laiklik

traktor
herkesin bilip öğrenmesi, niteliğine inmesi, araştırması gereken bir kawram, tüm sosyal ve hukuki alanı içine alan bir reaksiyondur.


laiklik, aslen latince bir kelimedir. fakat bizim dilimize fransızca’ dan geçmiştir. sözlük manası ise, dini ve ruhani olmayan demektir. bunun karşılığına da klarje denir. yani, dini ve ruhani olan manasına gelir. laiklik kelimesi muhteva olarak tanzimattan sonra bizim edebiyatımza girmekle beraber, esasen 1928 yılında anayasada yapılan bir değişiklik ile bizim lisaniyatımıza yerleştmiştir.
bir kavram olarak laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması anlamına gelir. yani dinsiz ve ruhani olmayan bir devleti hedefleyen bir kavramdır. din ile siyasetin ayrılarak, her birinin kendi sahasında bağımsız olması ve birbirine karışmaması demektir. ayrıca herkesin kendi inancını serbest olarak yaşamasıdır. kişinin inanç ve düşünce noktasında ne kimseye baskı yapması, ne de, başkalarının baskılarına maruz kalmamasıdır.

katolik dünyasında insanlar ikiye ayrılır. bir kısmına clerje denir ki, bunlar din adamlarıdır ve ruhaniler sınıfını teşkil ederler. bu sınıf da kendi içinde iki zümreye ayrılır. birinci zümreye dahil olan ruhaniler, hayattan uzak yaşayan ve manastıra kapanıp ömürlerini ibadetle geçiren zahitlerdir. ikinci zümre ise papaz, piskopos gibi halk içinde ve herkesle birlikte yaşayan kilise hadimleri ve bil fiil dini vazife gören ayin sahipleridir. işte, laik diye, ruhaniler sınıfının bu iki zümresinden hiç birine mensup olmayan, zahit veya papaz sıfatını almayan hristiyanlara denir. kelimenin bu iki ve asli manası genişletilerek, dini olmayan ve ruhani bir mahiyet taşımayan fikir, müessese, prensip, hukuk ve ahlaka da laiklik denmiştir.

laikliğin çıkışı;

ortaçağda kilisenin halk üzerinde kurduğu baskı ve despotizm giderek dayanılmaz bir hal alınca, bir kısım aydınların önderliğinde harekete geçen halk, 1789 devrimini gerçekleştirmiştir. ihtilalden sonra din adamlarının ve kilisenin baskısı halk üzerinden kaldırılmış ve inanç yönünden herkesin hür olmasını öngören bir prensip olarak, laiklik ortaya çıkarılmıştır. avrupa da halk, bu prensip sayesinde engizisyon mahkemelerinin zulmünden kurtulmuştur.

ortaçağ avrupasında kilisenin zulmüne maruz kalan insanlar, dine karşı büyük bir nefret duyuyorlardı. bu kin ve nefret, onları yeni türemekte olan ideolojilere sevk ediyordu. bu durumdan en karlı çıkan ateizm oldu. çünkü dinden kaçan insanlar, bir inançsızlık inancı olan ateizme rağbet gösteriyorlardı. laiklik bir prensip olmakla beraber aynı zamanda da bir ideoloji idi. dini duyarlılığı olmayan insanların bir ideolojisi olarak görülebilir mesela. yani, fransız ihtilalinden önce avrupa’ da din adına işkenceye maruz kalanların ideolojisi.

fransız ihtilalinden sonra batı ve laiklik;

fransız ihtilalinden sonra batının laiklik ilkesini prensip edinmesi, avrupa da dinsizlik yaratmadı. hatta, laik bir devlette hükümet ve idare işleri ve bunları tanzim eden kanun ve kaideler, prensiplerini dini mülahazalardan değil, sırf ihtiyaçlardan ve hayat realitelerinden aldı. halbuki laik olmayan bir devlette kaide ve kanunlar dini esaslara dayanır. şu halde laiklik, ne münkirliktir, ne de, hususiyle din düşmanlığı demektir. sadece devlet hayatında ve amme münasebetlerinde dini kaide ve esasları dindarların muhitine ve ferdi vicdanlara bırakarak, sırf hayatın akışına ve münasebetlerin mantığına uymaktır.
yani batıda laiklik, pratiğindeki gibi uydulandı. hristiyanlık, yani din bireye bırakılarak, devletten muaf edildi.

buradan şu analizi çıkardım; batının bu prensibe ihtiyacı vardı. laikliğin batıda gayet olumlu sonuçlar doğuracağı açıktı. çünkü engizisyonda din kullanıldı. din, siyasete ve bireylerin kendi isteklerine, kiliselerin, papazların şahsi çıkarlarına alet edildi. gördümki laiklik tanım itibari ile oldukça basit iken, temelinde oldukça derin ve olumlu düşüncelerin yattığı, insana hizmet eden bir kavramdı.

laiklik ve türkiye,

peki laiklik ile türkiye’ nin ne alakası vardı. laiklik ilkesi anayasaya girmeden önce islam ne engizisyonlara alet edildi, ne siyasi çıkarlar uğruna kullanıldı ne de, hocaların veya camilerin çıkarlarına hizmet etti. laikliğin temeli ile türkiyenin sosyolojik yapısının birbirlerine oldukça zıt olduğu gayet açıktı. çünkü laikliğe ihtiyacı olamayan bir toplumun bu prensip ile yönetilmesi, şüphesizki bir şeylere zarar verecek ve birilerinin çıkarları doğrultusunda kullanılacaktı. ne kadar masum gibi görünse de, bu prensibin çıkışı, yeri ve sebebi doğrultusunda izlediğim yolda, bu prensibin ülkede yalnızca bir baskı unsuru olarak kullanılacağı kararına vardım. zira gereksiz yere, hiç bir sebep yokken anayasadan dini islamın çıkarılıp, dine karşı başlatılan laikliğin prensip olarak alınması, ya batının bize oynadığı bir oyun, ya da, dinden nefret eden birilerinin eline geçen kozları değerlendirmesi niteliği taşıyordu. engizisyonun önüne geçmek için icad edilen bu fikir, ihtiyacı olmayan bir toplum üzerinde kullanıldığında, engizisyonun o baskıcı tarafından farksız oldu. engizisyona karşı gelen bir sistemi ironik olarak engizyona hizmet unsuru olarak kullanmak, laikliğin temeline aykırıydı. ve bu aykırılığın farkına varılmaması için o dönem yine aynı kişiler tarafından sunni isyanlar çıkarıldı. rejimin bu ironik kısmını meşru kılmak adına, tabanında din yatan isyan ve bölücülük faaliyetleri bizzat devlet tarafından tezgahlandı ve dinin önüne geçilmesi gerektiği, toplum tarafından da istek buldu.

(bkz: menemen olayı)

avrupanın öksüz ilkesi laiklik,

laiklik, avrupa’ da din ve vicdan, düşünce, fikir özgürlüğü için icad edildi ve dinsizlik doğurmadı. hristiyanlığın dünyevi işlerden uzaklaşması sağlanarak, kayzerin hakkını kayzere, papanın hakkını papaya veren bir iş bölümü yapılmak suretiyle dünya işleri dinin nüfuzundan kurtuldu. çünkü laiklik, hristiyanlığın yolundan sapmışlığana karşı başlatılan bir akımdı. hristiyanlıkta, dünyevi işlere karışmak yoktur. din, sadece kişiye bırakılır ancak hristiyanlığın bu benliği, orta çağ’ da kendini kaybetti. engizisyonlar vs. vs. derken, hristiyanlık insan kıyım makinası haline dönüştü.

işte, avrupa da yapılan bu inkilaplarla, hristiyanlığın kendi esası dışına çıkması engellendi. ve hrstiyanlık ilk kurulduğu günki gibi işler hal aldı.

laiklik ve islam,

dinin, dünya işlerine karışmaması yalnızca hristiyanlık için mevzu bahisti. islamlıkta ise dünya işleri ile dinin ayrılması yoktur. daha doğrusu islamlik, dünyayı esas tutar. akla dayanır, halk iradesini, ahkamın zamanla değişeceğini kabul eder. hiç bir dogmaya meydan vermeyerek, herşeyi akıl hududu içinde mütala etmek ister. islam dinini resmi din olarak kabul etmiş ülkelerde de laiklik prensip olarak alınabilir. din, yalnızca kişiye bırakılabilir ve dinin alet edildiği yerde bu prensip ile baskılar uygulanabilir. ancak böyle şeyler söz konusu olmadığı halde, laikliği kullanırsak ne olur ?

kişilerin dinlerine müdahale etmiş oluruz. laikliğin temelinde yatan dinde özgürlük ilkesine aykırı hareket etmiş oluruz. hristiyanlık dünya işlerinden ayrı olarak yaşayabilir ama islam yaşayamadığından, islamik reformlara giderek bu dini yozlaştırmış oluruz. herşeyden önce, laikliğe aykırı hareket etmiş oluruz.

sonuç,

laikliğe ihtiyacı olmayan ülkelerde bu prensip kullanılmaya çalışırlırsa, temelinden uzaklaşmış olur. baskı aracı olur. siyasete alet edilir. bu prensibi dinsizlik olarak tatbik eden tek parti despotizmini, bütün oklarını islama yöneltip yasakçı zihniyetini ve münkirane tutumunu ağır baskılarla gösterir. din ve mukaddesat adına ne varsa tümünü yok etmek için laiklikliği kullanır.

yukarıda da batının dinden nefret ettiğini söylemiştim. o insanlar, dinin baskıcı tarafından, silah olarak kullanılmasından dolayı dinden nefret etmişlerdi. işte, burada da aynı şey söz konusu. eğer laiklik baskı aracı olarak kullanılırsa, temelinden uzaklamış, etiğini karşısına almış olmaz mı?
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol