çıktı. karşılaştık...
öyle bir karşılaşmaydı ki, hiçbir görmezden gelme direnemezdi. bahanesi yoktu konuşamamanın. çok birdenbire, gözlerim gözlerine yazma, sözlerim sözlerine susamak, dilim diline ıslaklık bir an yaşandı. özlemiştik deyip geçiştirmek mümkün satırı. kalemin buna itirazı yok. ama o kadar basit değildir. daha asitti. yakıcıydı. zorunluydu. herbirşeyi anlatan bir sözcük yoktur ya, işte ondandı.
-demek sensin...
-evet ya, benim. ya sen hala başkası mısın? diyerek merdivenlere yöneldi, sanki hiç konuşmamışçasına. evet sevgimin güzel emanetçisi, ben hala başkasıyım. rehin aldılar beni. fidyesi astarından pahalı dostluğum sürüyor başkalarıyla..
asıl iş geride bıraktığı hüzne batması insanın... bil bilebilirsen, yarına ne kadar keder taşıyacak günışığı ve dün, hangi yolculukların birikmesi, gidemediğimiz ..
deniz sabahı günaydınlamak için uyanmayı akıl ettiğinde grimavi önlüğü giymeye hak kazanmış oluyordu. ve biz başka birşey konuşmadık. başkaları çokça konuştu bizi. iyi sabahlar gözüm, iyi yaşamaklar!
hüzünbaz sevişmeler
aklın gözyaşlarını yutkunduğu bir susuzluk...
sana bakışımdan ekşime!
gözlerindeki firar boşuna. zamanın koynunda sakladığı yaşanılasıların yanında geçip gidiyoruz. hiç düşündün mü belkiyi?
gözlerindeki firar boşuna. zamanın koynunda sakladığı yaşanılasıların yanında geçip gidiyoruz. hiç düşündün mü belkiyi?
hiç düşündün mü belkiyi? belki, eline en yakışan
takı benim elim. belki de en belli olacak yalan, benim
söylediğim... belki sen ve belki ben...
takı benim elim. belki de en belli olacak yalan, benim
söylediğim... belki sen ve belki ben...
hüznün şiire en yaklaştığı ve ölümün en yüreklice selamlandığı zamandı. bir alkol spazmı kokluyordu martılar.
her suçu üstlenebilir, herşeyi anlatabilirdi şiir..
utanmasaydı..
her suçu üstlenebilir, herşeyi anlatabilirdi şiir..
utanmasaydı..
tükürüğümüz bile yetmiyor artık yaralarımızı iyileştirmeye. iyileşmiyor artık yaralarımız. yani yaralarımız daha iyi yaralar haline gelmiyor artık. ölü olarak ele geçiriliyor en sıcak insan sözleri... ve hüznüm kamu morgunda işe başladı.
öyle bir zamanın konuğuyuz ki
mutlu değilse de umutlu olmaya mecbur yaşamak..
mutlu değilse de umutlu olmaya mecbur yaşamak..
zaman yasak.
zaman unutulmuş bir isim, dil ucunda.
zaman unutulmuş bir isim, dil ucunda.
korkak ve bundan ötürü sessiz gölgeler çöküyordu zamanın uygun yerlerine..
sessizlik söyleşiyordu, ıssızlığın diliyle. herkes bilmez bu lehçeyi anlayan anlar.
kim?
kim?
durup dururken, yaşamsal bir sevimsizlik taşıyan ve ister istemez gibi insanlık dışı bir kalıp içinde boyun eğmek zorunda kalınacak bir soru..
neden?
neden?
beni beklemediğin belli, ama benim beklediğin kişi olmadığım nereden belli?
belki benim, o.
belki benim, o.
öteki dünyada akşam vakitleri sevdalarımızın paydos saatinde, bizi evlerimize götürecek olan yol böyle yokuş değilse eğer, ölüm hiç de fena birşey değil!
bizzat ben, bendeniz saçımı sakalımı rulo yapmış, sessizliğime anlam beklediğim, mantık pususuna yattığım günleri bana hangi umursamazlık unutturabilir!
hüzün astılar yüzüne senin.. bugün.. burada..
bana, ıslık çalmayı hala ğrenemediğini, bu yüzden komutandan azar işittiğini söyledin. hani o dudaklarını acemice öne uzattığın an vardı ya.. işte belki de o an yüzünden, bugün, burada.. neyse korkma ciğerim. bunların hiçbirinden sözetmeyeceğim onlara.. bir tek sevdamızı bırakacağız onlara gerekçe olarak.
kim bilebilrdi ki ciğerim, yaşamındaki ilk sevişmenin böyle olacağını? kaldır başını ciğerim. biz utanılacak birşey..yaptık belki ama bu çağda yaşamaktan daha utanç verici değil.
gün ağarınca, demiştin, sen başka yere, ben başka yere... belki de bu sözü söylemeseydin, sabahın gelişinin ayrılık olacağını hatırlatmasaydın ve çakmasaydın gözlerini gözlerime... kendimden utanmıştım çünkü o an, seni bir daha görememe ihtimali herşeyden daha önemliydi... en aptal şarkılardaki yalnızlık bu. önce saçlarına dokundum... ve kanımdan daha sıcaktı, gözlerinden akıttığın yaşlar...
"sarıldık birbirimize.."
bin yıllık hasretle sarıldım sana... öylesine sıcak, öylesine korkutucu... sımsıkı sarılmışken... ne bitmez bir sarılmaydı... öyle yorulana dek. zaman, duruşumuzdan sıkılana, kollarımız, yüreğimiz yorulana kadar... hiç konuşmadan nefes almadan... yalnızca yutkunduk... öyle gürültülü bir yutkunmaydı ki, avaz avaz bağırdık sanki... önce ben... önce sen... ve alnın alnıma dayalı öylece kaldık. kaç yıl? kaç saniye? kaldırdım başını... korkma, onlara öpüşmeyi bilmediğini söylemeyeceğim.
bak yine yağmur... bu ağacın altında çay içmiştik geçen hafta... sen yoktun... kaldır başını ciğerim! gözlerini bağlamak istiyor arkadaşlar! benimkini de bağlayın. sizi böyle görmek istemem. kaldır başını ciğerim. kaldır başını. biz utanılacak birşey yapmadık. halkımız için savaştık, birbirimiz için ölüyoruz, hepsi bu...
kaldır başını sevgilim, arkadaşlar ateş etmek istiyor!
bana, ıslık çalmayı hala ğrenemediğini, bu yüzden komutandan azar işittiğini söyledin. hani o dudaklarını acemice öne uzattığın an vardı ya.. işte belki de o an yüzünden, bugün, burada.. neyse korkma ciğerim. bunların hiçbirinden sözetmeyeceğim onlara.. bir tek sevdamızı bırakacağız onlara gerekçe olarak.
kim bilebilrdi ki ciğerim, yaşamındaki ilk sevişmenin böyle olacağını? kaldır başını ciğerim. biz utanılacak birşey..yaptık belki ama bu çağda yaşamaktan daha utanç verici değil.
gün ağarınca, demiştin, sen başka yere, ben başka yere... belki de bu sözü söylemeseydin, sabahın gelişinin ayrılık olacağını hatırlatmasaydın ve çakmasaydın gözlerini gözlerime... kendimden utanmıştım çünkü o an, seni bir daha görememe ihtimali herşeyden daha önemliydi... en aptal şarkılardaki yalnızlık bu. önce saçlarına dokundum... ve kanımdan daha sıcaktı, gözlerinden akıttığın yaşlar...
"sarıldık birbirimize.."
bin yıllık hasretle sarıldım sana... öylesine sıcak, öylesine korkutucu... sımsıkı sarılmışken... ne bitmez bir sarılmaydı... öyle yorulana dek. zaman, duruşumuzdan sıkılana, kollarımız, yüreğimiz yorulana kadar... hiç konuşmadan nefes almadan... yalnızca yutkunduk... öyle gürültülü bir yutkunmaydı ki, avaz avaz bağırdık sanki... önce ben... önce sen... ve alnın alnıma dayalı öylece kaldık. kaç yıl? kaç saniye? kaldırdım başını... korkma, onlara öpüşmeyi bilmediğini söylemeyeceğim.
bak yine yağmur... bu ağacın altında çay içmiştik geçen hafta... sen yoktun... kaldır başını ciğerim! gözlerini bağlamak istiyor arkadaşlar! benimkini de bağlayın. sizi böyle görmek istemem. kaldır başını ciğerim. kaldır başını. biz utanılacak birşey yapmadık. halkımız için savaştık, birbirimiz için ölüyoruz, hepsi bu...
kaldır başını sevgilim, arkadaşlar ateş etmek istiyor!
senin dudakların acıdan kalın. yalnızız ama değiliz. seni unutmadım. sen benim her bilinmeze yazdığım şiir ya da en sevdiğim okuduklarımdan. okumayı biliyoruz. birbirimizden öğrendik. kolumu boynuna dayayıp uzandığım geceler vardı. kim yapabilir ki? kim bilebilir ki? yastığıma ağladım seni. yastığım tanık. senin dudakların ömrümün en güzel yastığı. unutma beni. gözyaşım, avcunun teri...
seni özledim. biliyorum, yasak bana gözlerini anlamak... uyruğum bana yasak... altyazılı kızgınlığım, ağlamaklığım.
unutmadım seni. aklımın vatandaşı!
seni özledim. biliyorum, yasak bana gözlerini anlamak... uyruğum bana yasak... altyazılı kızgınlığım, ağlamaklığım.
unutmadım seni. aklımın vatandaşı!
(bkz: hüzünbaz otuzbirci)
----------spoiler---------
öpüştüler, öpüşmek denirse. üşmek değildi, üşümek yoktu. sadece öpmeye telaşlıydı adam.
-s.e.vişelim, dedi adam. son ve tek.
-hayır, yapamam
hayırlar, yapamamlar uzaktı. olmazlar öykü...
-başkasını seviyorum, dedi kadın. o’na karşı...
yani... öyle işte...
o? demek o, onlar var artık? ama benim, bilmiştim, sıcak şiirimsel bel kıvrımını. nasıl olur da nasıl olur sorusunu sorar olurum? demek şimdi o tüttürüyor şiirimizi? biz yazmadık mı? düşümüzden tırnağımızdan arttırmadık mı?
..
(gitme, dur... yalnızım... ünlem işaretleri büyüyor içimin yanık aydınlığında. gitme... en a.p.t.al şarkılardaki yalnızlık bu.... gidişin... akşamdan akşama demlediğimiz sevda... birbirinizi seviyorsunuz, bunu anlıyorum. hayır anlamıyorum. biri birine gel beraber biri olalım demiş, biri yalnızmış biri gibi, birbirleriyle bir olamayacaklarında birleşince fikirleri biri birine, o’nunla birlikteyiz, birbirimizi seviyoruz demiş.)
gittin... arkana bakmadan... benim, arkana bakıp bakmayacağını düşündüğümü düşünerek. beni bırakıp kimsesizliğin ülser gecesine, gittin...
çoğunu anlatamadım seni sevmelerimin. tarihlerden di’li geçmiş zamandı.
geniş zamanlara sarkıyor şimdi yalnızlığımız.
adam başka, kadın karşılarda. saatler zamanın herhangi bir yerinde sancı içinde.
yalnızlığın geniş zamanında adam, kadın ve saatler...
----------spoiler---------
öpüştüler, öpüşmek denirse. üşmek değildi, üşümek yoktu. sadece öpmeye telaşlıydı adam.
-s.e.vişelim, dedi adam. son ve tek.
-hayır, yapamam
hayırlar, yapamamlar uzaktı. olmazlar öykü...
-başkasını seviyorum, dedi kadın. o’na karşı...
yani... öyle işte...
o? demek o, onlar var artık? ama benim, bilmiştim, sıcak şiirimsel bel kıvrımını. nasıl olur da nasıl olur sorusunu sorar olurum? demek şimdi o tüttürüyor şiirimizi? biz yazmadık mı? düşümüzden tırnağımızdan arttırmadık mı?
..
(gitme, dur... yalnızım... ünlem işaretleri büyüyor içimin yanık aydınlığında. gitme... en a.p.t.al şarkılardaki yalnızlık bu.... gidişin... akşamdan akşama demlediğimiz sevda... birbirinizi seviyorsunuz, bunu anlıyorum. hayır anlamıyorum. biri birine gel beraber biri olalım demiş, biri yalnızmış biri gibi, birbirleriyle bir olamayacaklarında birleşince fikirleri biri birine, o’nunla birlikteyiz, birbirimizi seviyoruz demiş.)
gittin... arkana bakmadan... benim, arkana bakıp bakmayacağını düşündüğümü düşünerek. beni bırakıp kimsesizliğin ülser gecesine, gittin...
çoğunu anlatamadım seni sevmelerimin. tarihlerden di’li geçmiş zamandı.
geniş zamanlara sarkıyor şimdi yalnızlığımız.
adam başka, kadın karşılarda. saatler zamanın herhangi bir yerinde sancı içinde.
yalnızlığın geniş zamanında adam, kadın ve saatler...
----------spoiler---------
----------spoiler---------
(sana söylemeliyim. haksızlık bu. ama öyle incesin ki ya kırılırsan, bu dikensiz akşamüstü?.. bileklerim incinir, yüreğim burkulur inan... sana bitti demek, üzgünüm söylemek, kal gitme, ben giderim, ben ölürüm, hasretler eritirim omuriliğimde... ayrılalım... dur, düşürme gözlerini katışıksız hüznüme. hayır, ağlama n’olursun... gemilerin çürür batak sularımda, intiharlara jilet olur. acım sırrına erdirmez. n’olursun ağlama. biliyorum hazır değildin, beklemiyordun ama o güzel gözlerini yalanlamak...
-ama... ben... seviyorum... neden?
ağlama n’olur...
gözyaşın hüzün büyüktür, damlar yüreğime geceleri... kapa parantez)
..
öpüşerek gidilir gizlerin kol kola gülümsediği yere. öpüşüyorlardı. dudaklarından beyne transit taşımacı sinirlerin cümbüşü duyuluyordu kulaklarında... iri öpbenili dudaklar... öpüşüyorlardı... hiç tanınmayan toprakları eşeler gibi... sular göbekten damlatır bir geceye.
saatler geçiyordu, daha öncekiler gibi. biri öncekinden yanlış, biri berikinden yalnız. akrep yelkovana alışık. alışılmışlık işte: bir vazoyu her zaman aynı yerde görmenin, görmek istemenin aşağılığı...
-biz alışamayacağız, değil mi?
zamanlar zamanların peşi sıra, belki’li, acaba’lı, herhalde’li bir alışılmışlığı yürütüyorlardı. dudaklarda öfkenin, sevincin, birini, birşeyi bulmuşluğun izleri... ve kaybetmek korkusu.
(sarıl bana. son bir kez belki ama n’olursun sarıl... öpüşelim yine... binlerce kez hükümran olduğum o dolgunluklar, neden ırak şimdi, sevincimin dalga dövmüş kıyılarına? neden daha öpbenili bu ölüm dudaklar?.. neden iç kıran heyecanlar, yangınlar üretiyor bin akşam dayandığım duvarlar?.. öpüşelim.
-peki, dedi kadın... son ve tek...
öpüştüler, öpüşmek denirse. üşmek değildi, üşümek yoktu. sadece öpmeye telaşlıydı adam.
----------spoiler---------
(sana söylemeliyim. haksızlık bu. ama öyle incesin ki ya kırılırsan, bu dikensiz akşamüstü?.. bileklerim incinir, yüreğim burkulur inan... sana bitti demek, üzgünüm söylemek, kal gitme, ben giderim, ben ölürüm, hasretler eritirim omuriliğimde... ayrılalım... dur, düşürme gözlerini katışıksız hüznüme. hayır, ağlama n’olursun... gemilerin çürür batak sularımda, intiharlara jilet olur. acım sırrına erdirmez. n’olursun ağlama. biliyorum hazır değildin, beklemiyordun ama o güzel gözlerini yalanlamak...
-ama... ben... seviyorum... neden?
ağlama n’olur...
gözyaşın hüzün büyüktür, damlar yüreğime geceleri... kapa parantez)
..
öpüşerek gidilir gizlerin kol kola gülümsediği yere. öpüşüyorlardı. dudaklarından beyne transit taşımacı sinirlerin cümbüşü duyuluyordu kulaklarında... iri öpbenili dudaklar... öpüşüyorlardı... hiç tanınmayan toprakları eşeler gibi... sular göbekten damlatır bir geceye.
saatler geçiyordu, daha öncekiler gibi. biri öncekinden yanlış, biri berikinden yalnız. akrep yelkovana alışık. alışılmışlık işte: bir vazoyu her zaman aynı yerde görmenin, görmek istemenin aşağılığı...
-biz alışamayacağız, değil mi?
zamanlar zamanların peşi sıra, belki’li, acaba’lı, herhalde’li bir alışılmışlığı yürütüyorlardı. dudaklarda öfkenin, sevincin, birini, birşeyi bulmuşluğun izleri... ve kaybetmek korkusu.
(sarıl bana. son bir kez belki ama n’olursun sarıl... öpüşelim yine... binlerce kez hükümran olduğum o dolgunluklar, neden ırak şimdi, sevincimin dalga dövmüş kıyılarına? neden daha öpbenili bu ölüm dudaklar?.. neden iç kıran heyecanlar, yangınlar üretiyor bin akşam dayandığım duvarlar?.. öpüşelim.
-peki, dedi kadın... son ve tek...
öpüştüler, öpüşmek denirse. üşmek değildi, üşümek yoktu. sadece öpmeye telaşlıydı adam.
----------spoiler---------
yilmaz erdogan`in herbiri birbirinden muhte$em hikayelerden olu$an oyku kitabi.kitabin sonunda iki adet tiyatro oyunu da var.sanirim biri terorist bir kadin ile alakali bir digeri de bir idam mahkumu ile alakaliydi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?