a clockwork orange

stella
kötü. alex çok çok kötü. hem kendince, hem toplumca kötü. bıçaklı sütleri kafaya diker sonra hırsızlık yapar, tecavüz eder kadınlara, ihtiyarları döver, çete arkadaşları pete, georgie ve aptalof’la. erkenden uykusu gelir ama geceleri, daha yeni başlarken geceler hani, uykusu gelir, daha okullu bir çocuktur o. uyuyup, uyanıp, yağlı ekmek ve sütlü çay içer ve okula gider. ama geceleri onundur. özgürdür. iri güğümlü kadınlara gel-git yapar, yapar, bıkmaz. müzik tutkunudur. en ve tek iyi arkadaşı ludwig’dir. zamane gençlerinin müzik zevklerinden iğrenir. çetenin lideri alex’tir. ama bir vakit sonra diğer üyeler buna karşı çıkmaya başlar. sorunlar yaşanır. bir gün süt barında otururlarken alex der ki,

“aramızda birinin öncü olması, buyruk vermesi gerekmez mi? sıkıdüzenin olmadığı yerde anarşi filizlenir”.

hiçbiri cevap vermez.

“uzun zamandır size yön verdim. arkadaşız biz. düzenimiz demokrasi. ne var ki içimizden birinin çıkıp yol göstermesi gerekir. doğru mu? doğru mu?”

doğru doğru. böyle konuşmakla olmaz pete, georgie, aptalof. konuşmakla olmaz işte, dövüşmekle de olmaz. en iyisini bildi onlar. alex’e tuzak kurup onu dev-tut’a, cehennemin dibine yolladılar.

“hırsızlık, kitap yakmak, dövüşmek derken cinayet de işlemiştim böylece. daha 15 yaşındaydım topu topu.”


polisler götürür alex’i. bir güzel döverler, eğlencelik ederler. bir de yalan itirafname imzalatırlar.
“eğer bu herifler iyinin yanındaysalar, ben öbür taraftan olduğuma sevinmeliyim.”

artık alex’in yeri, cinsi sapıkların, sarhoş pezevenklerin, insan dövmeyi matah sanan gardiyanların yanıdır. yıl geçer. alex’in kulağına “ludovico yöntemi” dedikoduları gelir. gider, onu seven rahip efendiye sorar bu yöntemi ve işlevselliğini.

“bu yöntem gerçekten, kötü kişiyi topluma yararlı bir insan evladı yapabilecek mi? asıl sorun bu bizce. iyilik kişinin içinden gelir. kişi iyiliği seçebilmelidir. kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir.”

ne var ki, alex şanslı kişidir, bu yöntemin ilk kurbanı olmak için seçilir. tabii mutludur o bu iğrenç yerden kurtulacağı için.

“hükümet çağdışı yöntemlerle sizleri topluma kazandıramayacağını anlamış bulunmaktadır. suçluları bir araya tıkıp onlardan hayır beklemek çölde su aramaya benziyor. toplum kurallarına karşı çıkmış kişileri aynı yerde tutmakla sizleri ilkel davranışlara zorluyoruz. bundan böyle hapishaneler yalnız siyasi suçluların barındıkları bir yer olacak gibime geliyor.”

rahip efendi veda etmek istemektedir alex’e. onun anlamayacağını bilmediği şeyler söylemek için yanına çağırtır, zavallıyı.

-çok mutluyum. iyi bir insan olmak öteden beri istediğim tek şeydi.

-iyi bir insan olmak hoşuna gitmeyebilir. belki de iyilikten nefret edebilirsin. bunları söylerken kendi ilkelerime, öteden beri verdiğim vaazlara aykırı konuştuğumu da biliyorum. tanrı biz kullarından ne istiyor? tanrı’nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli tanrı’nın gözünde?


artık alex için çok mu geçtir? çok, çok. özgürlüğüne kavuşmuştur kilitli özel odasında, ipek pijamalar içinde. her yemekten sonra bir iğne, ve filmler gösterilecek ona. bildiği filmlerden değil bunlar ama. “topluma kazandırma” süreci başlamıştır. filmler o korkunç işler yapan alex’i bile ürkütmüştür. aklına pek çok şey takılmıştır.

“nasıl olmuştu da oyuncular, hele o genç kız, böyle bir şeyi kabul edebilmişti? eğer bu filmler iyilik adına, devlet adına yapılıyorsa, yönetici takımı nasıl izin vermişti buna?”

kusar kusar. iğrenir. tiksinir. ama yerleştirildiği düzenekten dolayı gözlerini kapayamaz, izlemek zorundadır, kötülüğü tanımak zorundadır.

-yeter artık! durun, durun, durun!

-durmak mı? daha yeni başladık dostum!

düşünde kan, kan, kanlar gördü gece alex. uyandı uykusundan kustu, ne zaman kötü şeyler düşünse artık, böyle olacaktı. tekrar uyumaya korktu. diğer günler de hep, daha ağır, böyle geçti. parçalanan vücutlar, akan kanlar, japon ve nazi işkenceleri. “marquis de sade’ı utandırmıyorlar” bir gün aptal hasta bakıcı, tekerlekli sandalyeyle gelmedi ve bugün yürüyerek gideceğini söyledi. iğne de yoktu o gün. filmlerin izletildiği salona girdi, ama bu sefer oyuncu o olacaktı. salon tanıdık tanımadık yüzlerle tıka basa doluydu.

-beyefendiler karşınızda kobayımız. gördüğünüz gibi sağlıklı. yarın sabah onu toplumun içine salıvereceğiz. tam bir küçük beyefendi olarak kentimizin caddelerinde yürüyecek, mutluluk saçacak herkese. yaşlıların ellerini öpecek, küçükleri koruyacak, anasını babasını sayacak. beyler iki yıldır dev-tut’ta yatan bu delikanlı 730 gün sonra gene katil ruhlu, terbiyesiz, küstah bir yaratıktı. değişmiş miydi hiç? evet. tutukevi ona yağcılığı, gönül istememesine rağmen tatlı tatlı gülmeyi, ikiyüzlülüğü öğretmişti. bunların yanı sıra türlü türlü kötülükler, topluma zarar verebilecek namussuzluklar da öğrendi küçük dostumuz. şimdi beyler sizlere bu delikanlının nasıl iyileştiğini tanıtlayacağız.

sahnede ona kötü kötü şeyler yapıp kötü kötü şeyler yapmasını beklediler. yap(a)madı. midesi bulandı. başı ağrıdı. “acıların ortasında özünü yitirdi” kendini tekrar iyi hissetmesi için iyi şeyler düşünmesi gerekiyordu. öyle yaptı. ona tekme atan herifin çizmelerini yaladı, cebinden bıçağını çıkarıp hediye etmek istedi.

-kobayımız öz mantığına aykırı olarak iyiliğe yönelmektedir. yaptığı kötülükler de bizlerin mantığına aykırı geldiğinden onu değiştirdik. kötülük yapma isteği kafasında belirdiği an tüm vücudunu ağrılar, sızılar kaplıyor. bunlardan kurtulabilmesi için de kötülüğün tam karşıtı olan iyiliğe yıldırım hızıyla yönelmesi gerekiyor. soracağınız var mı?

-seçme hakkı yok.. –rahip efendinin kalın sesiydi bu. –kişisel çıkarları, ağrılardan korkması biraz önce gördüğümüz gibi küçülmesine neden oldu. öyle değil mi efendim?

-..önemli olan namus ilkeleri!

-ben ben ben! –diye bağırdım avazım çıktığı kadar. –ben ne olacağım? sanki bütün bu olanlar beni ilgilendirmiyor? ben bir hayvan mıyım? yoksa cansız bir yaratık mı?
..ben bir otomatik portakal mıyım yoksa?

ama bunu o seçmişti, öyle değil mi, sonuçlarına katlanmalıydı.
küçük kardeş artık gidiyor. işkence bitti. artık o gerçek bir hıristiyan olmuş hey! çarmıha birini germektense kendini gerdirmeyi yeğleyen bir hıristiyan.

bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol