porno sinemalarda baslayan furya.tek biletle iki film izlenebiliyordu. simdilerde bu isim altinda cnbc e de yayinlanan bir film kusagi da var..
iki film birden
cok guldugum ote sloganlardan biridir. adapazarinda ya$ayan herkes bu slogani fita$ sayesinde beynine kazimi$tir. (bkz: adapazari)
kucuk ve pek is yapmayan sinemalarda gorulen hadisedir.
bazilari oyle gebe$ oyle tiksinc bir hale gelmi$tir ki 3 film birden gosterirler.bir tanesi ya ucuncu sinif macera filmi ya da neredeyse tamami iti$ kaki$ olan konusuz diyebilecegimiz kung fu filmdir,diger ikisi aleni net kalitesiz porno filmdir.
ne hikmetse bu sinemalarin yerleri de tala$ dolududur.
bazilari oyle gebe$ oyle tiksinc bir hale gelmi$tir ki 3 film birden gosterirler.bir tanesi ya ucuncu sinif macera filmi ya da neredeyse tamami iti$ kaki$ olan konusuz diyebilecegimiz kung fu filmdir,diger ikisi aleni net kalitesiz porno filmdir.
ne hikmetse bu sinemalarin yerleri de tala$ dolududur.
bu tür sinemalardan türkiyedeki en iyi olanı cevizlideki 73 sinemasıdır, filmler, eskiden (15 sene önce), 1 adet yerli erotik, 1 adet yabancı (alman) porno, 1 adet japon karate filmi olarak sürekli devirdaim yapılırdı, halrn varlığını inatla sürdüren bu sinema, artık üç filmide porno olarak yayınlamaktadır, hatta birde dvdli projeksiyon cihazı alıp, yeni nesil porno filmleride izleyicisine sunmaktadır, anadolu yakasında yaşayıpta gitmeyen erkek yok gibidir. kendine has kokusu, mor veya loş ışığı, geniş ve balkonlu salonu ile hala genç abazan ve gariban ihtiyaç sahiplerine hizmet etmektedir...
(bkz: 2 super film birden)
:--------------------------------------------------beş minareli film ve av mevsimi eleştiri spoylersi------------------------------------------------:
mahzun kırmızıgül’ün şanssızlığı onu yavuz turgul’la karşılaştıracak olmam. bu, ilkokul ikiye giden oğlumun resimlerini picasso’nun guernica’sı ile karşılaştırmak gibi. allah’tan bizim çocuk ressam olacağım diye tutturmuyor da biz de ona milyon dolarlık bütçelerle amerika’larda eğitim falan aldırmaya kalkışmıyoruz.
her şeyden önce polisiye filmlerdeki kovalamaca, kaçış vs sahnelerini biz amerikan filmlerinde gördük ilk. o yüzden dilimizde ‘amerikan filmi gibi’ diye bir tanım var. ama nedir, her şeyin aslı iyidir. ‘gibi’ olabilmek için çok çaba ve para sarf edilse de ‘gibi’ olmaktan öteye geçemezsiniz işte.
bizim memleketimizde amerika’daki gibi virajsız otobanlar, üç şeritli dümdüz ve birbirini dik kesen geometrik caddeler yoktur. en uzun kovalamaca sahnesi, önünüze bakracıyla yoğurt satan bir amca, sırtında çuvalı ile ağır ağır ilerleyen bir hamal çıkana kadar sürer. nitekim yavuz turgul da kovalamacayı tam tadında türk işi bir durumla kesiyor.
ayrıca filmlerdeki polis karakterlerinden öğrendiğimiz bazı taktikler ve ayrıntılar vardır. gizli görevdeki bir polis hemen o görevin akabinde deşifre edilmez. gizli olarak yurtdışına çıkacak bir polis cep telefonundan ailesini veya memleketini arayıp nereye gittiğini açık açık söyleyemez. beş minareli filmde tüm bunlar göz ardı edilerek senaryo yazıldığı için, bol bol csi serisi izlemekten izleyiciden çok eleştirmen haline gelmiş bir kitleyi kendinize güldürdünüz. ayrıca yabancı dil bilmeyen bir polis dilini konuşamadığı bir ülkeye göreve gönderilmez. gönderilirse mahzun’un canlandır(ama)dığı polis karakteri gibi ikide bir ne diyor bu? diye sorar durur.
gelelim iyi yönetmen / iyi senaryo / iyi oyuncu üçlemesine. çok iyi bir golcüyü takıma alırsınız ama iyi orta yapan olmazsa, ligin yarısına gelindiğinde golcünün hala gol atamadığı görülür. haluk bilginer güzel iş çıkarmış ama tek başına filmi kurtaramaz.
gelin aktörleri değiş tokuş edelim: new york’ta beş minare’de şener şen dini bütün müslümanı, av mevsimi’nde haluk bilginer avcı lakaplı cinayet masası dedektifini oynasın. oynarlar. kendi tarzlarıyla çok da güzel oynarlar. ama bu sefer şener şen için filmi kurtaramaz diyeceğim. çünkü dini bütün müslüman ve sütten çıkmış ak kaşık gibi pür i pak o adamı neden bir uyuşturucu mafyası liderini hapisten kaçırır gibi patlamalarla, maske giymiş adamlarla falan kaçırdılar? bir de nasıl? hepsi hepsi new york’ta bir iş sahibi olmuş, boş zamanlarında namaz kılıp kendi yerel giysileriyle gezen üç beş müslüman adamın eline o kadar teçhizat ve özel eğitimli adam nasıl geçti?
bilginer’in canlandırdığı hacı karakterinin karısı neden çok yakışıksız duruyor? neymiş hristiyanmış! olsun! ama dallas dizisinden fırlamış da filme konuk oyuncu olarak gelmiş gibi, ne hacı’ya sarılışında, ne onu öpüşünde, ne dokunuşunda samimi olabilen, yunan kadınlarına benzeyen güzel ama soğuk bir kadın! sinemada görsellik önemlidir tamam ama çiftler arasında da boy pos uyumu olmalıdır. olmayınca ancak o kadar inandırıcı oluyor işte.
sonra mahzun’un canlandırdığı polis karakterinin filmin bir yerinde gayet ihtişamlı yeminler eden türk polis teşkilatını kimlik değiştirerek kandırmış olması? yahu hiç mi araştırma yapılmaz bu memlekette teşkilata polis alınırken?
ülkücülerin yemini, en baştaki gazeteci cinayeti, sonraki hücre evi çatışması, zikir töreni, mevlevilerin semahı hep görüntü ve ses olarak mükemmel ama filmin içine parça atılmış gibi yabani kalmış sahneler. başı, sonu, devamı yok hiçbirinin.
hele türkçe dublaj seçenekli seansların olması? çizgi film mi bu da 0-7 yaş grubu seyrederken okuyamaz kaygısı taşınsın? madem yaptınız bir iş alt yazılı verin kardeşim. bilginer ve sandal’ın başka bir dilde sergiledikleri oyunculuklarını görebilelim.
mustafa sandal tamamen ayrı bir kimlikte, popçu tarzından uzak çıkıyor karşımıza ama o ukala amerikan dedektifiyle türkler hakkında şöyle ateşli bir ingilizce tartışma götürebilseydi hepimizin gözüne girerdi eminim. cem yılmaz, o şımarık, belden aşağı espri yapmadan duramayan adam ise popçuya adeta müzik dersi verircesine türkü çığırıyor av mevsimi’nde. buna değinmişken av mevsiminin genel olarak müziklerinin kayda değer olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
av mevsimi’nde, hani yardımcı erkek oyuncu oscar’ı verilecek aday olsa çetin tekindor usta bu ödüle hakkıyla layık olurdu. cem yılmaz ile bir ağız dalaşı sahneleri var ki bence ustanın ustalığı ile çırağını bir üst seviyeye taşımasını başka türlü örnekleyemezlerdi. demek ki neymiş? yönetmen usta, diğer oyuncular usta olunca acemi orta saha oyuncusu bile röveşata ile gol atabiliyormuş.
mahzun’u ‘abi senden sıkı yönetmen olur, gel bir de polisiye çek, hem de amerikan filmi gibi action olsun, ulan var mısın sen de polis ol, hem de filmin yarısını amerika’da çekelim, ee adı ne olsun, ne olacak bitlis’in beş minaresini new york’a dikeriz olur biter!’ diye dolduruşa getirenler sözüm size. bir dahaki sefere amerikan başkanı yapmaya veya titanik’i sudan çıkarmaya falan kalkarsınız aman diyim!
mahzun önce gitsin yavuz abisinden ders alsın. türk filmlerini tekrar tekrar seyretsin. ne diye sordu ferman tezcan av mevsimi’nde: ‘katilin belli olmadığı bir cinayet romanı okumak ister miydin?’
beş minareli filmde bütün film boyunca aranılan kişinin, hiç de inandırıcı olmayan bir şekilde yakalanması, filmin sonunu bağlamıyor. tabiri caizse seyirciyi doruk noktasına ulaştırmak lazım. ondan sonra bırak isteyen düşer, isteyen atlar, isteyen orda kalır.
keşke filmin sonunda ‘ben kimim biliyor musun?’ dediğinde bir flash-back ler silsilesi eşliğinde ‘deccal benim!’ diyeydi mahzun! dadından yinmez idi!
:--------------------------------------------------beş minareli film ve av mevsimi eleştiri spoylersi------------------------------------------------:
mahzun kırmızıgül’ün şanssızlığı onu yavuz turgul’la karşılaştıracak olmam. bu, ilkokul ikiye giden oğlumun resimlerini picasso’nun guernica’sı ile karşılaştırmak gibi. allah’tan bizim çocuk ressam olacağım diye tutturmuyor da biz de ona milyon dolarlık bütçelerle amerika’larda eğitim falan aldırmaya kalkışmıyoruz.
her şeyden önce polisiye filmlerdeki kovalamaca, kaçış vs sahnelerini biz amerikan filmlerinde gördük ilk. o yüzden dilimizde ‘amerikan filmi gibi’ diye bir tanım var. ama nedir, her şeyin aslı iyidir. ‘gibi’ olabilmek için çok çaba ve para sarf edilse de ‘gibi’ olmaktan öteye geçemezsiniz işte.
bizim memleketimizde amerika’daki gibi virajsız otobanlar, üç şeritli dümdüz ve birbirini dik kesen geometrik caddeler yoktur. en uzun kovalamaca sahnesi, önünüze bakracıyla yoğurt satan bir amca, sırtında çuvalı ile ağır ağır ilerleyen bir hamal çıkana kadar sürer. nitekim yavuz turgul da kovalamacayı tam tadında türk işi bir durumla kesiyor.
ayrıca filmlerdeki polis karakterlerinden öğrendiğimiz bazı taktikler ve ayrıntılar vardır. gizli görevdeki bir polis hemen o görevin akabinde deşifre edilmez. gizli olarak yurtdışına çıkacak bir polis cep telefonundan ailesini veya memleketini arayıp nereye gittiğini açık açık söyleyemez. beş minareli filmde tüm bunlar göz ardı edilerek senaryo yazıldığı için, bol bol csi serisi izlemekten izleyiciden çok eleştirmen haline gelmiş bir kitleyi kendinize güldürdünüz. ayrıca yabancı dil bilmeyen bir polis dilini konuşamadığı bir ülkeye göreve gönderilmez. gönderilirse mahzun’un canlandır(ama)dığı polis karakteri gibi ikide bir ne diyor bu? diye sorar durur.
gelelim iyi yönetmen / iyi senaryo / iyi oyuncu üçlemesine. çok iyi bir golcüyü takıma alırsınız ama iyi orta yapan olmazsa, ligin yarısına gelindiğinde golcünün hala gol atamadığı görülür. haluk bilginer güzel iş çıkarmış ama tek başına filmi kurtaramaz.
gelin aktörleri değiş tokuş edelim: new york’ta beş minare’de şener şen dini bütün müslümanı, av mevsimi’nde haluk bilginer avcı lakaplı cinayet masası dedektifini oynasın. oynarlar. kendi tarzlarıyla çok da güzel oynarlar. ama bu sefer şener şen için filmi kurtaramaz diyeceğim. çünkü dini bütün müslüman ve sütten çıkmış ak kaşık gibi pür i pak o adamı neden bir uyuşturucu mafyası liderini hapisten kaçırır gibi patlamalarla, maske giymiş adamlarla falan kaçırdılar? bir de nasıl? hepsi hepsi new york’ta bir iş sahibi olmuş, boş zamanlarında namaz kılıp kendi yerel giysileriyle gezen üç beş müslüman adamın eline o kadar teçhizat ve özel eğitimli adam nasıl geçti?
bilginer’in canlandırdığı hacı karakterinin karısı neden çok yakışıksız duruyor? neymiş hristiyanmış! olsun! ama dallas dizisinden fırlamış da filme konuk oyuncu olarak gelmiş gibi, ne hacı’ya sarılışında, ne onu öpüşünde, ne dokunuşunda samimi olabilen, yunan kadınlarına benzeyen güzel ama soğuk bir kadın! sinemada görsellik önemlidir tamam ama çiftler arasında da boy pos uyumu olmalıdır. olmayınca ancak o kadar inandırıcı oluyor işte.
sonra mahzun’un canlandırdığı polis karakterinin filmin bir yerinde gayet ihtişamlı yeminler eden türk polis teşkilatını kimlik değiştirerek kandırmış olması? yahu hiç mi araştırma yapılmaz bu memlekette teşkilata polis alınırken?
ülkücülerin yemini, en baştaki gazeteci cinayeti, sonraki hücre evi çatışması, zikir töreni, mevlevilerin semahı hep görüntü ve ses olarak mükemmel ama filmin içine parça atılmış gibi yabani kalmış sahneler. başı, sonu, devamı yok hiçbirinin.
hele türkçe dublaj seçenekli seansların olması? çizgi film mi bu da 0-7 yaş grubu seyrederken okuyamaz kaygısı taşınsın? madem yaptınız bir iş alt yazılı verin kardeşim. bilginer ve sandal’ın başka bir dilde sergiledikleri oyunculuklarını görebilelim.
mustafa sandal tamamen ayrı bir kimlikte, popçu tarzından uzak çıkıyor karşımıza ama o ukala amerikan dedektifiyle türkler hakkında şöyle ateşli bir ingilizce tartışma götürebilseydi hepimizin gözüne girerdi eminim. cem yılmaz, o şımarık, belden aşağı espri yapmadan duramayan adam ise popçuya adeta müzik dersi verircesine türkü çığırıyor av mevsimi’nde. buna değinmişken av mevsiminin genel olarak müziklerinin kayda değer olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
av mevsimi’nde, hani yardımcı erkek oyuncu oscar’ı verilecek aday olsa çetin tekindor usta bu ödüle hakkıyla layık olurdu. cem yılmaz ile bir ağız dalaşı sahneleri var ki bence ustanın ustalığı ile çırağını bir üst seviyeye taşımasını başka türlü örnekleyemezlerdi. demek ki neymiş? yönetmen usta, diğer oyuncular usta olunca acemi orta saha oyuncusu bile röveşata ile gol atabiliyormuş.
mahzun’u ‘abi senden sıkı yönetmen olur, gel bir de polisiye çek, hem de amerikan filmi gibi action olsun, ulan var mısın sen de polis ol, hem de filmin yarısını amerika’da çekelim, ee adı ne olsun, ne olacak bitlis’in beş minaresini new york’a dikeriz olur biter!’ diye dolduruşa getirenler sözüm size. bir dahaki sefere amerikan başkanı yapmaya veya titanik’i sudan çıkarmaya falan kalkarsınız aman diyim!
mahzun önce gitsin yavuz abisinden ders alsın. türk filmlerini tekrar tekrar seyretsin. ne diye sordu ferman tezcan av mevsimi’nde: ‘katilin belli olmadığı bir cinayet romanı okumak ister miydin?’
beş minareli filmde bütün film boyunca aranılan kişinin, hiç de inandırıcı olmayan bir şekilde yakalanması, filmin sonunu bağlamıyor. tabiri caizse seyirciyi doruk noktasına ulaştırmak lazım. ondan sonra bırak isteyen düşer, isteyen atlar, isteyen orda kalır.
keşke filmin sonunda ‘ben kimim biliyor musun?’ dediğinde bir flash-back ler silsilesi eşliğinde ‘deccal benim!’ diyeydi mahzun! dadından yinmez idi!
:--------------------------------------------------beş minareli film ve av mevsimi eleştiri spoylersi------------------------------------------------:
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?