confessions

fasa fiso

- Yazar -

  1. toplam entry 2173
  2. takipçi 1
  3. puan 69059

zeki muren göbeği

fasa fiso
bira gobegi tarzi bir sey degil bu en bastan soyleyeyim.kent in sutlu sekerleri vardir hani.yuvarlak, ortasi cukur, serttir, emerek yenir.hatta cocuklar yutarsa bogazlarinda kalir diye yedirilmez.iste bu sekere zeki muren gobegi deniyor. kim demis, kime demis, ne demis, neden demis orasi mechul.

babama mektup

fasa fiso
oguz atay in korkuyu beklerken adli kitabindaki oykulerden bir tanesidir.ders alinasidir.sıkılmadan okunabilir...




sevgili babacigim,

belki hatirlamazsin ama bugun sen oleli tam iki yil oluyor. ne yazik ki bu sure icinde ben daha iyi ve akilli olamadim; bu firsati da kullanamadim. oysa yillar once, bazi zamanlar, sen olmasaydin bir cok sey yapabilecegimi dusunurdum. simdi artik sucun kendimde oldugunu gormek zorundayim.

sana bazi seyleri anlatamadim. bir iki yil daha yasasaydin ya da dunyaya donseydin, -kisa bir sure icin- her sey baska turlu olurdu sanki. caresizlik yuzunden bir cok seyin anlami kayboluyor. sen olmadiktan sonra sana yazilan mektup ne ise yarar? fakat ben artik bir meslek adami oldum babacigim. yakin cevremde seninle ilgili bir hatirami anlattigim zaman, "ne guzel" diyorlar, "bunu bir yerde kullansana." onun icin, cok ozur dilerim babacigim, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayim. gecen zaman ancak boyle degerleniyormus; insanin gecmis yasantisi ancak boylece anlam kazaniyormus. ben, seninle ilgili olaylari anlatirken aslinda senin nasil bir insan oldugunu belli etmemeye calisiyorum; aklimca asil babami kendime sakliyorum. sonra da seni anlamadiklari zaman onlara kiziyorum. bana kizinca -bu cok olurdu-, senin aynadan gordugunu ben "divardan gorurum" derdin. annemle birlikte "divar" sozunle alay ederdik. ben de simdi kucuklerime karsi -artik benden kucuk olanlar da var babacigim- bu cumleni kullaniyorum, guluyorlar. bu sozu kullanirken aslinda amacimin ne oldugunu sezmiyorlar tabii. seni gulunc duruma dusurmek istedigimi saniyorlar. herhalde, ben tam belirtemiyorum ne demek istedigimi. gulumsemenin icindeki sevgiyi demek ki anlatamiyorum. simdiki gencler baska turlu babacigim; her sozden tek anlam cikariyorlar. ben de o zaman cileden cikiyorum gercekten: asil amacimi unutup seni onlara begendirmege calisiyorum. aslinda bu cabanin anlamsizligini sezmiyor degilim. ulkenin en zengin adami senin paltonu tutarken ya da, "rica ederim cemil bey, musaade buyurun" diyerek, bizzat kendisi paltoyu giydirmekte israr ederken, senin gibi h issedemedikten sonra, insan o paltonun icinde kendisi varmis gibi gururlanmadiktan sonra, seni begenmeleri hatta anlamalari neye yarar? ya da meclise ilk girdigin siralarda, baskandan birkac gun icin izin istemeye gittigin zaman, "cemil bey siz galiba yenisiniz." diyen baskanin karsisinda senin gibi utanmadiktan sonra insanin boyle kucuk ayrintilari ogrenmesinin ne anlami var? "istediginiz zaman izin yapabilirsiniz cemil bey, bana gelmenize luzum yok," sozunu duyunca kim senin gibi ferahlayabilir?

bunlar bildigin seyler babacigim; sana biraz da bilmediklerini anlatayim: mesela, cenaze torenin nasil oldu? cenaze namazin nasil kilindi? genellikle bir aksilik olmadi babacigim. ben agladim. okulda o gunlerde `hatiri sayilir` bir durumda oldugum icin oradan bir otobusle bir miktar ogretim uyesi ve bir celenk gonderildi. hayatin boyunca h ic gormedigin bazi kimseler ellerini onlerine kavusturarak ve baslarini egerek olumun anlasilmaz gercegi uzerinde dusunuyormus gibi yaptilar mezarinin basinda. tabut cukura konulduktan sonra ustune buyuk beton bloklar yerlestirildi. (bu teknik gelenegi sevmiyorum babacigim; asilmaz engellere karsiyim.) seni, annemin yattigi mezarliga gommedik. bazi yakinlarim oyle uygun gorduler. insanlar arasinda, onlar oldukten sonra bile anlasmazliklarin surup gitmesini istiyorlar. benim uzuntumden yararlanarak seni mezarda annemden ayiran yakinim, aslinda oteki dunyaya filan hic inanmaz. oysa bana, "annen boyle isterdi," dedi. sen bu adami sevmezdin ve nedense ona yakinlik gosterdin. buy nedenle hic hakki olmadigi halde sana "babacigim" derdi. artik ben akraba olmayanlarin birbirlerine "annecigim, teyzecigim, oglum, kardesim" diye seslenmelerine butunuyle karsiyim babacigim. artik gercek bir akrabam kalmadigi icin, butun bu sogukluklara karsiyim. herkes birbirine adiyla h itap etsin. mantigi seven bir insan olarak senin de bu dusunceye karsi pek bir diyecegin yoktur saniyorum.

sen oldugunden beri gittikce daha `muhafazakar` oluyorum babacigim. mesela, allah kimseyi genc yasta anasiz, babasiz birakmasin filan diyorum. sana oranla daha `munevver bir zat` sayildigim ya da kendimi oyle sandigim icin, bu yargiya bir `filan` sozunu eklemeyi de ihmal etmiyorum. aramizda `irfan` bakimindan -gorunuste- bir fark oldugu dogrudur. sen boyle gorunum inceliklerini akil edemeyecek kadar saf oldugun, yani benim gibi `zit kuvvetlerin muhasalasi` olmadigin icin belki de bu yazdiklarimi biraz karisik buluyorsun. aslinda karisiklik icimdedir ve bu mektubu yazma istegim, karisik ruhumun kapildigi samimiyet buhranlarindan biridir. bu buhran, genellikle senin olumunden sonra icimde daha kuvvetle h issettigim cemil beyi yasatma cabasiyla ilgilidir. icimde benden ayri oldugunu sandigim bir de cemil beyin bulunmasina sen `tezyid-i sahsiyet` mi yoksa `taksim-i sahsiyet` mi dersin pek bilemiyorum.

benzer taraflarimiz oldugu bir gercektir. sen ustune basina dikkat etmezdin; bense ne kendime bakiyorum nede arabama. uzun yillarini gecirdigin buyuk sehrin sokaklarinda ikimiz de kir icinde dolasip duruyoruz. (annem duymasin.) bazen arabayi bir ara sokakta durdurarak kucuk ve karanlik meyhanenin birine giriyorum. senin deyiminle `tedrici intihar`. bununla birlikte, bazi yazi denemeleri -bu mektup gibi- yaptigim icin, arkadaslar arasinda -bu icki ve perisanlik gibi butun tutarsizliklarima ragmen- oldukca ilgiyle karsilandigim soylenebilir. sag olsaydin yazdiklarimdan bir satir anlamamakla birlikte gene de benimle ogunurdun saniyorum. galiba biz, babacigim, birbirimizi hep boyle anlamadan sevdik. aslinda yazdiklarim senin deyiminle `uydurma` seylerdi; annemin seyrederken agladigi filmler ya da okurken duygulandigi romanlar gibi `hepsi uydurma`. sana yazdigim bu satirlarin da bir kismi `uydurma` olabilir; sana aciklamakta zorluk cekecegim bazi nedenlerle senin anladigin bicimde bir gerceklikten uzaklasmak zorundayim. ayrica gercek ya da uydurma olan bu satirlari benim hissettigim sekilde anladigindan da suphedeyim, hatta anlayip anlamadigini da bilemiyorum.

iste boyle babacigim, bazen de gerceklik buhranlarina kapiliyorum. bu yuzden sana gerceklerden, senin de karsi cikmayacagin gerceklerden soz etmek istiyorum. bugunlerde ozellikle ansiklopedik gerceklerin cok tutulmasi ve ilgi duydugum, sevdigim kimselerin gittikce unutulmasi yuzunden, bastan asagi gerceklerle dolu ve bircoklarina gore onemsiz sayilacak hayat h ikayelerinden meydana gelen bir ansiklopedi yazmak istiyorum. buna benzer denemelerim oldu. ama onlarda senin deyiminle gercekten `uydurma` seylerdi. bu nedenle babacigim, herkese acikca ilan ediyorum: 1892 de dogdun. ulkemizin ortalama omur sinirini cok astin. duyduguma gore isvec ortalamasini filan bulmussun. koyde, kasabada, tasrada yetistin. olgunluk cagi denen doneminde, ulkeyi yonetenler daha kalabalikmis gibi gorunsun diye, tasradan getirilerek onlarin arasinda yer aldin. `firka katib-i umumiyesi`nin ya da daha baska `ekabir`in gozune girmek icin kursulerde bagirmak gibi bir munasebetsizligi beceremediginden, bugun benim ozel ansiklopedimin disinda yer alacagini h ic sanmiyorum. sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor ya da onun gibi bir sey. buyuk seh irde, ulkeyi yonetenlerin toplandigi salonda neden bulundugunu h ic dusunmedin. ayrica insanin evrendeki yeri konusunda da dusuncelere daldigini sanmiyorum. fakat -bu soyledigim gercekten gercek babacigim- ben butun bunlari dusundugum halde yerimi bulamadim. beni daha iyi yetistirseydin, mesela ne bileyim yabanci ulkelere filan gonderseydin, bugunkunden daha esasli olmasam da, kendimi ifade ve esya ile munasebetimi tayin ve kainattaki yerimi tespit gibi hususlarda daha becerikli olurdum. sen her zaman tutarliydin; oldugun gibi olmaktan gurur duyuyordun; oldugun gibi davraniyordun. bense kucuk h irslar yuzunden bocaliyorum; senin deyiminle "iki cami arasinda beynamaz" ya da senden once senin gibi rahmetli, olan numan beyin deyimiyle "gures, gures, haci muhammed altta" bir durumdayim. `tedrici inh itat` oluyorum senin anlayacagin. goruyorsun senin hayat h ikayeni bahane ederek gene kendimden bahsediyorum. senin asaletini tevarus etmedigim icin her firsatta kendimi ileri surmek gibi bir zillete tenezzul ediyorum. neyse, sana donelim babacigim. h icbir savasa katilmadin ve kelimenin bilinen anlamiyla h icbir kahramanlik gostermedin. bu nedenle madalya filan gibi manevi odullerden yararlanmadigin gibi han-hamam-ciftlik gibi maddi odullerin ustune de oturmadin. siyasetin icinde yasadigin halde siyaseti bilmedigin icin baris doneminde de basarili olamadin. bu bakimdan sana yoneltebilecegim en kuvvetli tenkit sudur; kendini sunmasini h ic beceremedin babacigim. hemserilerinin buyuk seh irde kaldiklari hanlari ziyaret ederek onlara kartvizitlerini dagitmadin, dairelerde secmenlerinin islerini takip etmedin. butun yaptigin, secim bolgene gittigin zaman eger ramazansa sokakta sigara icmemekten ibaret kalmistir. kendini cok begendigin halde kusurlarini bilmedigin gibi, meziyetlerinin de farkina varmadin. genellikle sert, duygusuz ve bencil gorundun. bu ozelliklerinde huysuz bir cocuga benziyordun. cocuk diyorum, cunku kotu huylarindan bir `menfaat temini cihetine` gitmedin. bana sorarsan, hemen butun konularda cocukca yani samimi fikirler ileri surdun; bununla birlikte bu davranislarinin ev icinde `menfi neticeler tevlid ettigi` oldu. ben bu sonuclardan cok yakindim ve `asi evlad durumuna muncer oldum`. birlikte yasadigimiz gunlerde, butun begenilerim sana karsi duydugum tepkilerle olustu. sen klasik turk muzigini "goygoyculuk" olarak niteledin; bati muzigine tepkini de sadece, "kapat sunu" biciminde gosterdigin icin ben, her ikisini de sevmeyi gorev saydim kendime. kultur hakkinda oteki yargilari da pek ic acici degildi. ozetle, cevrendeki her seyi kesin cizgilerle ikiye ayirdin. (bu bakimdan da sana benzedigimi itiraf etmeliyim.) dunyada yalniz guzellerle cirkinler vardi, bir insan ya akilliydi ya da a ptal, senin gibi basini dik tutmasini bilemeyen butun insanlar dalkavuktu; sana benzemeyen kibar davranisli insanlari da zuppelikle suclardin. biz -annemle ben- sana itiraz ederdik; fakat ben farkina varmadan senin orta yola firsat vermeyen bu acimasiz siniflamalarini benimsemisim babacigim. ustelik -en kotusu de bu galiba benim icin- boyle oldugumdan gizlice memnunluk duyar gibiyim ki, iste asil buna dayanamiyorum; cunku ben babacigim, biraz da duygularimin `romantik` bolumunu, sen kizacaksin ama, annemden tevarus ettim. ozellikle bazi kitaplari okuduktan sonra, icimdeki bu asagilik celiskilerin daha da farkina vararak, senin h ic anlamayacagin bir bicimde sabit gozlerle bosluga bakip duruyorum. senin isin bir bakima kolaydi babacigim. bircok seyi yok sayarak belirli bir duzen icinde yasadin. sinemaya gitmedin. h ic roman okumadin. zeytinyagli enginar yemedin. yabanci ulke ozlemi cekmedin. kimseye hediye almadin. evde kuskonmazdan baska bitki yetistirmedin. yalniz halk turkulerini sevdin. basit begenilerinin yaninda beni sasirtan duyarliklarin vardi. bir ornek vermek gerekirse

calkan karadeniz calkan
gemiler aciyor yelken

gibi beni cok duygulandiran bir masal turkusunun yanisira,

yekte yavrum yekte
pastirmalar yukte

turkusunu de ayni keyifle soyledin ve dinledin. ben sonradan edindigim bir duyarlikla, ikincisini sanki alaya aliyormusum gibi degerlendirerek isin icinden cikmayi denedim: su "filan" sozunu, basit duygululuklarimi gizlemek icin kullandigim gibi filan.

simdi artik oldun babacigim. sinirlarini kesin olarak belirledigin bir dunyada, bana sorarsan, belirsiz bir bicimde yasadin ve oldun. seni artik degistirmek mumkun degil babacigim; bu nedenle kendimi de degistirmenin mumkun olacagini sanmiyorum. sabit nazarlarla bosluga baktigim zamanlarin cogunda temeldeki benzerligimizi gizlemek icin umitsiz suslemelerle kendimi yoruyormusum gibi geliyor bana. senin anlayacagin babacigim, zuppe olarak niteledigin insanlarin, ic sahteliklerini ortmek amaciyla giristikleri kibarlik calismalari icindeyim sanki. senin gibi tutarli olmadigim icin cogu zaman kuskulara kapiliyorum ve utusuz pantolonlarla lekeli gomleklere kisa bir sure icin son veriyorum.

bugun, genellikle seni benden baska hatirlayan yok babacigim. oldugun icin durumu bilmiyorsun; ama, sana acikca belirtmek zorundayim ki, cevrendeki kuru kalabaligin buyuk bir kismi daha simdiden tarihe gecmis vaziyette babacigim. okuma kitaplarinda senin gibilerin davranislari ornek gosterilmekle birlikte onlarin adlari ve ikimizin de cok iyi bildigi kucuk ve karanlik yasantilari yer aliyor. sen artik oldugun icin senin adina uydurma nutuklar, duzme makaleler, hayal urunu tartismalar icat etmek ve seni onlarin cok ustunde dalgalandirmak istiyorum. cunku hepinizi taniyan -gercekten taniyan- on kisiden dokuzunun, bir secim yapmak gerekirse, oylarini sana verecegini ismim gibi biliyorum. goreceksin babacigim, su tek basima yazacagim ansiklopediye bir baslayabilsem her sey duzelecek. kimsenin dogru durust bir sey bilmedigi bu ulkede sundan bundan -yani yabanci yazarlardan- makaslama metoduyla birkac eser veremez miydin yani? tercumeleri ben yapardim. annem de sana okurdu. (h ic olmazsa sunu kabul etmelisin ki babacigim, cogu zaman sadece annemin okuduklarini anlardin. senin dilini, gorunusteki butun karsitliginiza ragmen, galiba sadece annem bilirdi.)

aramizda h icbir zaman, alisilmis baba-ogul iliskisi olmadi. ne ben, butun merakli cocuklar gibi durmadan her seyi sana sordum; ne de sen oturup bazi seyleri bana aciklamak geregini duydun. bu yuzden, bir cok olayin nedenini zamaninda ogrenemedigim icin, dunyanin bircok yonunu h ic bilemedim. bazi olaylarin nedenini de cok sonralari ogrenebildim. mesela yemekten kalkinca herkesten once ellerini yikamak isterdin; banyoda, "ben sigara icecegim", diyerek beni iterdin. ben de senin gibi sigara icmeye baslayincaya kadar, bu davranisin bana hep esrarli gorundu. sonra karsilikli sigara icmeye basladik. sonra gunun birinde karsisinda, `bacak bacak ustune atip sigara icen` oglunu azarladin. davranislarinda genellikle hep boyle gec kalirdin. karimdan ayrilip sana sigindigim zaman da, "geceleri eve gec geliyorsun" gibi, yillarca once soylenmis olmasi gereken sozlerle beni tedirgin ederdin. oysa babacigim ben evlenmistim, ayrilmistim, cocugum bile vardi; yani bir bakima senin durumundaydim. sen de yillarca once bazi islerini bahane ederek buyuk seh ire gidip bizi gunlerce yalniz birakmaz miydin? ben de iste oyle olmustum babacigim: `istedigim gibi yasamak` diyebilecegimiz bir isim ciktigi icin evden, kendi evimden ayrilmistim.

ben sonra eve donecegim babacigim. bazi durumlarda sana oranla biraz asiri davrandim. belki de kendime bu dunyada bir yer yapabilmek icin, bircok dusuncemi `kuvveden fiile` cikarmaya calisiyorum. aslinda sen boyle bir seyi h ic dusunmedin; bununla birlikte, yeryuzunde senin kadar yer yaptigim da soylenemez. bu yuzden sinirli, sabirsiz ve h ircin oldum. biliyorsun, seninle de cok catisirdim, kapilari filan vurup giderdim. bana hep haksizlik yaptigin duygusu vardi icimde: bence her zaman bana haksiz yere soylenirdin; caliskan bir ogrenci oldugum halde "bu cocuk kitap yuzu acmiyor", diye homurdanirdin, ustume uymayan kotu dikilmis elbiseler giydirirdin, istemedigim okullara gonderirdin beni, sizlanmalarimi da h ic dinlemezdin. bugun, belki de sen artik oldugun icin, bana bir zamanlar haksizlik ettigini dusunemiyorsam da, bana haksizlik edildigi dusuncesi icimde oylesine gelisti ki artik butun dunyayi sucluyorum bu bakimdan,. bu bakimdan da istemedigim bir yerlere vardim, artik butun dunyanin suratina carpip duruyorum kapilari.

senin "egoist" oldugunu soylerlerdi; benim icin de simdi buna benzer sozler ediyorlar. annem oldukten sonra bir sure sen de yalniz kalmistin ya, bu yuzden yalnizligi bilirsin saniyorum. ben de yalnizligimda sana benzedim babacigim: kendime yemekler pisiriyorum; senin kirli ropdosambrina benzeyen bir seyler giyip, bir karis sakalla evin icinde huzursuz dolasip duruyorum, yanik kalmis elektrikleri sonduruyorum, durmadan para hesabi yapiyorum, kendimi biraz iyi h issettigim gunlerde carsi pazar dolasarak her malin iyisini almaya calisiyorum. gittikce sana benziyorum babacigim: kimseleri begenmez oldum. aynaya pek bakmiyorum ama sevmedigim seylerden soz ettikleri zaman suratimi senin gibi burusturdugumu h issediyorum. birilerine oturmaya gittigim zaman yemege kalmam icin israr edilmeyince senin gibi, belki de senden cok siddetli bir bicimde icerliyorum herkese; yalniz, senin yaptigin gibi, kotu yemekleri acikca begenmezlik edemiyorum. istiyorum ki babacigim artik herkes ogrensin h icbir seyi begenmedigimi. senin basina gelenleri dusundukce h icbir duygunun icimde kalmasina, h icbir ofkenin sadece icimde buyumesine razi olamiyorum artik. senin gibi ben de artik aklima geleni hemen herkesin yuzune haykiriyorum. eski pisirik oglunun bu durumunu gorseydin gurur duyardin diyemiyorum; cunku, sozlerime `muhatap` olanlarin tepkisine bakilirsa pek ovunulecek durumda degilim galiba babacigim. genellikle belirsiz bir isyan halindeyim. derler ki sen de cocuklugunda eve donunce anneni bulamazsan hemen sokaga firlar ve onun misafirlige gittigi evin camini taslarmissin. ben senin gibi koyde degil seh irde, evde degil apartmanda buyudugum icin, cocuklugumu bir bakima yasayamadigim icin, bu konuda biraz gecikmis de olsam yalniz birakildigimi h issettigim zaman kendi capimda mesele cikariyorum, herkesin burnundan getirdigimi saniyorum.

oysa simdi seni dusundugum zaman babacigim, durmadan gulumsuyorum. seni sen olarak yasamak istiyorum. istiyorum ki evde annem gibi biri olsun ve ben de mutfaga giderek. "burada gene bir seyler kayniyor muazzez", diye iceri seslenebileyim ve bana "kaynadigini goruyorsan altini kis cemil bey", denilsin ve ben de h icbir sey yapmadan mutfaktan cikayim. belki de nasil bir insan oldugunu bugun bile bilmiyorum; daha dogrusu bugun, senin bilmedigin bazi seylerin varligindan haberim oldugu icin, bu bakimlardan nasil bir insan oldugunu merak ediyorum. acaba senin de bilinc altin var miydi babacigim? bana oyle geliyor ki sizin zamaninizda boyle seyler icad edilmemisti. sanki osmanlilarin boyle huylari yoktu gibi geliyor bana. senin fesli ve redingotlu resimlerini gozumun onune getiriyorum da, bu goruntuyle `varoluscu bir bunalimi` yanyana dusunemiyorum dogrusu. aslinda bizler de bir ozenti icindeyiz; ama ne de olsa bu kurt icimize dustu bir kere babacigim; bazi meseleleri bu yuzden buyutuyoruz. acaba butun bunlari sana simdi anlatsaydim nasil karsilardin, yazdiklarimi okusaydin ne dusunurdun? hepsini "deli sacmasi" mi bulurdun? sizin zamaninizda herhalde boyle zorluklar yoktu babacigim; yemek ve bilmece cozmek ve benim zorumla radyo radyodan dinledigin alafranga muzik ve sineklerin cami kirletmesi ve gazetede saglikla ilgili makale hakkindaki dusuncelerin ve aylik butce hesaplarin ve yarin pisirilecek asureye neler katilmasi gerektigi ve benzeri ve ilgisiz butun dusuncelerinin `bilinc akimi` denilen karmasik bir duzende yer aldigini bilseydin sanirim yemekten sonra o yuksek koltugunda rahatca uyuklayamazdin. maddenin temel yapisinda duzelmesi mumkun olmayan bozukluklarin basladigini ya da bazi tabiat kanunlarinin artik eskisi gibi aynen tekrarlanmadigini duysaydin acaba endiselenir miydin? aslinda `ruh iyat`la ilgili yenilikleri ben bile dogru durust bilemiyorum babacigim. (mesela, egoist oldugun halde, sen de `ego`nun farkinda degildin.) bir yerde okumus olsaydin da bana "oglum sende oedipus kompleksi var mi?" diye sorsaydin ne karsilik verecegimi bilemezdim saniyorum. hani ben sana kizinca ya da belirsiz nedenlerle icimde tanimlayamadigim sikintilar duyunca gidip sabahlara kadar icerdim ya, simdi oyle yapmiyorlar babacigim. bu senin duymadigin bilincaltiyla ilgili doktorlara gidiyorlar. bense aslinda sana benziyorum babacigim; artik icki de iyi gelmedigi icin boyle durumlarda koltuklara baykus gibi tunuyorum.

demek ki senin koylu tabiatin bana miras kalmis babacigim: medeniyeti sevmiyorum. bugunlere yetisebilseydin, sen de benim gibi televizyondan nefret ederdin saniyorum. ben, senin ciktigin koye donmek istiyorum; yani, sonradan gorme deniz ozlemcileri gibi kiyida balikcilarla filan sohbet etmek istemiyorum. baliga cikmak bize gore degil babacigim. ben senin ucsuz bucaksiz tarlalar arasindaki kucuk koyune yakin bir yerde (cevrede belki de bir iki agac olabilir) ahsap kirisli kerpic bir evde yasamak istiyorum. evin resmini de tanidik yasli bir mimara cizdirdim, (genclere guvenim artik kalmadi babacigim.) sana anlatmasi biraz zor ama, oraya gidisim bana haksizlik eden dunyaya karsi bir bas kaldirma hareketi olacak diyebilirim; yani ben orada bulunmakla onlara, "iste butun `terakkinizi` gordum ve `aslima rucu ediyorum` (yani cemil beye donuyorum)", diyecegim ve onlar da bunu anlamayacak. sen bunu ziya pasa`nin ya da mehmet akif`in tepkilerine benzetebilirsin. annem duysaydi cok aglardi. sen nasil karsilardin bilmiyorum, herhalde bunu da sana karsi bir hareketim olarak `tavsif` etmezdin. gene de, beni bu duruma kitaplarin getirdigini soylerdin. lukianos`u okudugum zaman da bir gun kitabi karistirmis ve icinde tanrilarla alay eden bolumu gorunce, "bu oglan onun icin allah`a inanmiyor, bana karsi geliyor", diye pek gercekci sayamadigim bir yorumda bulunmustun. sen de allah`a -bunu h icbir zaman kabul etmedigin halde- son yillarinda inanmistin babacigim. son yillarinda cuma gunleri ortadan kaybolup camiye gitmege baslamistin. acaba daha once, mesela gencliginde, buna benzer bir `iman buhrani` gecirmis miydin? neyse, son yillarinda boyle bir degisiklige ugradigini da kabul etmedin. her zaman `namazinda niyazinda` oldugunu ileri surerek beni cileden cikardin. benim bu daga cekilme meselesini de belki eski inancsiz yasantima bir tepki olarak `telakki ettigim` icin, senin cocukluguna siginiyorum babacigim. hareketimin, annemde begenmedigin bicimde bir duyarlik ilgisi yok. yani artik haddimi biliyorum, onunde `hayat` denilen bir taslik bulunan dag evimde senin donemince bilinmeyen ruhsal karisikliklarimi yasiyorum, kuyudan su cekiyorum ve esegime yukledigim dallarla ocagimi yakiyorum. buna `simdilerde` kacis diyorlar babacigim; bir takim toplum sorunlarini cozemeyeceklerini h isseden burjuva, yani senin anlayacagin seh irde yasayan ve ustelik seh irdeki gunluk yasantinin geleneklerini benimseyen aydinlar boyle yapiyormus. sen boyle soyleyenlere bakma babacigim. oglunu onlardan ogrenecek degilsin ya. sen de aslinda annem gibi benim h icbir zaman kotu bir sey yapmayacagima inanirsin degil mi? hani bir zamanlar bazi kitaplar okuyordum da eve bazi asik suratli adamlari cagirip onlarla bagirarak tartisiyordum; o zamanlar annem, basima bir seyler geleceginden endiselenmekle birlikte, gene de bu konuda kendisini uyaran ahbaplarina karsi beni savunuyordu. simdi beni savunan kalmadi babacigim; cunku ikiniz de oldunuz. iste ben de yalnizsam, yalnizligimi bilmek icin cogu zaman -sabit nazarlarla bosluga baktigim zaman- bu kerpic evi gittikce daha ciddi bir bicimde dusunuyorum. ben bu asik suratli aydinlara h ic benzemiyorum babacigim; onlara karsiyim ve senin ictenliginden yanayim. bazi kitaplar yuzunden kafam biraz karismissa da bugun bile senin ictenligini tasidigimi umit ediyorum. gene de sonunda sana butunuyle benzemekten korkuyorum babacigim: yani ben de sonunda senin gibi olecek miyim?

mektubuma burada son verirken hurmetle ellerinden operim.
oglun

kitle ileti aracları

fasa fiso
bilindigi gibi turkce’de bir isin, olusun veya hareketin birden cok kisi tarafindan ve karsilikli olarak gerceklesmesine işteşlik adi verilmektedir.bir fiile işteşlik kazandirmak icin de işteşlik eki ’’ş’’ getirilmektedir.iletiş- fiilindeki yanlislik turetilme asamasindan kaynaklanmiyor.yanlis, ’’işteş’’ olmayan bir fiilin işteş bir fiille adlandirilmasindadir.televizyonda konusan kisi ile seyirci arasinda, gazetede yazan kisi ile okuyucu arasinda aslinda bir iletisim soz konusu degildir; ancak birincilerden ikincilere bir ileti soz konusudur.bu yuzden kitle ileti araclari dense belki daha uygun olur.

ozay gonlum

fasa fiso
özay gönlüm (d. 1940, denizli - ö. 2 mart 2000, ankara), repertuvarı ege bölgesi ve özellikle de denizli yöresi ile özdeşleşmiş ve mizahi unsurlara rahatlıkla yer verdiği çalışmalarının ustalığı ve derinliği zamanla farkedilmeye başlanan türk halk müziği’nin büyük üstadıdır.

1940’ta jandarma astsubayı olan babasının görevli olduğu denizli’de dünyaya gelmiştir. ailesi denizli’nin tavas ilçesine bağlı kızılcabölük beldesindendir. 1953 yılında başladığı denizli erkek sanat enstitüsü’nde farklı kişiliği ve müziğe yatkınlığı ile okulda sevilen biri oldu. 16 yaşında türk türkülerinin en ünlü derleyicisi olan muzaffer sarısözen’le tanışması kariyerinde belirleyici oldu. ankara radyosu yurttan sesler programıyla sanat dünyasına adım attı. belli bir süre milli eğitim bakanlığı film radyo televizyon merkezi’nde çalıştı. 1966’da "yetişmiş saz sanatçısı" olarak ankara radyosu’nda çalışmaya başladı.

özellikle denizli yöresinin türkülerini, sesi ve sazı ile mikrofonlara taşıdı. çalıp söylediği ege türküleri kadar, taklit yeteneği, şovmenliği, fıkraları ve kullandığı denizli şivesiyle folklara zenginlik kattı.

1960’larda sahneye de çıkan sanatçı, 1973’ten itibaren düzenli şekilde izmir enternasyonal fuarı’nda sahne aldı. başta zeki müren olmak üzere pek çok ünlüyle aynı sahneyi paylaştı. bir yeşilçam filminde başrolde oynadı. trt’de, tarıma ve çocuklara yönelik programlarda yer aldı. kültür bakanlığı halk müziği geliştirme merkezi (hagem) repertuvar kurulu üyeliği yaptı. son televizyon programı ise trt-1’deki "türk halk müziği istekleri" oldu.

radyo oyunlarında ve tiyatrolarında roller alan özay gönlüm, radyo ve tv’lerde yayınlanan ’nineden mektuplar’ tiplemesiyle çok sevildi. "çöz de al mıstıvali" türküsünü, "fişini de al mustafa ali" diye de seslendirerek, halkı fiş toplamaya davet etmesiyle sosyal şuurunu da gösterdi.

avrupa, abd, avustralya, çin ve hindistan’da konserler veren özay gönlüm, başta denizli ve kütahya yöreleri gelmek üzere pek çok yöreden 3400’den fazla türkü derledi. özellikle, "denizli’nin horozları" (çil horoz), çöz de al mıstıvali, "sultan seccadesi, ""asmam çardaktan", "cemile’min gezdiği dağlar meşeli", "osmanım’ın mendili", "evlerinin önü bulgur kazanı", "şu dağlar tepe tepe" gibi türküleriyle tanınıyordu.

teatral yeteneği, yöresel icra tekniği, vokal yorumu ve "yaren" adını verdiği üçlü sazı ile türk halk müziğinde bir ekol oluşturdu. bağlamanın yanısıra cura ve "şelpe" tekniğine de çok önem vermiş, ege yöresinde ramazan güngör’den hamit çine’ye kadar birçok curacı ile çalışmış, katıldığı programlarda her boydan cura çalmıştır. yaren adlı enstrümanı ile cura, bağlama ve çöğürü bir araya getirdi.

türküleriyle 34 yıldır gönülleri fetheden özay gönlüm, 2 yıl akciğerler rahatsızlığıyla yaşadı. ankara tıp fakültesi göğüs hastalıkları kliniği’ne tedavi amacıyla yattı. ancak hastalığa yenik düşerek 2 mart 2000’de hayata gözlerini yumdu. mezarı cebeci asri mezarlığındadır. ayten hanım’la evli ve iki kızı vardır.

nenenin mektubu

fasa fiso
amanın yavrım, geçenlerde bizim goca kapının önüne oturdum da fistanımı yamıyodum leen.. senin köpekçilerin ali ırza va ya, o geçiverdi önümden. accık para gördüydü gavırın domuzunun eli. ne derler, köpek ne edecek takkeyi, tingilderken düşürüverir deye bi laf vardır. aha o hesap. leen ali ırza! yavrım accık gel de şu boyunu posunu görüverem deye ünledim çağırdım da dönüp bakmadı bile leen. yörüyüşünü accık seninkine benzetiyom da ondan çağırdıydım yavrım. gelmeyince bi ağlayıverdim bi ağlayıverdim, sesimi duyan komşulardan ümmüş’ün cennet, güççüklerin keleş osman’ın karısı gıdı gıdı zeynep, kılkuyruk zehra’nın yalınayak fadime, hepiciği geldiler de benle mana buluverdiler leen. sonra gıdı gıdı zeynep, hadeyin de bize gidem gözel ninem sen pek bunalmışın dedi. bi döşşek atıverem altına, çay bişiriverem... vardık gari, essahtan bi döşşek atıverdi altıma gabasından. hani öle derler, erkek kısmı eşşeğinden karı kısmı döşşeğinden belli olur deye bi laf vardır. o hesap gömüldüm gittim içine kadar. sona çayımı içtim accık darı patladıverdi, akşam oldu geç vakıtta tingildeye tingildeye evimize geldim. dün de mektubunu aldım. ormancı ali efendi’ye varıverdiydim. okuyuversin deye. ara sıra giderim de okuyuverir sağolsun. öğle vaktına doğru vurdum kapıyı tak tak ses seda yok. tam dönüp geliveriyodum. garısı şıngırttanak kapıyı açtı. a gözel gızım kocan evde yok mu dedim. ben uyuyodum kazaya gitmiş dedi. hee o giderken sen yerinden kalkmadın mı a yılık dedim. neyleyem benim uykum vardı giderse gitsin.hee peki eyi dedim ortalık bi çeşit oluvermiş. dönüverdim şöyle. domatis suratlı eğri bacaklı çirkin bişey, töbe töbe ele güne karşı. bi laf geliverdi aklıma hani öyle derler, yağmur yağdıktan sonra ekilen darıdan kocasından sona kalkan garıdan hayır çıkmaz deye. zaten memur karısıyım deye gurt gurt gabarırdı kibirinden bizi mizi beğenmezdi. neyse ben de dedikodu ediyom töbe töbe ele güne karşı..

ne deyodum leen, senin zartlak osman’ın halil ibraam var ya, yamık burunlu çavış ismail’in gızı kezban’a tutuluvermiş de, aklını da fıydıttırıvermemiş mi oğlan leen. istettiriyo istettiriyo vermeyolar. sebebi de, çook evelden nebilem bu zartlak osmanlan yamık burunlu çavış ismail, bi karış topraktan ötürü kavga mı çıkattırıvermişler neyse. sankı bi karış topraktan kimya mı çıkçek a gahpanalılar. iki gönülü bir etseniz iyi olmamı leen. kezban’ın da sevisi var halil ibraama deyom. amma istettiriyo vermeyyolar. senin keziban’ın kardeşi ırmazan var ya güççük bok. töbe töbe ele güne karşı.. ablamı vermeycesiniz’ diyomuş. şuna bak gali lafa.. ona bile laf düştü. ne derler hani, tarlayı taşlı yerden kızı kardeşli yerden alcen deye bi laf vardır ya, o da denkgelmedi gari. ondan sonra şöyle olcek böyle olcek derken senin halil ibrahim bi türkü çıkattırıverdi ortalığa. amaniiin..

hadeyin de teyzem dayım, kurusun domuz huyun.
ablanı ben gaçırcem ırmızaan, enişten olcem gayri.

nenenin mektubu

fasa fiso
ey benim umudumun kandili, gozyaşımın mendili, dağdan bağdan aşırmadığım, dilden gönülden düşürmediğim, türküylen yörüttüğüm duaylan böyüttüğüm, kardan kıştan kayırdığım, bazlamaylan doyurduğum, tarlada toprağım, ağaçta yaprağım, bi tenem yavrım benim nasılsın bakem eyi misin?

ben ninenden sorarsan şükürler ırabbıma iyiyim, senden başka heç bi tasam yok. yavrım köyün içinde negada havadisler varsa hepiciğini yazın deyyon. mıgırdıcın şaban oğlan, yalınayak fadimenin ıramazan, fıtık osmanın murat, askerliğimiz yetti günümüz bitti deye geldiler gari köye.. maşşalah bi olmuşlar gahpanalılar* maydanoz gibi gittiler durp gibi geldiler.

yavrıım geçenlerde bekir dayın gile uğradım. öteden beriden epey gonuştuk. bekir dayının gızı ayşe var ya, ayşe’ye eski köylü memiş’in veli aga’ya dünürlüğe gelmişler. e onlar zati evelden duyarız, işleri mişleri pişirmişler ya neyse gari düğünleri olcek deye bekleyoz. bekleyoz da bi haber geldi ki, ayşe’nin bubası bekir dayın beş bin lira başlık vermezsen vermeycem deyomuş veli ağbeyne. len! beş bin lira başlığı nerden bulsun veli ağbeyin. donunu mu satsın. ah gahpanalı gevur.. bekir dayını diyom. hani olcakmı ya, sen önden şöyle olcek böyle olcek deye gari demedin mi? sonradan öyle mi olur a yavrıım. üstelik ayşe gız da bubasının ağzına bakıyomuş. vermezsen parayı varmaycam deyomuş. bana bak gari gel dinle.. len önden sen işleri pişir, cilveleş, gıdıkleş, ondan sona şöyle olcek böyle olcek. heç olur mu a gavıır? amma yavrıım veli ağbeynin hısımları da bi türkü çıkattırıverdiler gari orta yere, irezil ediyolar ayşe gızı cümle aleme...

nenenin mektubu

fasa fiso
amanın yavrım,
geçenlerde senin hıkgıdık ülfet’e piyangodan para çıkmış. dıbırdıbır memet’ söz vermiş imiş, şehere gitcez, ırakı içcez demiş imiş. köyün altından bi tane kamyonun ardına binmişler, ırlana ırlana şehere gelmişler. eyicem löküs bi ristorant lokantası mı varmış, neyse oraya girmişler. ortaya gocuman bi ırakıyı koymuşlar, pahalı aşlardan da ısmarlamışlar. e ne derler imam ölüyü, deli deliyi sever misali, açcık para görünce cabılı domuzun cebi, donatıvemişler gari tüm masayı. sonra bakmışlar yandaki masada açık yakalı, eyicen fiyakalı, yüzü gözü bi okka boyalı, saçı kukuletalı bi hanımınan bi guburdak adam oturuyo. açcık sonra guburdak adam garsonu ünlemiş, ’’garson bey lütfen bize hardal getirir misiniz’’ demiş. garson da kara urbaları çekmiş sırtına , kelebek gravatı takmış boynuna , bi tane peşkir kolunda, ufacık bi kavanoz elinde gelmiş. bizimkiler de şöyle gözlerini kıyneştirmiş. sonra bıçağın ucuynen biraz almış, karıynan adamın çanağının kıyısına çalmış. derken kadın bi gıymık ekmeğe bıçağın ucuynan hardal denen işeyden açcık sürmüş, ağzına atmış. senin dıbırdıbır memet, ’’ülen ülfet abi ’’demiş, ’’bunların yediği çok pahalı bi şey herhalda. baksen ya , bi bıçak ucu aldılar tabaklarına’’. hıkgıdık ülfet geri mi kalcek, garsonu ünlemiş. sesini de eyice yükseltmiş, ’’garson bize bi kavanozun hepiciğini getir, ortaya ko’’ demiş. ee para var domuzun cebinde. heç kalcek mi geride? garson açcık şaşırmış emme müşteri değil mi, e kırmayacak helbette, bi kavanoz hardalı getirmiş ortaya komuş. dıbırdıbır memet bizde para çok der gibicesine, kavanozla getittiririz dercesine, bi koca dilim ekmek almış, zehir gibi acı şeyi beş kat üstüste çalmış. yandaki masaya da arasıra şöyle bi yukardan bakarmış. bi gocuman lokma ısırmış, anam anam,gözünden ateş fışkırmış, ama heç bozuntuya verecek mi, üç koca lokma daha yemiş. öf len öf öf,cehennem gibi ağzı yanmış, sel gibi gözünden yaş akıtmaya başlamış. hıkgıdık ülfet, ’’ülen memet,ne ağleyon arkıdeş, bitçek diye mi üzülüyon ne, paramız çok oğlum bizim, bi kavanoz daha getittiririz, ye domuz ye!’’ demiş.
30 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol