yaşanılan her ilişkiyi aşk sanmak

independence
ili$ki ya$anilan $ahsi bir gun ba$kasinin kolunda dola$irken gorurse insan evladi, o dakika anlayacaktir a$k olmadigini da ne fayda, giren kendi gotune girecektir her $ekilde.
zekirbelli
büyümeyle doğru orantılı olarak yerini aslında her aşkında ilişki etmeyebileceği gerçeğine bırakan gençlik hastalığı.
nickmickyock
pastırma yazı biterken...


-maziden bir güz yazısı-
günlerdir hangi bulvara çıksam, tepemde yazdan kalma nazlı bir ışıltı... ...hep aynı yaprak sarısı yollarda...
...ve dilimde o eski joe dassin şarkısı:
"biliyor musun, hiç mutlu olmadım bu sabahki kadar /
benzer bir plajda yürümüştük yine... mevsim sonbahar".
şarkının anlattığı, marie laurencin’in suluboya tablolarını andıran uzun etekli kadınla rastlaşır gibiyim her köşe başında.... şarkıdaki adama vaat ettiğini, bana da fısıldıyor sanki:
"bir yıl, bir asır veya bir ömür / bu pastırma yazının renkleri dolacak hayatımıza...
* * *
uzun sürmüş bir yazdan artakalan bu arsız güneş; mevsime inat masmavi gülümseyen bu çapkın gökyüzü, yaz uykusundan uyanmaya çalışan sokakları kolundan çekiştirerek eski tembelliğine çağıran bu hınzır rüzgar...
...nasıl da ilkyaza benziyor bu sahte bahar...
olgunluk çağı gibi ömrümüzün; ilkbahar sanmak işten değil, kanmak öyle kolay...
öyle kolay, bitmesini hiç istemediğimiz bir yazın uzatma dakikalarını, bahara yeni başlarmış gibi yaşamak...
yüreğimizin hala eski coşkuyla çiçeklenmesine içten içe sevinerek, o çiçeklerin çabuk yaprak dökeceğini ve ardından sıkı bir yağmur geleceğini bilerek, bilmezden gelerek, düşünmeye üşenerek rüzgara kapılmak öyle kolay...
* * *
pastırma yazındaysanız hayatın, 2 adım gerisi yazdır, 3 adım ötesi kış...
yaz yorgunu yüreğiniz, sonbahar sızlanmalarına başlamadan, son uçurtmaların ipine tutunup salınmak ve çocuksuluğuyla avunmak ister.
güneş, nüfus kağıdına aldırmaksızın seven bir aşık gibi, takvime inat, salar saçlarını erken inen akşamlara...
ufuktaki bulutları sezenler, ışığın kıymetini daha iyi bilir.
o yüzden pastırma yazı, bahardan daha değerlidir.
* * *
sait faik, (ki anlar dilinden çiçeklerin, ağaçların, otların) der ki;
"çiçekler, ağaçlar ve otlar ağır ağır yaprak dökerken, insanlara ümitlerinden ve zaaflarından bahsederler son defa..."
ümit, hala ışıldamasındadır güneşin...
zaaf, erken solmasında, çabuk yorulmasındadır.
hala içimizi ısıtıyor olmasının coşkusu, yakında solacak olmasının hüznüne bulaşır.
"gelecekse gelsin artık sonbahar" ile "hiç bitmese şu yaz" arasında sıkışıp kalmış bir ruh hali yakamıza yapışır.
ümit, zaafa karışır.
kalpte eskiden kalma, tanıdık bir karıncalanma, her sabah "acep bulutlandı mı hava" endişesiyle bakıp camlara, aynalara; yakarırız:
"n’olur bir güneşli sabah daha!.."
* * *
sonra, kısalır güneşin saçları, akşamları...
pastırma yazının hayatımıza dolan renkleri solar.
vedalaşır göçmen kuşlar... son uçurtmaları toplar çocuklar...
eski fransızca şarkı, bir soruyla biter :
"bugün çok uzağındayım o pastırma yazının / bir yıl, bir asır, bir ömür geçti / acaba beni hala hatırlıyor musun?"

can dündar
zekirbelli
aşk sandıkların elini yüzüne koyup sakinleyerek düşündüğünde ne kadar da birbirine benzer,ve her seferinde başka birşey benim istediğimde kitlenir akıl nedense.aşkı bulup yitirdiğini düşünmekse gerçek aşkı teğet geçtiğine mi delalettir acep?kıssadan hissedir bende niye olmadı demeyin a dostlar.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol