-----------------------------alıntı----------------------------
şebnem; ceylanların, kuğuların sınıf arkadaşı, cıvıltılı cimcime, bal şelalesi;
şövalye olsaydım, senin şehrine hücum etseydim, dudaklarını görünce kılıcımı düşürür, atımdan düşerdim. hiçbir zaferin erişemeyeceği tatta bir yenilgi olurdu...
ellerin... boğumları kudretten zarafet şaheseri yüzükler gibi. insan kıyamaz dokunmaya. avuçların desenli kurabiyelere benziyor. öpsem, ağzımda şeker tadı bırakacak, kesin.
parmaklarının ucunda tırnakların küçük deniz kabukları gibi parlıyor şebnem...
rüyanda başrolde değilsen, kabus görüyorsun demektir.
bir kerecik buluşalım, yeniden hayatımın başrolünde olayım. kalbimden mezarlık dumanları yükselse de ziyanı yok.
şebnem, bak, hasretten bütün günahlarım döküldü. hacdan yeni gelmiş gibi hafifledim.
şebnem, uçsuz bucaksız bir çayırda buluşalım. başını dizlerime koy. sevincimden çimlere kırağı düşürürüm.
senden sinyal beklemek, dünya dışı uzayda yaşam belirtileri aramak gibi; acayip sancılı.
insan, nelere katlanmak zorunda kalacağını önceden kestiremiyor. göze aldığımız risklerden, tehlikelerden çok daha fazlası çıkıyor karşımıza.
bakışların, cennetin eşiğinde sorulan bilmeceler gibiydi şebnem.
artık hayatımın normale dönmesi imkansız.
şebnem, sen saklanınca ağaçların içi boşaldı, kuşlar iskelete döndü, deniz pıhtılaştı, gökyüzü felç oldu, bulutlar kireç bağladı, asfaltlar eriyor, minareler yamuldu; istanbul, haşlanmış lahana gibi kendini saldı.
şebnem seni manyaklar gibi özledim. iç içe geçmiş kafeslerin ortasında gibiyim.
şebnem, adın dilimin ortasına yuva yapmış guguk kuşu gibi, ne zaman ağzımı açsam, uçuveriyor.
hasretin gecenin mimarisi oldu, temeli, sütunları, kubbesi.
seni sevmek, göğüs kafesimde bir gökdelen jeneratörü taşımakla aynı şey şebnem.
şebnem senin için buffalolar kurban edeyim, yağmur ormanlarını yakayım, tabiatla kanlı bıçaklı olayım.
şebnem tornavidayla dağlara oyuklar, mağaralar açayım, çölü avuç avuç başka yerlere taşıyayım.
şebnem, bir öpücük ver, sonra yurdun dört başına örülü demir ağları söküp trenleri karadan yürüteyim.
türk kızılayına kan vereyim, oradan da altı nokta körler derneğine gideyim. körlere sesleneyim: arkadaşlar, dünyanın kepazeliğini görmediğiniz için evet şanslısınız, fakat şebnemin güzelliğini görmek için ölüp cennete gitmeniz gerekecek. sıkın dişinizi.
öpüyorum gülüşünün bütün kıyılarını.
syf 301-303
-----------------------------alıntı----------------------------
-----------------------------alıntı----------------------------
şebnem, italyan kahvesine batırılmış irlanda çöreğim;
çöpten metal kutular toplayan zombi gibiyim.
şebnem peynirsiz labirentte dönüp duran fare gibiyim.
şebnem beynim bulaşık teline döndü.
sana olan duygularımı mesafe, boşluk, bildiğin hiçlik mayalıyor.
bazı konuları açıklığa kavuşturmak için çenemi tutmam ve birtakım sonuçlar elde etmek için de hiçbir şey yapmamam gerekirdi.
asmaların başında nöbet tutmak, üzümlerin olgunlaşmasını sağlamıyor.
saatin akrebinden hız beklememeliyim.
tüm umudumu hayırlara vesile olan aksaklıklar, 12 den vuran yanlış anlamalar ve sorunları halleden hatalara bağladım.
dünyada sahtelik kadar gelişim gösteren başka bir şey yok.
o yüzden, paradokslarla haşır neşir olmadan hayatımıza canlılık katamıyoruz şebnem.
imkansıza yatırım yapmadan kazanamayız.
kaybetmedikçe zenginleşemeyiz.
dirilmek için kendimizden başlayarak her şeyi yok etmemiz gerek.
vücut bulması için can attığımız şeyi inkar etmek, yok saymak, reddetmek zorundayız.
doğru, ancak yalanların sürekli desteği sayesinde ayakta durabiliyor.
kederliysen güleçliği, sevinçliysen somurtuşu kalkan olarak kullanmalısın.
dostluğa rekabet ve imha; aşka kurallar ve prosedürler eşlik ediyor.
insanın ayna karşısında yaşadığı türden önemsiz bir belirsizlik ile sarsıcılıktan uzak karmaşa dinmiyor.
sen de benim aklıma uysan, kalbime uysan, belki bu tuhaflıktan büyük heyecanlar çıkarabilirdik.
ben riskleri yönetemiyorum şebnem. afeti kontrol edemiyorum, krize söz geçiremiyorum.
sürprizlerin üzücülük arz etmesi sürpriz olmuyor.
bana öyle geliyor ki, bizlerde olgunluk alametleri gibi yansıyan şeyler, tecrübelerimizdeki alelade acılıktan ileri geliyor.
delidoluluğun uzantıları gibi algılanabilecek davranışlarımızın da doğallığı su götürür.
geçerlilik kazanmış riya sisteminin kusursuz işleyişi, ilişkilerimize garantiler getiriyor.
güvenliği kilitlerde buluyoruz şebnem.
emniyet ile itimat aynı şey artık.
ve birine itimat edecek kadar kendine güvenmenin manası yok.
aşk hiçbir çağda güvenli bir heyecan olmadı. fakat aşk ın bizi manasızlığa kelepçelemesini, aşağılayıcı bir üslupla imha etmesini göze alamıyoruz.
insan kendi aptallığının büyüklüğüyle yüzleşince kahrolmaktan kaçınamıyor.
artık iltifatlar, ikramlar, nazik teklifler en büyük tehditlere dönüşüyor.
peygamberin mirası tebessüm, riyanın kırmızı alarmı haline geldi.
dostluğumuz, arkadaşlığımız, tanışıklığımız, tümüyle eğlenceli olmak zorunda.
her türlüsü ürkütücü olan içtenlik başgösterdiği anda, şakaların opak muşambasına bürünüyoruz.
birbirimizi oyalamak, kibarlığın yegane yolu oldu.
saptırılmış ve bir yönetmeliğe uyarlanmış saygının gereği olarak cıvıtmak... ne kader ama.
kral, en büyük soytarı olmak zorunda.
insanlar, yakınlaşmanın yolunu kendilerine acındırmakta ya da muhataplarının kafasına demirle vurmakta arıyorlar çoğu zaman.
bir de benim gibi, dokunaklı genellemeler yapanlar var.
şimdi bunları söylüyorum ya, sabah dünyaya, insanlara inanıyor olarak uyanacağım.
nefertiti yi [üst kat komşumun kedisi] ve yavrularını görünce, beni bekleyen birtakım vazifeler, insanlık görevleri olduğu fikrine kapılacağım.
hayatın ölümden, aşk ın her ikisinden de büyük olduğuna inanacağım.
ve bu saçmalığı doğuran şartlar, seni benim için dünyanın en değerli insanı kılıyor.
keşke başka ihtimaller de olsaydı, gerçek hatalar yapabilseydim hiç değilse...
cehennem, biliyorsun, tüm sorulara aynı cevabın verildiği, azabın kurumsallaştığı, eziyetin otomatikleştiği yerdir.
ya çok derin acıların ya çok büyük hedeflerin var ya da çok inatçısın şebnem. bunların hepsi ya da herhangi ikisi de olabilir.
bazı şeylerin anlamı ortaya çıktığında, o şeylerin kendileri çoktan yitmiş oluyor şebnem. biz aslında kaybettiklerimiziz. kendisi kaybolunca anlamı parlayan şeylerle kuşatılmış durumdayız. bu anlam birikintisi, aslında hayatla ilgisi kesilmiş olduğu için anlamsızlığa matuf.
görüyorsun ya, tüm sözlerim, zavallılığa dönüşmüş bir samimiyetten geriye kalan ve ağıt izlenimi uyandıran gevelemelerden ibaret.
aslında tüm insanlığı ilgilendiren bunca belirsizlik içinde yalan da önce ihtişamını, sonra da görülebilirliğini kaybetti.
doğrunun önemi kalmayınca, yalanı ancak kendine söyleyebilirsin. kendini bulabilirsen tabii.
şebnem çok saçmaladım, bağışla.
insanın kalbi darmadağın olunca, kafası da karışıyor.
mümkünse, söylediklerimi unuturken beni aklından çıkarma.
huşuyla öpüyorum.
müntekim
syf 299-301
-----------------------------alıntı----------------------------
şebnem, italyan kahvesine batırılmış irlanda çöreğim;
çöpten metal kutular toplayan zombi gibiyim.
şebnem peynirsiz labirentte dönüp duran fare gibiyim.
şebnem beynim bulaşık teline döndü.
sana olan duygularımı mesafe, boşluk, bildiğin hiçlik mayalıyor.
bazı konuları açıklığa kavuşturmak için çenemi tutmam ve birtakım sonuçlar elde etmek için de hiçbir şey yapmamam gerekirdi.
asmaların başında nöbet tutmak, üzümlerin olgunlaşmasını sağlamıyor.
saatin akrebinden hız beklememeliyim.
tüm umudumu hayırlara vesile olan aksaklıklar, 12 den vuran yanlış anlamalar ve sorunları halleden hatalara bağladım.
dünyada sahtelik kadar gelişim gösteren başka bir şey yok.
o yüzden, paradokslarla haşır neşir olmadan hayatımıza canlılık katamıyoruz şebnem.
imkansıza yatırım yapmadan kazanamayız.
kaybetmedikçe zenginleşemeyiz.
dirilmek için kendimizden başlayarak her şeyi yok etmemiz gerek.
vücut bulması için can attığımız şeyi inkar etmek, yok saymak, reddetmek zorundayız.
doğru, ancak yalanların sürekli desteği sayesinde ayakta durabiliyor.
kederliysen güleçliği, sevinçliysen somurtuşu kalkan olarak kullanmalısın.
dostluğa rekabet ve imha; aşka kurallar ve prosedürler eşlik ediyor.
insanın ayna karşısında yaşadığı türden önemsiz bir belirsizlik ile sarsıcılıktan uzak karmaşa dinmiyor.
sen de benim aklıma uysan, kalbime uysan, belki bu tuhaflıktan büyük heyecanlar çıkarabilirdik.
ben riskleri yönetemiyorum şebnem. afeti kontrol edemiyorum, krize söz geçiremiyorum.
sürprizlerin üzücülük arz etmesi sürpriz olmuyor.
bana öyle geliyor ki, bizlerde olgunluk alametleri gibi yansıyan şeyler, tecrübelerimizdeki alelade acılıktan ileri geliyor.
delidoluluğun uzantıları gibi algılanabilecek davranışlarımızın da doğallığı su götürür.
geçerlilik kazanmış riya sisteminin kusursuz işleyişi, ilişkilerimize garantiler getiriyor.
güvenliği kilitlerde buluyoruz şebnem.
emniyet ile itimat aynı şey artık.
ve birine itimat edecek kadar kendine güvenmenin manası yok.
aşk hiçbir çağda güvenli bir heyecan olmadı. fakat aşk ın bizi manasızlığa kelepçelemesini, aşağılayıcı bir üslupla imha etmesini göze alamıyoruz.
insan kendi aptallığının büyüklüğüyle yüzleşince kahrolmaktan kaçınamıyor.
artık iltifatlar, ikramlar, nazik teklifler en büyük tehditlere dönüşüyor.
peygamberin mirası tebessüm, riyanın kırmızı alarmı haline geldi.
dostluğumuz, arkadaşlığımız, tanışıklığımız, tümüyle eğlenceli olmak zorunda.
her türlüsü ürkütücü olan içtenlik başgösterdiği anda, şakaların opak muşambasına bürünüyoruz.
birbirimizi oyalamak, kibarlığın yegane yolu oldu.
saptırılmış ve bir yönetmeliğe uyarlanmış saygının gereği olarak cıvıtmak... ne kader ama.
kral, en büyük soytarı olmak zorunda.
insanlar, yakınlaşmanın yolunu kendilerine acındırmakta ya da muhataplarının kafasına demirle vurmakta arıyorlar çoğu zaman.
bir de benim gibi, dokunaklı genellemeler yapanlar var.
şimdi bunları söylüyorum ya, sabah dünyaya, insanlara inanıyor olarak uyanacağım.
nefertiti yi [üst kat komşumun kedisi] ve yavrularını görünce, beni bekleyen birtakım vazifeler, insanlık görevleri olduğu fikrine kapılacağım.
hayatın ölümden, aşk ın her ikisinden de büyük olduğuna inanacağım.
ve bu saçmalığı doğuran şartlar, seni benim için dünyanın en değerli insanı kılıyor.
keşke başka ihtimaller de olsaydı, gerçek hatalar yapabilseydim hiç değilse...
cehennem, biliyorsun, tüm sorulara aynı cevabın verildiği, azabın kurumsallaştığı, eziyetin otomatikleştiği yerdir.
ya çok derin acıların ya çok büyük hedeflerin var ya da çok inatçısın şebnem. bunların hepsi ya da herhangi ikisi de olabilir.
bazı şeylerin anlamı ortaya çıktığında, o şeylerin kendileri çoktan yitmiş oluyor şebnem. biz aslında kaybettiklerimiziz. kendisi kaybolunca anlamı parlayan şeylerle kuşatılmış durumdayız. bu anlam birikintisi, aslında hayatla ilgisi kesilmiş olduğu için anlamsızlığa matuf.
görüyorsun ya, tüm sözlerim, zavallılığa dönüşmüş bir samimiyetten geriye kalan ve ağıt izlenimi uyandıran gevelemelerden ibaret.
aslında tüm insanlığı ilgilendiren bunca belirsizlik içinde yalan da önce ihtişamını, sonra da görülebilirliğini kaybetti.
doğrunun önemi kalmayınca, yalanı ancak kendine söyleyebilirsin. kendini bulabilirsen tabii.
şebnem çok saçmaladım, bağışla.
insanın kalbi darmadağın olunca, kafası da karışıyor.
mümkünse, söylediklerimi unuturken beni aklından çıkarma.
huşuyla öpüyorum.
müntekim
syf 299-301
-----------------------------alıntı----------------------------
-----------------------------alıntı----------------------------
şebnem, çizgi film kuzusu,
tütsülenmiş bir bahçede saklambaç oynuyor gibiyiz.
sensiz bütün tabancalar, fincanlar, odalar boş; sokakların hepsi ıssız, hiçbir gezegende bana hayat yok.
şebnem, her şeyde senden bir anı aksediyor, senin masumiyet kanıtı parmak izlerinle dolu sanki dünya.
gelgelelim masumiyet, yaşam belirtilerinin azlığı demektir şebnem.
bu gidişle yokluğunun gürültüsünden sağır olacağım.
eline sihirbaz değneği geçmiş kör gibiyim.
arabalar etrafımda keskin frenler yaparak duruyorlar. beynime sıcakasfalt dökülmüş gibi, hasretin katranı kafatasımdan gövdeme damlıyor.
şebnem seninleyken içimi padişah gururu kaplıyordu.
gözlerine bakınca, kanımda gıcır gıcır hançerler, kılıçlar yüzüyordu.
senin kadife geometrin başımı döndürüyordu.
bir yandan da karşında kendimi mağaranın girişindeki kütük gibi hissediyordum.
şimdi uzaya fırlatılan mekikte kilitli kalmış sinekten beterim.
şebnem, istanbul, türkiye, dünya, galaksi, uzay senin olduğun yerden başlıyordu; neredesin?
sensiz, yolunu kaybetmiş görünmez adam gibiyim.
aptallığın otobanından dehanın patikasına mı varacağım? inşallah o yol, iki kişinin yan yana yürüyebileceği kadar geniştir.
kafamın içinde kocaman bir ağaç ve küçücük bir maymun var. daldan dala zıplıyor, onu evcilleştiremiyorum.
bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu fark ettim.
ezelden beri o nazlanan senmişsin.
saray çatılarında senin için düello yapılmış...
hani insan bazen gökte yabancı bir cisim görür de gözlerine inanamaz ya, yanındakine benim gördüğümü sen de görüyor musun? diye sorar.
ben de seninleyken gözlerime inanamıyordum. kulaklarıma inanamıyordum. vücudumdaki hiçbir hücreye inanamıyordum.
kimseye soramıyordum da benim gördüğümü sen de görüyor musun? diye...
seni unutma fikri bile, sana kavuşma umuduna bağlanıyor içimde.
senden kaçış varsa bile kurtuluş yok şebnem.
artık, su olsam sana doğru akarım, uçak olsam sana doğru uçarım, erik olsam sana doğru yuvarlanırım...
bizi ancak aynı banyoda yıkanmak paklar şebnem.
yüreğin derinliklerinden yükselen sesler, kulakta sapıkça bir şey gibi tınlıyor farkındayım.
öpüyorum gözkapaklarını, dizkapaklarını, kalp kapakçıklarını.
müntekim
syf 297-298
-----------------------------alıntı----------------------------
şebnem, çizgi film kuzusu,
tütsülenmiş bir bahçede saklambaç oynuyor gibiyiz.
sensiz bütün tabancalar, fincanlar, odalar boş; sokakların hepsi ıssız, hiçbir gezegende bana hayat yok.
şebnem, her şeyde senden bir anı aksediyor, senin masumiyet kanıtı parmak izlerinle dolu sanki dünya.
gelgelelim masumiyet, yaşam belirtilerinin azlığı demektir şebnem.
bu gidişle yokluğunun gürültüsünden sağır olacağım.
eline sihirbaz değneği geçmiş kör gibiyim.
arabalar etrafımda keskin frenler yaparak duruyorlar. beynime sıcakasfalt dökülmüş gibi, hasretin katranı kafatasımdan gövdeme damlıyor.
şebnem seninleyken içimi padişah gururu kaplıyordu.
gözlerine bakınca, kanımda gıcır gıcır hançerler, kılıçlar yüzüyordu.
senin kadife geometrin başımı döndürüyordu.
bir yandan da karşında kendimi mağaranın girişindeki kütük gibi hissediyordum.
şimdi uzaya fırlatılan mekikte kilitli kalmış sinekten beterim.
şebnem, istanbul, türkiye, dünya, galaksi, uzay senin olduğun yerden başlıyordu; neredesin?
sensiz, yolunu kaybetmiş görünmez adam gibiyim.
aptallığın otobanından dehanın patikasına mı varacağım? inşallah o yol, iki kişinin yan yana yürüyebileceği kadar geniştir.
kafamın içinde kocaman bir ağaç ve küçücük bir maymun var. daldan dala zıplıyor, onu evcilleştiremiyorum.
bütün şarkılarda senden bahsediliyormuş, onu fark ettim.
ezelden beri o nazlanan senmişsin.
saray çatılarında senin için düello yapılmış...
hani insan bazen gökte yabancı bir cisim görür de gözlerine inanamaz ya, yanındakine benim gördüğümü sen de görüyor musun? diye sorar.
ben de seninleyken gözlerime inanamıyordum. kulaklarıma inanamıyordum. vücudumdaki hiçbir hücreye inanamıyordum.
kimseye soramıyordum da benim gördüğümü sen de görüyor musun? diye...
seni unutma fikri bile, sana kavuşma umuduna bağlanıyor içimde.
senden kaçış varsa bile kurtuluş yok şebnem.
artık, su olsam sana doğru akarım, uçak olsam sana doğru uçarım, erik olsam sana doğru yuvarlanırım...
bizi ancak aynı banyoda yıkanmak paklar şebnem.
yüreğin derinliklerinden yükselen sesler, kulakta sapıkça bir şey gibi tınlıyor farkındayım.
öpüyorum gözkapaklarını, dizkapaklarını, kalp kapakçıklarını.
müntekim
syf 297-298
-----------------------------alıntı----------------------------
----------------------------- alıntı ----------------------------
şebnem, susamlı akide şekerim, saraya sızmış lunapark balerinim;
ilk hamleyi suçlular yapar. yani ben. paso ilklere imza atıyorum.
insan otuz yıl yaşayınca, dünyanın üç günlük olduğunu anlamaya başlıyor. bir yandan da peccatophobia’ya [günah işleme korkusu] kapılıyorum galiba.
anlamı, ağırlığı olan her şey otomatikman senin safına geçiyor şebnem. saçma ve boşuna olan ne varsa benim yöreme birikiyor.
uygarlık bize milyon çeşit yasakla sağlanmış bir düzen hediye etti. sanırım, en temel dertlerimizin, varlığımızın özünü teşkil eden trajedinin yatıştırılması konusunda kimseye güvenmemeyi öğrendik.
eğer bir hedefin yoksa, kulağın rahat olur. kaybedecek bir şeyin yoksa, kaybolmak seni bozmaz. yenileceğinden eminsen, rakibini ciddiye alman gerekmez.
şu anda tomaso albinoni’nin [1671-1750] adagio’sunu dinliyorum. notalar daima harflerden anlamlı, daha etkileyicidir. melodiler, kelimelere beş çeker.
sekoya ağacının kabuğu ateş geçirmezmiş: sekoya ormanında yangınlar, ağaçların içinde olup bitermiş.
şebnem, alevleri görmezden gelerek yangını söndüremeyiz.
şebnem uzaya baharın gelmesi, seni bulmama bağlı.
şebnem kalbimden senin kalbine balyozla bin pencere açayım.
şebnem her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım.
şebnem seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana.
şebnem ne çok melekvar yüzünde, tebessümün için binlercesi çalışıyor olmalı.
18. ve 19. yüzyıllarda, ingiltere’deki şapka fabrikalarında çalışan insanların yüzde 10’u delirerek ölmüş: keçe işlemekte kullanılan cıvanın yan etkileri...
şebnem, üzerinde şapkalar yüzen bir cıva nehrine ayaklarımı sarkıtmış vaziyetteyim.
şebnem niye böyle? aşkın, patlayan bir okyanusun tozları gibi saçılıyor.
şebnem bulutlara kement atayım, ne kadar istersen onca yağmur ayarlayayım.
şebnem kediler geliyor apartman boşluğuna, doğrudan bana miyavlıyorlar, sanki senden bahsediyorlar, dikkatle bakıyorum.
şebnem zarflar açıyorum, faturalar çıkıyor içinden. sanki senden bir haber gelecek, senin el yazın, imzan olacak... öyle saçma, küçücük, tülbent boncuğu gibi umutlar pıt pıt içimde beliriyor.
şebnem uçaklar geçiyor. uçakları sanki sen kullanıyorsun.
her şeyde sana dair bir ipucu, bir işaret seziyorum.
hayat çok tuhaf şebnem: paraşüt, uçaktan yüz yıl önce, 1783’te icat edilmiş.
şebnem içimde, kum saatindeki toz şeker gibi senin sevgin birikiyor. millerce öteden, varlığın başımı döndürüyor.
tessenjitsu adlı japon dövüş tekniği, sadece yelpaze kullanarak adam öldürmeye dayalıymış.
zarafetin aksesuarı, cinayetin aracı olabiliyor.
şebnem her zorluğun içindeki kolaylığı, kara üzümün iri çekirdekleri gibi bulup çıkarabiliriz.
dilim uyuştu şebnem, parmaklarım yazmaktan oksitlendi. laf uzadıkça anlam geriler. sözlerde o acı yalan tadı belirir.
şebnem imparatorluk gibisin, dünyayı özelleştiriyorsun. kalbim jelatinli yoyo gibi zıplamaya başlıyor sesini işitince.
cehennemde teçhizatsız kalakalmış itfaiyeci gibiyim.
tamam abartmayayım, tozutmayayım, uslu çocuk olayım. irmik helvasının üzerinde uçan kelebek gibi toz olayım.
beni kınama yeter ki, huylarımı değiştiririm. bir robot kadar iffetli, güvercin kadar ılımlı olurum.
şebnem ballanmış ilkbahar gibisin. leylaklarla dolu bir akvaryum, akasyalardan süzülen ikindi ışığından yapılmış gibisin. iğde yumuşaklığı, iğde esansı, iğde reformistliği var sende. üzerinde nar, kiraz, mandalina ve zeytinler yetişen bir ağacın mucizesini üstlenmişsin.
benim payıma paylaşılamayan şeyler düştü galiba? beni mahveden hatalarım hangileriydi, emin olamıyorum. gerçek bela, devrim niteliğindeki bahtsızlık, büyük noksan neydi hayatımdaki? bunlar ve benzeri belirsizlikler insanı sersemletiyor. yanlış anlamaların mikrodalga fırınında ısıtılmış ve çabucak bayatlayan umut kırıntılarıyla besleniyorum. zehirlenmeye bile yetmeyecek porsiyonlarla. çölde seraplar gören bir şempanze gibiyim. tımarhanede esir edilmiş felçli bir dilsiz kadar gerginim.
pekala... ciddiye alınmak için mızıkçılığa başvurma taktiğini kenara bırakayım.
sonuçları nedenlerin önüne almayayım. methiyeden şantaja geçmeyeyim. vahşetim teröre dönüşmesin.
papatyaları harf olarak kullanayım.
çağın gerisinde kalmayayım.
ilk romanı 1007 yılında murasaki shikibu adlı japon soylusu bir kadın yazmış: kitabın adı genji’nin hikayesi.
romancılar bin senedir çalışıyor; bin yıla kalmaz seni anlatabilecek seviyeye ulaşırlar.
insanı cazibe hareket ettirir, mucize de durdurur.
sözlerim sana karmaşık mı geliyor? birinin beni anlaması için yanımda elli yıl geçirmesi gerek şebnem.
keşke, içimizdeki bitki örtüsünü çürümeye terk etmek zorunda olmasak.
kendimizi emanet edebileceğimiz kişiyi bulana kadar canımız çıkmasa.
benzer şeyler arasında fark gözetme lüksüne sahip değiliz.
o kadar zekisin ki şebnem, benim kurnazlığım senin dehanın yanında sağır bir devede kulak.
belki dileklerim gerçekleşmese de iyi bir insan olurum?
sanırım cehenneme gerçekten uğrayacağım, fakat cennete yakın bir bölgesine.
şişko bir şeytanın, çelimsiz bir meleği göğsümün kafesinde patakladığını hissediyorum...
dişlerini, çillerini tek tek öpüyorum.
müntekim
syf 294-297
----------------------------- alıntı ----------------------------
şebnem, susamlı akide şekerim, saraya sızmış lunapark balerinim;
ilk hamleyi suçlular yapar. yani ben. paso ilklere imza atıyorum.
insan otuz yıl yaşayınca, dünyanın üç günlük olduğunu anlamaya başlıyor. bir yandan da peccatophobia’ya [günah işleme korkusu] kapılıyorum galiba.
anlamı, ağırlığı olan her şey otomatikman senin safına geçiyor şebnem. saçma ve boşuna olan ne varsa benim yöreme birikiyor.
uygarlık bize milyon çeşit yasakla sağlanmış bir düzen hediye etti. sanırım, en temel dertlerimizin, varlığımızın özünü teşkil eden trajedinin yatıştırılması konusunda kimseye güvenmemeyi öğrendik.
eğer bir hedefin yoksa, kulağın rahat olur. kaybedecek bir şeyin yoksa, kaybolmak seni bozmaz. yenileceğinden eminsen, rakibini ciddiye alman gerekmez.
şu anda tomaso albinoni’nin [1671-1750] adagio’sunu dinliyorum. notalar daima harflerden anlamlı, daha etkileyicidir. melodiler, kelimelere beş çeker.
sekoya ağacının kabuğu ateş geçirmezmiş: sekoya ormanında yangınlar, ağaçların içinde olup bitermiş.
şebnem, alevleri görmezden gelerek yangını söndüremeyiz.
şebnem uzaya baharın gelmesi, seni bulmama bağlı.
şebnem kalbimden senin kalbine balyozla bin pencere açayım.
şebnem her gülümseyişinde tüm ülkeye çay ısmarlayayım.
şebnem seninleyken bir yudum çay zenginleştirilmiş uranyum gibi enerji veriyor bana.
şebnem ne çok melekvar yüzünde, tebessümün için binlercesi çalışıyor olmalı.
18. ve 19. yüzyıllarda, ingiltere’deki şapka fabrikalarında çalışan insanların yüzde 10’u delirerek ölmüş: keçe işlemekte kullanılan cıvanın yan etkileri...
şebnem, üzerinde şapkalar yüzen bir cıva nehrine ayaklarımı sarkıtmış vaziyetteyim.
şebnem niye böyle? aşkın, patlayan bir okyanusun tozları gibi saçılıyor.
şebnem bulutlara kement atayım, ne kadar istersen onca yağmur ayarlayayım.
şebnem kediler geliyor apartman boşluğuna, doğrudan bana miyavlıyorlar, sanki senden bahsediyorlar, dikkatle bakıyorum.
şebnem zarflar açıyorum, faturalar çıkıyor içinden. sanki senden bir haber gelecek, senin el yazın, imzan olacak... öyle saçma, küçücük, tülbent boncuğu gibi umutlar pıt pıt içimde beliriyor.
şebnem uçaklar geçiyor. uçakları sanki sen kullanıyorsun.
her şeyde sana dair bir ipucu, bir işaret seziyorum.
hayat çok tuhaf şebnem: paraşüt, uçaktan yüz yıl önce, 1783’te icat edilmiş.
şebnem içimde, kum saatindeki toz şeker gibi senin sevgin birikiyor. millerce öteden, varlığın başımı döndürüyor.
tessenjitsu adlı japon dövüş tekniği, sadece yelpaze kullanarak adam öldürmeye dayalıymış.
zarafetin aksesuarı, cinayetin aracı olabiliyor.
şebnem her zorluğun içindeki kolaylığı, kara üzümün iri çekirdekleri gibi bulup çıkarabiliriz.
dilim uyuştu şebnem, parmaklarım yazmaktan oksitlendi. laf uzadıkça anlam geriler. sözlerde o acı yalan tadı belirir.
şebnem imparatorluk gibisin, dünyayı özelleştiriyorsun. kalbim jelatinli yoyo gibi zıplamaya başlıyor sesini işitince.
cehennemde teçhizatsız kalakalmış itfaiyeci gibiyim.
tamam abartmayayım, tozutmayayım, uslu çocuk olayım. irmik helvasının üzerinde uçan kelebek gibi toz olayım.
beni kınama yeter ki, huylarımı değiştiririm. bir robot kadar iffetli, güvercin kadar ılımlı olurum.
şebnem ballanmış ilkbahar gibisin. leylaklarla dolu bir akvaryum, akasyalardan süzülen ikindi ışığından yapılmış gibisin. iğde yumuşaklığı, iğde esansı, iğde reformistliği var sende. üzerinde nar, kiraz, mandalina ve zeytinler yetişen bir ağacın mucizesini üstlenmişsin.
benim payıma paylaşılamayan şeyler düştü galiba? beni mahveden hatalarım hangileriydi, emin olamıyorum. gerçek bela, devrim niteliğindeki bahtsızlık, büyük noksan neydi hayatımdaki? bunlar ve benzeri belirsizlikler insanı sersemletiyor. yanlış anlamaların mikrodalga fırınında ısıtılmış ve çabucak bayatlayan umut kırıntılarıyla besleniyorum. zehirlenmeye bile yetmeyecek porsiyonlarla. çölde seraplar gören bir şempanze gibiyim. tımarhanede esir edilmiş felçli bir dilsiz kadar gerginim.
pekala... ciddiye alınmak için mızıkçılığa başvurma taktiğini kenara bırakayım.
sonuçları nedenlerin önüne almayayım. methiyeden şantaja geçmeyeyim. vahşetim teröre dönüşmesin.
papatyaları harf olarak kullanayım.
çağın gerisinde kalmayayım.
ilk romanı 1007 yılında murasaki shikibu adlı japon soylusu bir kadın yazmış: kitabın adı genji’nin hikayesi.
romancılar bin senedir çalışıyor; bin yıla kalmaz seni anlatabilecek seviyeye ulaşırlar.
insanı cazibe hareket ettirir, mucize de durdurur.
sözlerim sana karmaşık mı geliyor? birinin beni anlaması için yanımda elli yıl geçirmesi gerek şebnem.
keşke, içimizdeki bitki örtüsünü çürümeye terk etmek zorunda olmasak.
kendimizi emanet edebileceğimiz kişiyi bulana kadar canımız çıkmasa.
benzer şeyler arasında fark gözetme lüksüne sahip değiliz.
o kadar zekisin ki şebnem, benim kurnazlığım senin dehanın yanında sağır bir devede kulak.
belki dileklerim gerçekleşmese de iyi bir insan olurum?
sanırım cehenneme gerçekten uğrayacağım, fakat cennete yakın bir bölgesine.
şişko bir şeytanın, çelimsiz bir meleği göğsümün kafesinde patakladığını hissediyorum...
dişlerini, çillerini tek tek öpüyorum.
müntekim
syf 294-297
----------------------------- alıntı ----------------------------
murat menteş’in çok beklenen, gizliajans’taki atıflarla geleceği müjdelenen ve nihayet ekim sonu kasım başı iletişim’den çıkan romanı. bu adamların (murat menteş, alper canıgüz, ah muhsin ünlü ve gökdemir ihsan gürsoy) garip dostluğu ve sürekli yazın içindeki paslaşmaları daha önce camia içinde karşılaşmadığımız bir cemaatçilik olduğundan her birini ayrı ayrı takip etmekte fayda var. birinin işini öbüründen duymamız kuvvetle muhtemel çünkü.
korkma ben varım’ın da en belirgin yanı iyi çizilmiş karakterler ve süper isimleri. bunlarla baştan bir koparıyor yazarımız. dul gangster hayati tehlike mesela, şebnem şibumi mesela, padişah yorganlarının sahibi enver paşa ya da. adamımız sayın menteş’in engin bilgi birikimiyle süper bir kurgu birleşince tadından yenmez olmuş. fakat ben yine bu adamların ortak özelliği olan aşkı anlamaları ve en güzel anlatımlarına vuruldum en çok.
korkma ben varım’ın da en belirgin yanı iyi çizilmiş karakterler ve süper isimleri. bunlarla baştan bir koparıyor yazarımız. dul gangster hayati tehlike mesela, şebnem şibumi mesela, padişah yorganlarının sahibi enver paşa ya da. adamımız sayın menteş’in engin bilgi birikimiyle süper bir kurgu birleşince tadından yenmez olmuş. fakat ben yine bu adamların ortak özelliği olan aşkı anlamaları ve en güzel anlatımlarına vuruldum en çok.
cem özere fırlatılan domates. dinle dinle gül öyle komik domates.
yumuşacık sesli fransız kadınlarından yalnızca biri. bunların keşfettiği bizim erişemediğimiz bir huzur var. 40. oda gibi anasını satayım anahtarı bir fransızlarda var.
etienne daho ile düet yaptığı je ne sens plus ton amour mutlaka dinlenmelidir.
etienne daho ile düet yaptığı je ne sens plus ton amour mutlaka dinlenmelidir.
ağlatan gren şarkısı. sanki bildiğim bir müzik... yine de çalmışlar! çirkefliğinden çok uzakta dinledim. adamın bir seni olmasına saygı duydum, sevdim. benden fazla sevilebilecek biri olsa olsa sendir tabii. halelujah! sözler şöyle ve çok fena;
rüzgarda savrulan bir damla yaş
en uzaklarda kaybolsa
ardından gün dursa
sen doğsan...
elimden, dilimden, gözümden sakındığım sen...
geçmişten, hüzünlerden ayrılsan
yeniden doğsan...
elimden, dilimden, gözümden sakındığım sen...
hayalimden...
özlemlerden...
elimden, dilimden, gözümden sakındığım sen...
rüzgarda savrulan bir damla yaş
en uzaklarda kaybolsa
ardından gün dursa
sen doğsan...
elimden, dilimden, gözümden sakındığım sen...
geçmişten, hüzünlerden ayrılsan
yeniden doğsan...
elimden, dilimden, gözümden sakındığım sen...
hayalimden...
özlemlerden...
elimden, dilimden, gözümden sakındığım sen...
pek sevimli lily allen şarkısı. sözleri de kopyalayayım bal olsun;
look inside
look inside your tiny mind
now look a bit harder
cause we’re so uninspired, so sick and tired of all the hatred you harbor
so you say
it’s not okay to be gay
well i think you’re just evil
you’re just some racist who can’t tie my laces
your point of view is midieval
f*ck you
f*ck you very, very much
cause we hate what you do
and we hate your whole crew
so please don’t stay in touch
f*ck you
f*ck you very, very much
cause your words don’t translate
and it’s getting quite late
so please don’t stay in touch
do you get
do you get a little kick of being slow minded?
you want to be like your father
it’s approval your after
well that’s not how you find it
do you
do you really enjoy living a life that’s so hateful?
cause there’s a hole where your soul should be
youre losing control of it and it’s really distasteful
look inside
look inside your tiny mind
now look a bit harder
cause we’re so uninspired, so sick and tired of all the hatred you harbor
so you say
it’s not okay to be gay
well i think you’re just evil
you’re just some racist who can’t tie my laces
your point of view is midieval
f*ck you
f*ck you very, very much
cause we hate what you do
and we hate your whole crew
so please don’t stay in touch
f*ck you
f*ck you very, very much
cause your words don’t translate
and it’s getting quite late
so please don’t stay in touch
do you get
do you get a little kick of being slow minded?
you want to be like your father
it’s approval your after
well that’s not how you find it
do you
do you really enjoy living a life that’s so hateful?
cause there’s a hole where your soul should be
youre losing control of it and it’s really distasteful
sınavlardan önce yaşanan lan ya beceremezsem gerginliği. yıllar yılı bir sürü teknik üretilmiş çözümü için. geçen sene keşfettiğim esaslı çözümü halka duyurmak isterim ben de: girmeyin sınava. freş.
yaran alper canıgüz romanı. romantik, polisiye, bilim kurgu özellikleriyle en iyi türk romanı sıfatını alabilir almayadabilir. her hafta değiştiriyorum kararımı bu klasmanda.
-----------------------------alıntı----------------------------
kahramanımızın iş yerindeki partneriyle tanıştığı an içinden geçirdikleri;
sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yaşadığım tüm acıları, taptığım bütün kötülükleri, pişmanlıklarımı, hatalarımı akla. başına çiçekten taçlar yapayım, sana şiirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı akşamlar dvdde film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördüğümüz eserlerin ne anlama geldiğini açıkla bana, ben başımı sallayım. ah ben ne aptalmışım! nasıl olup da varlığından kuşkuya düşmüşüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dışında ne anlamı olabilirdi ki? bak şimdi her şey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüşte aşka inanırsın, değil mi sanem? evet, çok doğru. ben de başka türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kuş konar ben seni severim, bir tren yolculuğunda pencereden dışarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait olduğunu bir türlü çıkaramadığım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kuş sıçar ben yine seni severim... anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmişizdir de, bir akşam sen çok hoş bir tunik giymişsindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen âşık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden başka hiç kimseye bakmayacağını anlarım. o kadar da incesindir. bir de, bir iyilik rica edeceğim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçağın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello şahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün şiirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? şarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, güneşler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. şimdi bulduğu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.
-----------------------------alıntı----------------------------
yerim ki ben bunu.
-----------------------------alıntı----------------------------
kahramanımızın iş yerindeki partneriyle tanıştığı an içinden geçirdikleri;
sanem hanım. sanem. evlen benimle sanem. kadınım ol benim. yaşadığım tüm acıları, taptığım bütün kötülükleri, pişmanlıklarımı, hatalarımı akla. başına çiçekten taçlar yapayım, sana şiirler yazayım, seni her gece masallar anlatarak uyutayım. bazı akşamlar dvdde film seyredelim seninle. birlikte hüzünlenelim, birlikte gülelim. sanat galerileri gezelim. sen benden daha çok anla modern sanatı. gördüğümüz eserlerin ne anlama geldiğini açıkla bana, ben başımı sallayım. ah ben ne aptalmışım! nasıl olup da varlığından kuşkuya düşmüşüm? oysa hayat denen bu yaranın seni bulmak dışında ne anlamı olabilirdi ki? bak şimdi her şey ne kadar açık görünüyor oysa. ilk görüşte aşka inanırsın, değil mi sanem? evet, çok doğru. ben de başka türlüsüne inanmam zaten. biliyor musun sanem, ben seni hep severim. her gün daha çok severim. bak mesela pencerenin önüne bir kuş konar ben seni severim, bir tren yolculuğunda pencereden dışarı bakarken derme çatma bir ev gözüme çarpar ben seni severim, burnuma eskilerden, hangi uzak hatıraya ait olduğunu bir türlü çıkaramadığım bir koku çarpar ben seni severim, kafama kuş sıçar ben yine seni severim... anlıyor musun beni? sonra ben bazen biraz fazla kıskanç olabilirim. diyelim yazlık bir yere gitmişizdir de, bir akşam sen çok hoş bir tunik giymişsindir, oradaki bütün erkekler bayılır sana, hemen âşık olur. ben mesela tunik nedir onu bile bilmeden kıskançlıktan çatlayabilirim böyle bir durumda. ama belli etmem. ama sen yine de sezersin. öyle bir laf edersin ki ben, benden başka hiç kimseye bakmayacağını anlarım. o kadar da incesindir. bir de, bir iyilik rica edeceğim senden. gözlerine o elem ifadesini yükleyen alçağın adını söyle bana. söyle ki, ona hemen düello şahitlerimi göndereyim. silah seçimini o yapsın. evet. utanarak kabul ediyorum ki, bunu bir yerde okudum. ama ne fark eder? bütün şiirler, romanlar senin için yazılmadı mı zaten? şarkılar senin için söylenmedi mi? masumların kanı senin için akmadı mı? ruhum hep seni aradı benim sanem. hep seni arar. milyonlarca yıl geçsin, sistemler çöksün, güneşler patlasın benim ruhum seni arar. ve biliyor musun sanem, bulur da. şimdi bulduğu gibi bulur. seni seviyorum. seni seviyorum. seni seviyorum.
-----------------------------alıntı----------------------------
yerim ki ben bunu.
emma: baba ben bu aksam bi arkadasta kalacagim
emmababa: onun da annesi bizde kalacaksa tamam.
sene 2003. düşündüm de pek bir şey değişmemiş o seneden bu seneye.
emmababa: onun da annesi bizde kalacaksa tamam.
sene 2003. düşündüm de pek bir şey değişmemiş o seneden bu seneye.
dün kızlar zirvesinden önce iki kez ve sonra bir kez karşılaştık. bir gecede üç farklı mekanda karşılaşmanın bir işaret olduğunu düşünerek samimiyeti arttırdım kendisiyle. ve bu samimiyetten yüz bularak yarısının nerede olduğunu sordum. o da aynı samimiyetten hareketle boş baktı. arkadaş ortamında genelde boş baktığını duymuştum. bu rafine halini benden de gizlememesi ile takdirimi kazandı açıkçası. halktan bir insan. mujks tuuje.
aşındırma denemeleri adlı makalelerinden toplama kitabı piyasada bulunamayan sevgili adam. ölüm sevgililiğinden bir şey eksiltmedi dikkat ettim de.
turkish delightımız tugay kerimoğlunun oynadığı reklamdan dillere pelesenk olmuş cümle.
türk madame bovary. doyamadın abla doyamadın sen!
bulunmaması durumunda kederlendirendir. benim neden neşeli bir çöp kutum yok diye dertlere gark olur, tefekküre dalarım.
ölüme yakınsamak. sorun çözmek, oksijen almak gibi bir ihtiyaç çünkü insan için. hiçbir sorun yoksa ne yapaceyiz? hostel oluruz ondan sonra, cinayet işleyeyim de bir heyecan bir renk gelsin dünyama deriz, bunlar olur. bunlar olmasın. sorunsuzluğu çok isteyenler için saçmalamayın sorun iyidir gereklidir diyen bir film var bir de.
(bkz: den brysomme mannen)
(bkz: den brysomme mannen)
bilgi sözlük evinizin her şeyi stickerları banklara, çöp kutularına, vitrinlere yapıştırıldı.
negzeldi be. güzeldili geçmiş zamanları düşünüyorum şimdi. içimdeki yılmaz erdoğanı susturamadığım anlar bunlar.
p.s . bu aynı entryi 6. yazışım. yarın daha net anlatıciim merak edenlere. şu an yağmur dolayısıyla görüşüm kısıtlı.
p.s . bu aynı entryi 6. yazışım. yarın daha net anlatıciim merak edenlere. şu an yağmur dolayısıyla görüşüm kısıtlı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?