#1001044
şerefsizim benim aklıma gelmişti
gün itibariyle ali saydamın başına geldiğini yazdığı hadisedir. geçmişler olsun diyoruz...
"gelin de ali taran’ı kıskanmayın...
arkadaşlar ali taran’ın mektubunu göndermişler. ajansın (atcw) web sitesinde yayınlanmış. başlığına veda mektubu demiş. okutmak için olsa gerek. okutuyor da zaten. hem de nasıl okutuyor...
aslında ustanın veda ettiği falan yok, ‘başka bir lige’ geçiyor...
benim interneti duyduğum günden beri hayalini kurduğum bir lige...
okuduğumda kıskançlıktan tam ortamdan “çaaat!” diye çatlamadım, desem yalan olur...
öyle ya sen yıllarca hayalini kur. adımlarını ona göre at. sistemi yavaş yavaş ona göre kur. bir tane kemerburgaz’a, bir tane bozcaada’ya video konferans yapısı ayarla. bersay iletişim enstitüsü’ndeki (bie), konferans ve seminer salonlarını bu anlayışla düzenle... 2011 için uçuş planları (!) yap... sonra taran’ın ‘take off’unu (tekerlekleri yerden kesmesini) izle... adam kalksın, “kasımda ‘home office’ (ev ofis) uygulamasına geçiyoruz. elveda reklam ajansçılığı!” diye dünya âleme ilan etsin...
hazmi kolay değil
allah’tan reva mı (!) bu?..
hazmetmem bir süre aldı doğal olarak.
sonra yazıyı ikinci kez okudum. okudukça daha çok sevdim. kıskançlığın yerini empati (duygudaşlık) aldı... her ortamda müthiş bir iletişim sihirbazı olduğunu teslim etmeme rağmen, ender de olsa bazı işlerini eleştirdiğimde bana içerlemiştir. buna rağmen ona olan saygımda ve onu anlama çabamda en küçük bir azalma olmamıştır... bu kez de onu en iyi anlayanlardan birinin ben olduğuma eminim. tamamını okumanızı salık vereceğim (http://www.atcw.com) ‘mektubunda’ ali taran şöyle diyor:
“...hamdolsun, bu ülkede reklamcı + yaratıcı + dahi + dürüst denildiğinde, adı her zaman akla gelen 0 - 5 kişiden biri oldum.
hoş, reklamcı + zor + pahalı + paragöz + geçimsiz denildiğinde de adı her zaman akla gelen 0 - 1 kişiden biri de oldum ama ona da eyvallah.
yıllar boyu, hakkımda duyduğum ‘çoğu şişirme, uydurma, türetme, yapıştırma, sallama, gazlama, üfürme, köpürtme fıkracıklar, hikayecikler, masalcıklar’ reklamcılıkla ve yaratıcılıkla aramı açmadı. açamadı...”
aslolan dilediğin gibi, esenlik içinde yaşamaktır diyenlerin mutlaka okuması gereken mektubunun bir başka bölümünde ise taran geçmişle şöyle hesaplaşıyor:
“...demek, iş ve özel, hayatımın 35 yıldan fazlasını ki bu bütün hayatımın koskocaman bir bölümü eder, ajansta ve ajanslarda geçirdim. önceleri daktilo başında, sonraları bilgisayar başında. ama hep ajansta, hep işin başında.
artık veda zamanı geldi. geç bile kaldım sayılır.
ajansta bulunmalara, evden ajansa gelmelere, ajanstan eve gitmelere, ajansta tuvalet sırası beklemelere, ajans toplantılarına, karşılıklı konuşmalara, ne giysem acabalara, trafikte sıkışmalara, yollarda ömür tüketmelere, kocaman bir nokta koyuyorum...”
tarihe not düştük
taran sistemin nasıl çalışacağını ise şu cümlelerle anlatıyor:
“tüm çalışanlar, mesai saatleri içinde, canlarının çektiği, paşa gönüllerinin dilediği yerlerde bulunuyorlar. bir videofon, bir blackberry, bir laptop, bir desktop, bir scanner, hangisi gerekiyorsa, yanlarında. istanbul dışına çıkmak isteyen 7 gün önceden, yurt dışına çıkmak isteyen 15 gün önceden bildiriyor, onay istiyor.”
müşteri görüşmeleri ve gerekli toplantılar için şehirde 500 metrekare büyüklüğünde bir toplantı salonu (!) tutuyorlarmış. isteyen istedikleriyle orada randevulaşıyormuş... adı da hoş: ali taran creative workshop show office.
hani derler ya, “aynısını ben de düşünmüştüm..”
derler de kimse inanmaz... benimki de o durum...
mektupta şu bölüme ayrıca bayıldım: “kıyafeti kötüymüş, ayakları ojesizmiş, saçları berbatmış, ayakkabısı ne biçimmiş, tıraş olmamış, saçını taramamış, gürültülü yürümüş, alçak sesle konuşmuş, yüksek sesle konuşmuş, niye konuşmuş, niye konuşmamış, çok yemiş, az yemiş, nerede kalmış, neden gecikmiş, kim gelmiş, kime gelmiş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde diye başlayıp anlatılacak tatlı birer anıcık oldu hepsi...”
ben, bir de parmak arası terlik (erkeklerde) eklerdim bu listeye... ali taran mektubunu el yazısıyla imzalamış... philadelphia’dan... nispet yapar gibi.
helal olsun usta... benden tam üç yıl önce çektin silahı... diğerlerini bilemem. belki de “kardeşim biz çoktan home office’e geçmiştik” diyeceklerdir... desinler... home office meselesini iletişim sektöründe ilk kez senin ‘kurumsallaştırmış’ olduğunu ben ve benim gibi pek çok iletişimci tarihe not düşmüş bulunmaktayız... aklına, yüreğine sağlık.
yolun açık olsun. biraz da bana örnek olacağı için, başarılı olmanı en ‘kalbi’ duygularla diliyorum..."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=128957,10,152
"gelin de ali taran’ı kıskanmayın...
arkadaşlar ali taran’ın mektubunu göndermişler. ajansın (atcw) web sitesinde yayınlanmış. başlığına veda mektubu demiş. okutmak için olsa gerek. okutuyor da zaten. hem de nasıl okutuyor...
aslında ustanın veda ettiği falan yok, ‘başka bir lige’ geçiyor...
benim interneti duyduğum günden beri hayalini kurduğum bir lige...
okuduğumda kıskançlıktan tam ortamdan “çaaat!” diye çatlamadım, desem yalan olur...
öyle ya sen yıllarca hayalini kur. adımlarını ona göre at. sistemi yavaş yavaş ona göre kur. bir tane kemerburgaz’a, bir tane bozcaada’ya video konferans yapısı ayarla. bersay iletişim enstitüsü’ndeki (bie), konferans ve seminer salonlarını bu anlayışla düzenle... 2011 için uçuş planları (!) yap... sonra taran’ın ‘take off’unu (tekerlekleri yerden kesmesini) izle... adam kalksın, “kasımda ‘home office’ (ev ofis) uygulamasına geçiyoruz. elveda reklam ajansçılığı!” diye dünya âleme ilan etsin...
hazmi kolay değil
allah’tan reva mı (!) bu?..
hazmetmem bir süre aldı doğal olarak.
sonra yazıyı ikinci kez okudum. okudukça daha çok sevdim. kıskançlığın yerini empati (duygudaşlık) aldı... her ortamda müthiş bir iletişim sihirbazı olduğunu teslim etmeme rağmen, ender de olsa bazı işlerini eleştirdiğimde bana içerlemiştir. buna rağmen ona olan saygımda ve onu anlama çabamda en küçük bir azalma olmamıştır... bu kez de onu en iyi anlayanlardan birinin ben olduğuma eminim. tamamını okumanızı salık vereceğim (http://www.atcw.com) ‘mektubunda’ ali taran şöyle diyor:
“...hamdolsun, bu ülkede reklamcı + yaratıcı + dahi + dürüst denildiğinde, adı her zaman akla gelen 0 - 5 kişiden biri oldum.
hoş, reklamcı + zor + pahalı + paragöz + geçimsiz denildiğinde de adı her zaman akla gelen 0 - 1 kişiden biri de oldum ama ona da eyvallah.
yıllar boyu, hakkımda duyduğum ‘çoğu şişirme, uydurma, türetme, yapıştırma, sallama, gazlama, üfürme, köpürtme fıkracıklar, hikayecikler, masalcıklar’ reklamcılıkla ve yaratıcılıkla aramı açmadı. açamadı...”
aslolan dilediğin gibi, esenlik içinde yaşamaktır diyenlerin mutlaka okuması gereken mektubunun bir başka bölümünde ise taran geçmişle şöyle hesaplaşıyor:
“...demek, iş ve özel, hayatımın 35 yıldan fazlasını ki bu bütün hayatımın koskocaman bir bölümü eder, ajansta ve ajanslarda geçirdim. önceleri daktilo başında, sonraları bilgisayar başında. ama hep ajansta, hep işin başında.
artık veda zamanı geldi. geç bile kaldım sayılır.
ajansta bulunmalara, evden ajansa gelmelere, ajanstan eve gitmelere, ajansta tuvalet sırası beklemelere, ajans toplantılarına, karşılıklı konuşmalara, ne giysem acabalara, trafikte sıkışmalara, yollarda ömür tüketmelere, kocaman bir nokta koyuyorum...”
tarihe not düştük
taran sistemin nasıl çalışacağını ise şu cümlelerle anlatıyor:
“tüm çalışanlar, mesai saatleri içinde, canlarının çektiği, paşa gönüllerinin dilediği yerlerde bulunuyorlar. bir videofon, bir blackberry, bir laptop, bir desktop, bir scanner, hangisi gerekiyorsa, yanlarında. istanbul dışına çıkmak isteyen 7 gün önceden, yurt dışına çıkmak isteyen 15 gün önceden bildiriyor, onay istiyor.”
müşteri görüşmeleri ve gerekli toplantılar için şehirde 500 metrekare büyüklüğünde bir toplantı salonu (!) tutuyorlarmış. isteyen istedikleriyle orada randevulaşıyormuş... adı da hoş: ali taran creative workshop show office.
hani derler ya, “aynısını ben de düşünmüştüm..”
derler de kimse inanmaz... benimki de o durum...
mektupta şu bölüme ayrıca bayıldım: “kıyafeti kötüymüş, ayakları ojesizmiş, saçları berbatmış, ayakkabısı ne biçimmiş, tıraş olmamış, saçını taramamış, gürültülü yürümüş, alçak sesle konuşmuş, yüksek sesle konuşmuş, niye konuşmuş, niye konuşmamış, çok yemiş, az yemiş, nerede kalmış, neden gecikmiş, kim gelmiş, kime gelmiş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde diye başlayıp anlatılacak tatlı birer anıcık oldu hepsi...”
ben, bir de parmak arası terlik (erkeklerde) eklerdim bu listeye... ali taran mektubunu el yazısıyla imzalamış... philadelphia’dan... nispet yapar gibi.
helal olsun usta... benden tam üç yıl önce çektin silahı... diğerlerini bilemem. belki de “kardeşim biz çoktan home office’e geçmiştik” diyeceklerdir... desinler... home office meselesini iletişim sektöründe ilk kez senin ‘kurumsallaştırmış’ olduğunu ben ve benim gibi pek çok iletişimci tarihe not düşmüş bulunmaktayız... aklına, yüreğine sağlık.
yolun açık olsun. biraz da bana örnek olacağı için, başarılı olmanı en ‘kalbi’ duygularla diliyorum..."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=128957,10,152
vizontele nin olağan üstü repliği.
bir konu hakkında düşüncesi olmamasını karşısındakinin sözü için kullanma biçimi.
kimi zaman dogru kimi zamansa sapina kadar yanlis olan cumle.
(bkz: treni kacirmak)
zaman zaman yazmak istedigimin aynisini yazan bilgicler karsisinda sarfettigim soz. bir heyecanla yazma istegim kursagimda kalir bu durumlarda.
yilmaz erdogana maledilmis bir cumledir.
yilmaz erdoganin vizontelede,vizontelenin ne oldugunu ogrendikten sonra soyledigi cumledir.yarmistir:
-ya vizontele gelecek emin
-vizontele nedir?
-radyonun resimlisi
-radyonun resimlisi???serrefsiziiim benim aklima gelmistii!
-ya vizontele gelecek emin
-vizontele nedir?
-radyonun resimlisi
-radyonun resimlisi???serrefsiziiim benim aklima gelmistii!
yilmaz erdoganin vizontele filmindeki sahane repligi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?