pink floyd
pink floydun kurucu üyesi richard wright yakalandığı kanser nedeniyle 64 yaşında 15/09/2008 günü hayata gözlerini yummuştur.
grubun en sakin kişiliği olan richard wrightın ölümü ile efsanevi grubun sevenleri yasa boğulmuşlardır.ne diyeyim bir yıldız daha kaydı
comfortably numb parçalarında there is no pain you are receding cümlesini söylerken uçuşa geçmemizi sağlayan grup.
yanlış gezegene geldiklerini düşünüyorum. zira burası onlar için falza salak, fazla yüzeysel.
yaptıkları şeye müzik diyip geçmek demek haksızlık olur. kapı çalsalar dinlerim şeklinde bir espri yapsam mı acaba..
syd barrett in uyusturucu kullanimi sebebi ile degil, sizofreni hastaliginin ilerlemesi uzerine ayrilmak zorunda kaldigi psychedelic rock grubu.
bu abileri kafamın güzel olmasını sağlayan yegane parçalardan birine imza atmışlar;
http://tinyurl.com/3b5gxm
http://tinyurl.com/3b5gxm
(bkz: breathe )
bu adamları dinlemek, eve dönmek gibi bir şey.
"live at pompei" fenomendir...
rock müzik tarihindeki yerini hak eden gruptur. pink floyd'a bugün hala süren büyük ve popüler gücünü getiren şey 1973 ve 1979 arasında çok büyük ölçüde roger waters'ın fikirleri ve yaratıcılığı ile ortaya çıkmış albümlerdir. syd barrett dönemindeki pink floyd bugün yalnızca kolleksiyonerlerin hatırlayacağı bir grup olurdu. barrett sonrası, dark side of the moon'a kadar geçen arayış dönemi de öyle... waters ayrıldıktan sonra david gilmour'un ipleri ele aldığı son dönem ise iyi niyetli ve ele yüze bulaştırılmamış bir iş olarak görünüyor bana. daha fazlası değil.
syd barrett liderliğindeki ilk dönemlerinde her şey çok eğlenceliydi. 4 okul arkadaşı bir araya gelmiş ve kendi kitlelerini oluşturmuşlardı. üstelik yaptıkları işin 60'lı yıllar için bile epeyce garip olmasına rağmen... '67 yılında ise ilk albümlerini yaparlar. bu olaylar hepsi için de ister istemez ünlü olmak, para kazanmak hayallerini ortaya çıkarır. yaptıkları müzik ve underground kültürleriyle birlikte pink floyd'un büyük bir grup olacağı beklentisi yayılır. ancak işler tamamen bu kadar iyi durumda değildir. syd barrett gittikçe daha uzaklara kayar. aşırıdan da öte lsd kullanımı ve o “büyük pink floyd” hayallerine karşı kayıtsızlığı grubun sonunu yaklaştırmaktadır. herkesin hayran olduğu ve grubun sahibiymiş gibi algılanan barrett, sürekli dumanlı kafayla gezmekte, konserlerde saçma sapan şeyler çalmaktadır. kendinizi diğer üç kişinin yerine koyun. başarıyı bu kadar yakında hissederken barrett'a karşı tepkiniz ne olurdu? ya bu işi bırakacaktınız ya da barrett konusuna bir çözüm arayıp sahip olmak istediğiniz şeye doğru ilerleyecektiniz. tüm bunlar grup elemanları daha 20-24 yaşlarındayken olup bitiyordu ve sanırım o dönemde barrett dışında herkes büyük bir grup olmayı ve onun getireceği görkemi çok istiyordu. bu durum büyük bir sıkıntı kaynağıydı... . gruba sahne işini idare etmesi için gilmour getirildi, roger waters işi gücü ele almaya ve pink floyd'u ayakta tutacak bir şeyler yapmaya çalıştı. barrett ise hep daha kötüye gitti. bu arada olanlar kitaplar dolusu anı ve yorumla onlarca kez anlatılmıştır herhalde ancak sonuçta barrett gitti ve gilmour'la grup devam etti. burası kesin. ancak barrett'ın bu tükenişi, waters'ın üstesinden gelemediği bir acı ve belki biraz da suçluluk duygusu olarak hep içinde kaldı. wish you were here ve the wall albümlerinin büyük kısmı bu tecrübeden kaynak alır. grup gittikçe büyüdü ve 1973 yılında “dark side of the moon” albümü ile tüm dünyaya yayılan dev bir üne sahip oldu. bu aşamada, yeni yetmeliklerinden beri olmasını bekledikleri şey artık olmuştu ancak albümün sözlerini inceleyince waters'ın daha sonra da yıllar boyunca üzerinde duracağı, modern yaşamda yer alan insanın yaşadığı yalnızlık, güvensizlik ve anlamsızlık buhranları konusunu ele almaya başladığını görürüz. sonraki yıllarda, waters gidene dek, bu konu işlenir.
waters'ın anlatmak istediği hikaye “modern life” olarak bahsettiği, günümüz toplum yapısı üzerinde döner. bu olguyu her şarkıda başka bir açıdan inceler. insanları tüketen yönlerini açığa vurur, çelişkilerini, ezici gücünü ve acımasızlığını eleştirir. “dark side of the moon”'da günlük telaşe ve koşturmanın, düzene ayak uydurarak kaybolup gitmenin insanları getirdiği noktayı bence en iyi “time”da ifade etmiştir. modern insanın anlamsız bir şekilde zamana olan köleliğini ve içinde bulunduğu anın, yaşadığının farkında olmadan geçirdiği boşa gitmiş ömrünü anlatır. özellikle parçadaki şu dörtlük etkileyicidir:
"bıkkınsın güneşin altında uzanmaktan, yağmuru izlemek için evde oturmaktan
gençsin ve yaşam uzun ve öldürecek zamanın var bugün ve sonra bir gün fark ediyorsun ki on yılı arkanda bırakmışsın
kimse söylemedi sana ne zaman koşman gerektiğini, kaçırdın start anını..."
roger waters'ın o görkemli, tematik pink floyd albümlerinde odaklandığı bu konu tam da pink floyd dinleyicisi olacak batılı ve şehirli kitleyi kalbinden vuruyordu. insanlar şarkı sözlerine ve grubun yarattığı müziğe kapıldılar, kendi dünyalarından çok şeyler bularak albümleri sahiplendiler. grubun, dinleyicinin yüreğinden konuştuğu bu ilişki sayesinde bunca yıldır pink floyd'un müziği hep diğerlerinden ayrı, ruhani, neredeyse dini bir deneyim gibi yaşandı. bu etki de one slip veya take it back gibi parçalarla olmadı tabii. dark side of the moon, wish you were here, animals ve the wall albümlerinin sonucudur... özet geçersem, pink floyd 1960'larda syd barrett'ın interstellar overdrive ve astronomy domine parçalarıyla (neptun, titan... stars can frighten) o dönemin uzay çağı ve bohem underground müzik yöneliminin tam karşılığı oldu. sonra waters ile şehirli insan buhranının karşılığıydı. 80'lerden sonra da gilmour ile içi boş, şekli güzel bir gruba dönüştü.
syd barrett liderliğindeki ilk dönemlerinde her şey çok eğlenceliydi. 4 okul arkadaşı bir araya gelmiş ve kendi kitlelerini oluşturmuşlardı. üstelik yaptıkları işin 60'lı yıllar için bile epeyce garip olmasına rağmen... '67 yılında ise ilk albümlerini yaparlar. bu olaylar hepsi için de ister istemez ünlü olmak, para kazanmak hayallerini ortaya çıkarır. yaptıkları müzik ve underground kültürleriyle birlikte pink floyd'un büyük bir grup olacağı beklentisi yayılır. ancak işler tamamen bu kadar iyi durumda değildir. syd barrett gittikçe daha uzaklara kayar. aşırıdan da öte lsd kullanımı ve o “büyük pink floyd” hayallerine karşı kayıtsızlığı grubun sonunu yaklaştırmaktadır. herkesin hayran olduğu ve grubun sahibiymiş gibi algılanan barrett, sürekli dumanlı kafayla gezmekte, konserlerde saçma sapan şeyler çalmaktadır. kendinizi diğer üç kişinin yerine koyun. başarıyı bu kadar yakında hissederken barrett'a karşı tepkiniz ne olurdu? ya bu işi bırakacaktınız ya da barrett konusuna bir çözüm arayıp sahip olmak istediğiniz şeye doğru ilerleyecektiniz. tüm bunlar grup elemanları daha 20-24 yaşlarındayken olup bitiyordu ve sanırım o dönemde barrett dışında herkes büyük bir grup olmayı ve onun getireceği görkemi çok istiyordu. bu durum büyük bir sıkıntı kaynağıydı... . gruba sahne işini idare etmesi için gilmour getirildi, roger waters işi gücü ele almaya ve pink floyd'u ayakta tutacak bir şeyler yapmaya çalıştı. barrett ise hep daha kötüye gitti. bu arada olanlar kitaplar dolusu anı ve yorumla onlarca kez anlatılmıştır herhalde ancak sonuçta barrett gitti ve gilmour'la grup devam etti. burası kesin. ancak barrett'ın bu tükenişi, waters'ın üstesinden gelemediği bir acı ve belki biraz da suçluluk duygusu olarak hep içinde kaldı. wish you were here ve the wall albümlerinin büyük kısmı bu tecrübeden kaynak alır. grup gittikçe büyüdü ve 1973 yılında “dark side of the moon” albümü ile tüm dünyaya yayılan dev bir üne sahip oldu. bu aşamada, yeni yetmeliklerinden beri olmasını bekledikleri şey artık olmuştu ancak albümün sözlerini inceleyince waters'ın daha sonra da yıllar boyunca üzerinde duracağı, modern yaşamda yer alan insanın yaşadığı yalnızlık, güvensizlik ve anlamsızlık buhranları konusunu ele almaya başladığını görürüz. sonraki yıllarda, waters gidene dek, bu konu işlenir.
waters'ın anlatmak istediği hikaye “modern life” olarak bahsettiği, günümüz toplum yapısı üzerinde döner. bu olguyu her şarkıda başka bir açıdan inceler. insanları tüketen yönlerini açığa vurur, çelişkilerini, ezici gücünü ve acımasızlığını eleştirir. “dark side of the moon”'da günlük telaşe ve koşturmanın, düzene ayak uydurarak kaybolup gitmenin insanları getirdiği noktayı bence en iyi “time”da ifade etmiştir. modern insanın anlamsız bir şekilde zamana olan köleliğini ve içinde bulunduğu anın, yaşadığının farkında olmadan geçirdiği boşa gitmiş ömrünü anlatır. özellikle parçadaki şu dörtlük etkileyicidir:
"bıkkınsın güneşin altında uzanmaktan, yağmuru izlemek için evde oturmaktan
gençsin ve yaşam uzun ve öldürecek zamanın var bugün ve sonra bir gün fark ediyorsun ki on yılı arkanda bırakmışsın
kimse söylemedi sana ne zaman koşman gerektiğini, kaçırdın start anını..."
roger waters'ın o görkemli, tematik pink floyd albümlerinde odaklandığı bu konu tam da pink floyd dinleyicisi olacak batılı ve şehirli kitleyi kalbinden vuruyordu. insanlar şarkı sözlerine ve grubun yarattığı müziğe kapıldılar, kendi dünyalarından çok şeyler bularak albümleri sahiplendiler. grubun, dinleyicinin yüreğinden konuştuğu bu ilişki sayesinde bunca yıldır pink floyd'un müziği hep diğerlerinden ayrı, ruhani, neredeyse dini bir deneyim gibi yaşandı. bu etki de one slip veya take it back gibi parçalarla olmadı tabii. dark side of the moon, wish you were here, animals ve the wall albümlerinin sonucudur... özet geçersem, pink floyd 1960'larda syd barrett'ın interstellar overdrive ve astronomy domine parçalarıyla (neptun, titan... stars can frighten) o dönemin uzay çağı ve bohem underground müzik yöneliminin tam karşılığı oldu. sonra waters ile şehirli insan buhranının karşılığıydı. 80'lerden sonra da gilmour ile içi boş, şekli güzel bir gruba dönüştü.
müzikleri ile bambaşka dünyalara gark ettiren saykodelik rock'ın şahı olan grup. high hopes,echoes,mother,shine on you crazy diamond gibi parçalarını dinlemeyeni döverler.
yıllardır en iyi albümlerinin hangisi olduğuna karar vermeye çalıştığım grup.
artık kararımı verdim. en iyi pink floyd albümü animalsdır.
artık kararımı verdim. en iyi pink floyd albümü animalsdır.
'kafa müzik' nedir, nasıl yapılır diye merak ediyorsanız doğru adrestesiniz.
pink floyd'un adı geçtiğinde aklıma hep bu sahne gelir.
Başka dillerde, başka seslerde, başka renklerde müzikler dinlersin ama sonunda her zaman gelir ve müziğin ulaştığı en üst noktaya kendini teslim edersin....
(bkz: Pink floyd'un bu dünyadan olmaması)
(bkz: Pink floyd'un bu dünyadan olmaması)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?