çok değil yalnızca bir tane kaplan yeter

idiamin
umut sarıkayanın bu hafta benim de soyleyeceklerim var köşesinde geçen bir cümle.

ahan da şu:

biraz önce artık ayağı sağlam , içinde parantez içinde küçük rakamların olduğu, güvenirliği sağlam kaynakçalardan referans gösteren bir yazı yazmak için google’dan bir araştırma yapmak için internete girdim. arama çubuğuna tam kelimeyi yazacakken, ilk harfe bastığımda birinin daha önce “erkekleri çekici kılan püf noktaları nelerdir” cümlesini görmemle sarsıldım. çok sonraları aratılan kelimelerin izini sürdüğümde ise büyük olasılıkla aynı kişinin “püf noktaları” ve “puf noktalari”nı da arattığını görecektim. “nasıl bir insan evladıyla aynı mesai saatlerini geçiriyorum ben böyle diyerek bir sigara yaktım. bir insan nasıl bu hale gelir, google çubuğuyla bir dostmuşçasına sohbet eder gibi “nelerdir” diye soracak kadar samimi olur, arkadaş olur ve sonra arkadaşına güvenmeyip iki ayrı versiyonda yazarak iki kere sorar. “bir çubukla arkadaşlık eden ama onla da tam bir dost olamayan bu insanı kim bu hale getirdi diye düşünerek sigaramı küllükte söndürdüm.

gün geçmiyor efendiler gün! benim son 15 yılım sürekli “kız” konuşarak geçti. sürekli kızlardan, kadın erkek ilişkilerinden konuşuyoruz… “kızlar onu sever”, “kızlar bunu sever”, “orda kızlar var”, “kızlar da gelecekmiş”, “kızlar ayakkabıya bakar”, geçen bir kız aradı”,”bir kızla buluşacağım”,”iki kızla tanıştım”, kızlar sevmem öyle bir şey”, “kızdan ayrıldım” kız kız kız… mahvolduk, kavrulduk, yandık, bittik, işten güçten olduk… çok konuştuk konuşmaktan çok düşündük. neticede bir ömrü tek odaklı bitirdik. hay sosyeteniz batsın be! kızların da bu hususta bizden aşağı olmadığı söyleniyor. bilemiyorum.

bildiğim tek şey varsa ben bu hayatta kiminle konuşursam konuşayım konu “ilişkiler”e geliyor. ne güzel, ne çekici, ne sihirli konuymuş şu “ilişkiler”. ilişki dedin mi bir ortamda kedi olsa bile dile geliyor. can geliyor adama. halden hale giriyor, örnekler veriyor, açılımlar yapıyor, tavsiyeler veriyor… bebe gibi oynayıp duruyoruz ilişki konusuyla. çoğu sanatçı yazar ilişki olmasaydı götüne don alacak para kazanmazdı. tekstilden eğlence merkezlerine, plak şirketlerine, araba firmalarına, bilişim sektörüne bir çok firma deve yüküyle para kaldırdı ilişkiden.

ah en çok sen yandın çocuk. ah sen “mesajlaşarak kavga eden…” aramızda en çok sen kavruldun be “mesajla kavga eden…” bir gün olsun turkcell’in sahibi mehmet emin karamehmet seni malikânesine çağırıp “bak burak bu vileda senin de katkın var. bugünlük de olsa gönlünce gez dolaş içinde. dolapta teng var istersen koy bardağına serin serin iç” dedi mi? bırak karamehmet’i sevgilin “haklıymışsın aslında süper bir insan evladıymışsın bu mesajlarınla ilişkimizde hiçbir pürüz olmadığını çok güzel açıkladın.” dedi mi? acımıyorum ama sana çocuk.

ya bana ne demeli? dergimizin ofisi küçük olduğu için taşınma kararı alındığında yere attım kendimi, mekik diplomasisi uygulayarak insnları gitmememiz konusunda ikna ettim. ikna cümlem ise bir taneydi “bu sokak çok güzel. asmalımescit çok güzel”. neresi güzel be neresi güzel! dergiye evi en uzak olan kişi benim. her gün çift vesaitle yana yıkıla çok uzun bir yolu kah yürüyerek kah üçüncü bir vesaiti devreye sokarak yürüyorum. kar demeden kış demeden, yağmurda çamurda geliyorum buraya. yol boyunca çektiklerimi bir ben bilirim. sokak güzelmiş. sakın “ sokağımız çok işlek bir sürü kız geliyor bu semte” olmasın o? benle beraber yakın arkadaşlarımın hiç birinin ağız tadı yoktur. benim için kır pidesiyle deniz mahsulleri aynı şeydir. ikisini de koyarım ekmeğin arasına yerim. maksat sigaraya altlık olsun. “pepsi mi kola mı” diye sorana şaşkınlıkla bakarım. “burundan geğirtsin yeter” der içerim. ne bok yemeye kafeye gidiyorum ben peki? bakkal diyor ki” abi o mamullerin daha ucuzunu benden temin edebilirsin, evde kendine bir ziyafet çekebilirsin” diyor. ben “olmaz” diyorum kafeye gidiyorum. yalnız ben mi oluk oluk insan cumartesi geceleri evlerinden çıkıyor büyük bir ciddiyetle taksim’e geliyor. doluşuyoruz masalara. karşı cinsten konuşup, karşı cinsle kavilleşmek istiyoruz. çok değil yalnızca bir tane kaplan yeter. artık tek bir kaplan istiyorum şu soytarılığa dur demek için. bir kafede, barda otururken, aşklardan, kadın erkek ilişkilerinde dikkat edilmesi gereken küçük noktalardan, kızların doğruları ve erkeklerin doğruları arasındaki farklardan tartışırken içeri bir kaplan girse murathan mungan en güzel aşk şiirlerini yazarken, ferhat göçer eski aşkların saflığından ve temizliğinden dem vururken içeri bir kaplan girse… ne olur dersiniz? merve’si, eski sevgilisi, bitmeyen özlemleri, yaşanmışlıklardan alınan dersleri mi kalır sanıyorsunuz?
“ananskiii!!! diye masaları devire devire kaçarız oradan oraya…“lütfen! ne kaplanı şehir yerinde” diye bana karşı gelirseniz “ hah şimdi tuttun ski. ben de bunu cümleyi kurmanı bekliyordum” diye tepki veririm gülerek. yahu ağalar beyler çok büyük bir tezgah bu yaşanılan anlamıyor musunuz? şu ortamı yaratabilmek için, rahat huzurluca aşktan, eski sevgililerimizden yani bir skime yaramayacak anca “goygoycu meşgalesi” olarak nitelendirebileceğimiz şeyleri daha bir rahat yaşayalım da birilerinin ekmeği çıksın diye şehirler kurup kaplanı, zebrayı yerinden yurdundan etti bu şerefsizler. “sen git biz bir şey konuşacağız “diyerek kaplanı kovduk, konuştuğumuz şeye bak. “aldatmak beyinde biter” , “eski sevgiliyle arkadaş olunmaz” “beni niye aramadın”… kaplan gelse görse şu konuştuklarımızı yüzümüze tükürür kuran çarpsın. başta kaplan olmak üzere hepimiz çok pis şirkete geldik olan kaplana oldu.

“insanın temel ihtiyacı olan barınma ve güvenliği sağladığı için şehir kurucularına teşekkür etmeliyiz, bunda karşı çıkılacak ne var allah aşkına” diyebilirsiniz. saygı duyarım. peki ya yaklaşan su sorunu? “bir kahveye ne dersin” “bir içkiye ne dersin” diye diye üredik fütursuzca su kaynaklarını tükettik ha tükettik. yakında götümüzü yıkayacak su bulamayacağımızı söylüyor bilim adamları. bugün evde bir su kesilse insan kendinden tiksiniyor. modern tasarım, ikea, pley steyşın filan hikaye oluyor bir anda. hemen veriyor ortama kokusunu insan. susuz ortamda temizlenmeye çalıştıkça rezilleşiyor. ben gasteye sıçanı da gördüm pompası takılı olduğu halde tuvalete damacanayla gireni de. suyun yanında gıda sorunu da geliyor. çokuz abi, çok! yetmiyor. her geçen gün daha da azalıyor besinler. yakında çok özlediğiniz sevgilinizi canlı kedi götü ısırırken görürseniz şaşırmayın.

çok yakın süre sonra donunun bokuyla gezip, ondan bundan “bi ısırık versene lan” diye dilencilik yapacak bir insanı etkilemeye çalışmaktan bahsediyoruz burada. marketler yağmalanmaya başladığında er ya da geç kasap reyonundaki dana budu sırtlayıp kaçabilecek yalının söylediği şarkıda efkarlanmaktan, gözyaşı dökmekten bahsediyoruz.

“ ben yazılarımda çözüm vermem. okura bir şey bir şey öğretmekle mükellef değilim. ben sadece durumlar anlatırım. yorum okurundur.” diye konuşup b unu tarz olarak belirlemek çok kolaydır bir yazar için. ve bu şekilde konuşan yazar tırtın trangonun güruhunun bir neferidir. siz nasıl bu yazıya çok insansınız da yarın bir gün eski sevgiliniz hakkındaki asil duygularınızda bahsedeceğiniz için ben de bir seferlik trangoluğumdan vazgeçerek ilk defa bir olay hakkında çözüm vermek istiyorum.

kaplan, zebra kin tutmaz. insanlık olarak gideceğiz bulacağız kaplanı özür dileyeceğiz. kaplanla barışacağız, kovduğumuz topraklara geri gelmesini sağlayacağız. kaplan gelirse o bin yıllık ilişki geyiğinden ekmek yiyenler de azalacaklar göreceksiniz. zira ben yavaş yavaş aç ve götünde bokla gezip ilişkilerimden tam randıman almadan bol bol geyiğini yapıp onu ucuzlaştırarak yaşamaktansa, can derdinde yaşamayı tercih ederim. ama usul usul da erkeği çekici kılan püf noktaları nelerdir merak ederim… “insan işte…” diye yazdım arama çubuğuna ve enter’a bastım.

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol