek bir şey yoktur.
özetle..
evinden ayrılıp bir gemi ile yurdundan uzaklaşan küçük kız, onun gibi başka bir esir kız ile birlikte neresi olduğunu bilmediği bir yere getirilmiştir. bu kızı bundan sonra birçok sürprizler beklemektedir.
ilk olarak kız (henüz bir ismi yoktur), yaşlı fakat zengin bir kadını yanına ona hizmet etmesi amacıyla satılmıştır. küçük kız burada tam bir esaret hayatı yaşamaktadır. sürekli olarak buradan nasıl kurtulabileceğinin planlarını yapmaktadır. bu evin hanımının yanı sıra hanıma hizmet etmekte olan başka bir kadın da kıza baskı yapmaktadır. bu durum kızı yıpratmakta, zaten bir umudu olmayan yaşamdan onu iyice somutlamaktadır. bir gün kız bu evden kaçmayı iyece kafasına taktığı bir anda bir gece yarısı evden kaçar. çevreyi pek tanımadığı için saatlerce yürür fakat bir yerede yorgun bir şekilde yere yığılmaktan başka çaresi yoktur. yerde kaldığı bölgede bir evin bahçe kapısının önüdür.
sabah olunca evin hizmetlilerinden biri kızı farkeder ve onu içeri almak için yaşlı ev sahibine danışır. oda bunu çok olumlu bir şekilde karşılar ve hemen yardım etmek niyetiyle onu yanına alır. ilk olarak karnı doyurulur, güzel bir uyku çektirirlir. daha sonra kız kendine gelince ona neler olup bittiği sorulur. oda analatır evin hanımı kızın yaşadıklarını duyunca çok üzülür ve ona yardım edeceğini söyler, kızdabuna çok sevinir. evin hanımı ona sahibinden izin alacağını ve artık kendi yanında kalacağını söyler. bunun için hanımı kızın kaçtığı eve gider. ve onu yanına almak istediğini söyler. fakat kadın bunu onur meselesi yaparak kabul etmez. bundan sonra kızda eski evine geridöner. bu olay kızı çok etkilemiştir. çünkü daha önce kaçtığı eve tekrar dönmüştür. gider gitmez yine hiç hoş olmayan durumlarla karşılaşmıştır.
günler böyle geçip giderken birgün mustafa bey evin sahibi birkaç yıl önce işlediği bir hatadan dolayı bir çok borcu olmuştu ve bu borçları ödemek için karısıyla tartışırdı. birgün karısıyla beraber kızın satılmasına kara veridler.
kızın adı kaçtığı evde hanımın onu çok güzel bulması üzerine ‘dilber’ olarak koyulmuştu. bundan sonrada ona ‘dilber’ olarak seslenilmeye başlandı. dilber kendisi hakkında satılması kararının alınmasından sonra bir esirciye satıldı. ve dilber’in bütün hayatı bu yönde değişti. dilber bundan sonra belli bir süre esir hayatı yaşamıştır. bu süre içinde bir çok kendisi gibi esir hayatı yaşamış olan kız arkadaşları olmuştur. onların hayatlarını dinledikçe aslında kendi hayatının okadarda kötü olmadığının farkına varmıştır. daha nice insanların kendisi gibi cefa çektiğini anlamıştır. buradaki bir çok kızın çeşitli meziyetleri vardır. bir tanesi çok iyi bir şekilde ud çalmaktadır bu yüzden çoğu yerden çağrılmaktadır. dilber’de onun gibi ud çalabilmeyi çok istemektedir.
dilber’e bir gün bir talip çıkmıştır, ve dilber’de o eve gitmek zorunda kalmıştır zaten onun böyle bir şeyi isteyip istemediği pek önemli değildir, önemli olan bir kaç kişinin işinin görülmesidir.
dilber’in gittiği bu evde ona bir esir gibi değil, bir insan gibi yaklaşılması onu çok etkilemiştir. evde bir hanımefendi, onun kocası ve onların tek oğlu olan celal bey bulunmaktadır. celal bey aynı zamanda bir ressamdır. yaptığı porrelerle ün kazanmıştır. dilber’i evde görünce o da çok şaşırmıştır. çünkü dilber’i cleopatra’ya benzetmişti. celal bey yalnız yaşadığı için kız arkadaşı ya da sevgilisi yoktur. fakat dilber’i gördüğü andan itibaren içinde bir kıvılcım oluşmuştur. ilk zamanlarda dilber’de buna bir karşılık doğmamış fakaat günler geçtikçe dilber’de onaa karşı ilgi duymaya başlayacaktır. celalbey dilber’i boş bulduğu zamanlarda odasına çağırıp onun resimlerini yapmaya başlamıştır. kimi zaman nü resimlerinide çalışır. dilber’in bebeksi vücudunu gördüğü zamanlarda daha önce hç yaşamadığı duyguları tadıyordu. ona her baktığında onun daha değişik bir güzelliğini yakalıyordu. günler geçtikçe dilber zamanının büyük bir kısmını celal beyin yanında geçirmeye başlar. böylelikle celal beyin dilber’e olan aaşkı da diğer ev halkı tarafından da öğrenilir. bu arada celal bey açıkça aşkını dilber’e de belli etmeye başlar. dilber bu olaya ilk önceleri çok şaşırır. çünkü böyle bir şeye asla imkan vermez. bunun nedeni de onun esir kız olmasıdır. daha ssonraları dilber de celaal beye karşılık vermeye başlar. günler geçtikçe onlar aşklarını bariz bir şekilde yaşarlar. evin baahçesinde yıldızları seyrederler, beraber gezerler. fakat bu durum celal beyin annesini olddukça rahatsız eder ve buna akarşı bir önlem almak ister. bu beraberliği bitirmek için dilberi celal beyin evde olmadığı bir zamanda bir esirciye satar. tabii dilber’in yapacak birşeyi yoktur. celal bey daha sonra eve döner ve ilk olarak dilber’in nerede olduğunu sorar önce bunu öğrenemesede daha sonra öğrenir fakat onu bütün aramalrına rağmen bulamaz. bundan sonraki bütün hayatı boyunca oda dilber’de mutlu olamaz.
bundan sonra ikiside hiç mutlu olmadığı gibi bu olay biçare dilberi intihara kadar sürükler bu yaptıklarına celal bey’in aileside çok pişman olur ama yapabilecek bir şey yoktur.
tdk tarafından en son dört cilt olarak yayımlanmış divanu lugati’t türk kaşgarlı mahmud tarafından 25 ocak 1072’ de yazımına bağdat’ta başlanmış ve 10 şubat 1072’de yazımı tamamlanmıştır. ilk üç cildi sözlük dördüncü cildi indekstir. yaklaşık larak iki bin sayfadır. sözlüğün en önemli özelliği bir türkün hazırladığı ilk dünya haritasına haiz olmasıdır. içerisindeki dünya haritası daire şeklinde hazırlanmıştır. yani kaşgarlı mahmud bundan bin yıl önce dünyanın yuvarlak olduğunu bilmektedir ve ayrıca haritada nehirler ve göller de yer almaktadır.
divân’ın ilk önce kilisli rıfat, daha sonra konyalı atıf bey ve besim atalay tarafından türkçe çevirileri ve türk bilim adamları tarafından açıklamaları yapılmıştır.
divân batıda ilgi uyandırmış, 1928 yılında c. brochkelmann kaşgarlı üzerinde araştırmalar yapmıştır. dankoff’un divânü lugât-it türk çevirisi ile james kelly’nin makaleleri de son çalışmalardır.
kitabın metni türkçe ve açıklamalar arapçadır. arapça gramer kuralları örnek olarak hazırlanmış ve her bölümde kelimeler arap alfabesine göre sıralanmıştır. türk dilinde onsekiz harf kullanıldığını, yazılışta yeri olmayan, ancak söylenirken kullanılan yedi harf ile duraklama harfinin de bunlara eklenmesi gerekir, demiştir.
"türk sözlüğünün divanı" anlamına gelen kâşgarlı’nın bu eseri, yalnız bir sözlük değil; islâmiyet öncesi türk edebiyatını, tarihini, coğrafyasını, folklorunu, mitolojisini aydınlatan ansiklopedik bir eserdir. bilindiği üzere, xi. yüzyıl hemen bütün islâm ülkelerinde türklerin egemen olduğu bir dönemdir. karahanlılar devletinin, özellikle büyük selçuk imparatorluğu’nun askerlikçe ve uygarlıkça en parlak zamanı bu dönem içerisindedir.
divan-ı lügat-it-türk’teki sözcüklerin anlamları arapça olarak yazılmıştır. türkçe 7500 sözcüğün arapça karşılığı verilirken, sav denilen âtasözleri, sagu denilen ağıtlar, koşuk denilen şiirler ve destan parçaları alınmıştır. sözcüklerle ilgili bol bol seci, mesel, hikmet, şiir, efsane; tarih, coğrafya; halk edebiyatı folklor bilgi ve örnekleri verilmiş; dilbilgisi kuralları ortaya konulmuş; türkoloji’nin sağlam temelleri atılmıştır. türkologların görüşü : "göktürk yazıtları ile divan-ı lügat-it-türk’ün bulunuşu türklük için tasavvur edilemeyecek kadar büyük kazanç olmuştur."
divân-ı lügati’t türk, türkçe’nin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatır:
"ant içerek söylüyorum, ben buhara’nın, sözüne güvenilir imamlarının birinden ve başkaca nişaburlu bir imamdan işittim. ikisi de senetleri ile bildiriyorlar ki, yalvacımız (peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve oğuz türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. bu doğru değil ise akıl bunu emreder. tanrı, türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. tanrı onlara türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. dünya uluslarının yularların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve türkler onları her dileklerine ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır."
divân’ın ilk önce kilisli rıfat, daha sonra konyalı atıf bey ve besim atalay tarafından türkçe çevirileri ve türk bilim adamları tarafından açıklamaları yapılmıştır.
divân batıda ilgi uyandırmış, 1928 yılında c. brochkelmann kaşgarlı üzerinde araştırmalar yapmıştır. dankoff’un divânü lugât-it türk çevirisi ile james kelly’nin makaleleri de son çalışmalardır.
kitabın metni türkçe ve açıklamalar arapçadır. arapça gramer kuralları örnek olarak hazırlanmış ve her bölümde kelimeler arap alfabesine göre sıralanmıştır. türk dilinde onsekiz harf kullanıldığını, yazılışta yeri olmayan, ancak söylenirken kullanılan yedi harf ile duraklama harfinin de bunlara eklenmesi gerekir, demiştir.
"türk sözlüğünün divanı" anlamına gelen kâşgarlı’nın bu eseri, yalnız bir sözlük değil; islâmiyet öncesi türk edebiyatını, tarihini, coğrafyasını, folklorunu, mitolojisini aydınlatan ansiklopedik bir eserdir. bilindiği üzere, xi. yüzyıl hemen bütün islâm ülkelerinde türklerin egemen olduğu bir dönemdir. karahanlılar devletinin, özellikle büyük selçuk imparatorluğu’nun askerlikçe ve uygarlıkça en parlak zamanı bu dönem içerisindedir.
divan-ı lügat-it-türk’teki sözcüklerin anlamları arapça olarak yazılmıştır. türkçe 7500 sözcüğün arapça karşılığı verilirken, sav denilen âtasözleri, sagu denilen ağıtlar, koşuk denilen şiirler ve destan parçaları alınmıştır. sözcüklerle ilgili bol bol seci, mesel, hikmet, şiir, efsane; tarih, coğrafya; halk edebiyatı folklor bilgi ve örnekleri verilmiş; dilbilgisi kuralları ortaya konulmuş; türkoloji’nin sağlam temelleri atılmıştır. türkologların görüşü : "göktürk yazıtları ile divan-ı lügat-it-türk’ün bulunuşu türklük için tasavvur edilemeyecek kadar büyük kazanç olmuştur."
divân-ı lügati’t türk, türkçe’nin neden öğrenilmesi gerektiğini şöyle anlatır:
"ant içerek söylüyorum, ben buhara’nın, sözüne güvenilir imamlarının birinden ve başkaca nişaburlu bir imamdan işittim. ikisi de senetleri ile bildiriyorlar ki, yalvacımız (peygamber), kıyamet belgelerine, ahir zaman karışıklıklarını ve oğuz türklerinin ortaya çıkacaklarını söylediği sırada türk dilini öğreniniz, çünkü onlar için uzun sürecek egemenlik vardır buyurmuştu. bu söz (hadis) doğru ise sorguları kendilerinin üzerine olsun türk dilini öğrenmek çok gerekli bir iş olur. bu doğru değil ise akıl bunu emreder. tanrı, türk burçlarını yükseltmiş ve onların mülkleri üzerinde felekleri döndürmüştür. tanrı onlara türk adını vermiş ve yeryüzüne ilbay kılmış, hakanları onlardan çıkartmıştır. dünya uluslarının yularların onlar eline vermiş, herkese üstün kılmıştır. onlarla birlikte çalışanları aziz kılmış ve türkler onları her dileklerine ulaştırmış, kötülerin şerrinden korumuştur. onlara hedef olmaktan korunabilmek için, aklı olana düşen şey, onların yolunu tutmak, derdini dinletebilmek gönüllerini alabilmek için dilleriyle konuşmaktır."
murat : teyze nasilsin?
teyze : iyiyim yavrum sen nasilsin?
murat : saol
teyze : napiosun askerligi yaptin mi?
murat : yaptim teyze iki yil oldu
teyze : unversite ne oldu ?
murat : mezun oldum
teyze : niye mezun oldun ?
murat : haa.....!
teyze : iyiyim yavrum sen nasilsin?
murat : saol
teyze : napiosun askerligi yaptin mi?
murat : yaptim teyze iki yil oldu
teyze : unversite ne oldu ?
murat : mezun oldum
teyze : niye mezun oldun ?
murat : haa.....!
mathieu delarue yi kısaltıp kendisine im yapan şahıs..arkadaşları kendisini mehmet diye çağırır onun da herkese senem diye hitap etmeye mütemayil olmasını
jean paul sartreın uyanis ya da akil cagi isimli kitabinda karsimiza cikan ve ozgurlugun yollari uclemesi boyunca enterasan bir porte cizen roman kahramanindan esinlendiği imiyle bağdaştırmak abesle iştigal etmez. zira senemden hoşlanıyor ne alakaysa bi de senem güzel kız iyi bakalım.
jean paul sartreın uyanis ya da akil cagi isimli kitabinda karsimiza cikan ve ozgurlugun yollari uclemesi boyunca enterasan bir porte cizen roman kahramanindan esinlendiği imiyle bağdaştırmak abesle iştigal etmez. zira senemden hoşlanıyor ne alakaysa bi de senem güzel kız iyi bakalım.
- her kırımızıda durulmaz ahmet
sırt demektir. türkçede kitapların yazarının ve kitabın adının bulunduğu sırt kısmı manasında kullanılır.
herschel grynszpan, 7 ekim 1938’de, paris’teki alman elçiliğinde bir nazi memuruna suikast düzenledi. ilk kez 14 şubat 1939’da socialist appeal’de yayınlanmış olan bu makalede troçki, suikastın hiçbir işe yaramadığını ortaya koyarken, grynszpan’ın kişisel kahramanlığını destekler
digital single lens reflex
bu gün izlediğim erdal beşikçioğlu nun recep yazıcıoğlunun hareketlerini doğallığıyla yansıttığı film. filmde kurgusal sıkıntılar hayli fazla.. ilk kaza sahnesinde arabanın çok yakın mesafede olmasına rağmen frene basmaması, amerikalının denizde hayat süren izlenimi, mühendisin ölümünde kuyunun üstündeki demirlerin kendiliğinden kopmayacağını akıl etmeleri ve birilerinden şüphe etmeleri gerekir.. buna benzer durumlar.. film yine de herkesi düşündürecek kahvelerde konu olup bilinen ve kabul edilen uşak türkiyeyi bir kez tekrar etmekle yetinecek
o bir şehla
kireç taşı üzerine yağlı mürekkeple çizilmiş şekil ve yazıların basım sanatı.
farsça pest ve pâye sözcüklerinin birleşmesiyle oluşmuştur. tam karşılığı alçak, soysuz, aşağılıktırtır.
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> liverpool a bes atsınlar
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> yıldırım demir orenden
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> malzemecisine
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> tum beşiktasa acımam veririm
[23:34] <en_uste_al_beni> hepsine veririm dayı ben
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> ahuheuha .. öheehh böğğ
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> yıldırım demir orenden
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> malzemecisine
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> tum beşiktasa acımam veririm
[23:34] <en_uste_al_beni> hepsine veririm dayı ben
[23:34] <bol`biyik_bol`sakal> ahuheuha .. öheehh böğğ
jacques doremannın yönettiği, başrollerinde max von sydow, ines sastre, kiaus maria brandauerin oynadığı ve kral olan babasının öldürülmesi üzerine ülke dışına çıkan vercingetorixin yıllar sonra ülkesi dönmesiyle birlikte roma imparatorluğuna savaş açmasını anlatan 119dklık tarihi film
druids filminde vercingetorixin aşık olduğu hatun
tolstoyun kroyçer sonat romanında irdelediği felsefi akım
kuranda bir sure adı
odevini yapmayan ogrenciye 30 sayfa `odevimi yapmadigim icin cok pismanim bir daha ilgili derse karsi butun sorumluluklarimi yerine getirecegim` yazdirilmasi ve ardindan kontrol gununde hala odev yapilmadiysa cop tekenesini sinifin ortasina getirterek cok tekenesinden `odevemi yapmadigim icin senden ozur dilerim` dedittirilmesi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?