büyüdüğünü anladığın an

0 /
ludingirra
duş alırken, "anneeeaaa su soğuuuğğğkkkk" diye ciyakladığın an kıçına yediğin şaplağın yerini sevişirken partnerinin aynı yere attığı şaplakların aldığını,

4 yaşındayken sınıf arkadaşın altına işediğinde ağlaya ağlaya pantolonu ve külotu bileğine kadar sıyrılmış vaziyette geldiğinde "aaa, bu ne? bende niye yok bundan?" diye verdiğin cingöz tepkinin yerini, partnerininkini görünce "ufff, harika buuu" diye verdiğin şuh tepkinin aldığını,

derin ve büyük sıkıntılara küçük oyunlar yerleştirerek elveda diyemediğini, kapıyı vurup çıkarken ardındakileri düşünmeden edemediğini,

rüya görmek için değil, ertesi günkü sorumluluklara yetişebilmek için uykuya yattığını ve gözyaşlarını masaların altına ya da dolapların içine değil maskelerin ardına gizlediğini farkettiğin an büyüdüğün andır.

dönüşü var mı?

var mı!?



-alo?
+buyrun hanfendi?
-baba? benim...

(bkz: o kadar büyüdük mü baba)


lan kelimesine bayilan yazar
benimki hayli ilginç.

ankaradayım. yaşım, bedenimi henüz ailemden kilometrelerce uzakta soğuk bir devlet yurdu ranzasında sermek için oldukça küçük.
13-14 yaşlarındayım.

bir yatılı okul ritüeli olan yurttan kaçma atraksiyonunu yaşayacağım günü heyecan içerisinde beklemişim ki bunun soğuk bir kış gecesi olacağını bilmiyorum. bilenler bilir ankara’nın kışı belalıdır, hele de fen tepedeyseniz. anadolu’nun çeşitli yörelerinden gelmiş pek çok ergen yaşıtımla birlikte yurttan kaçmaya karar veriyoruz. bize çok uzun görünen o duvardan teker teker atlıyoruz bir yandan kafamızın içerisinde "götümüzü kesecekler götümüzü..." korkusu filizlenirken. 5 metrelik duvardan atlarken korkanlar oluyor, hatta bir eleman intihar eder gibi atlayınca aşağı bir kaç yerinden ciddi hasar görüyor.

13-14 yaşlarında 7 çocuk simsiyah bir ormanı uluyan köpeklerin gölgesinde ürkerek geride bırakıyoruz. anayola çıktığımızda ilk hedefimiz internet cafe. gündüz ayarlamışız, sabaha kadar oradayız diyerek. internet cafeye ulaşıp da yerlerimizi aldığımızda cafede bizden başkalarının da olduğunun ayırdına varıyoruz ama üzerinde durmuyoruz çok fazla. counter’lar, age of’lar birbirini kovalıyor saat sabah 4 sularında hemen herkes uyumuş oluyor. bir kaç uyanık arkadaşım, ben ve o garip adamlar internetteyiz sadece.
saatlerdir yanımda oturan adam benim gibi porno sitelere giriyor. nedense çekinmiyorum adam, hayvanlı ve çocuklu pornolara geçene kadar. sonrasında da korkudan çok şaşkınlık hasıl oluyor vücudumun her yöresinde.

yarım saat sonra cafeye 2 polis giriyor. "tamam" diyorum, "boku yedim". oysa polisler son derce rahat tavırlarla bir masaya oturuyorlar. işletme sahipleri derhal polislere limonata ve kek ikram ediyor. korkudan kaskatı kesilmiş biz ise olacakları bekliyoruz.

10-15 dakika dah geçiyor, gerekli ödemeler yapıldıktan sonra polis benim oturduğum bilgisayarın yanına geliyor, gözgöze geliyoruz, geçip gidiyor. diğer polis ise yanımdaki adamın kulağına eğilip "kardeş biz de bu sitelere girmek istiyoruz" diye fısıldıyor bir yandan ekrandaki köpekli sahneyi göstererek. tüylerimin diken diken olduğunu hatırlıyorum, titreye titreye okula yürüdüğümü sonra. büyüdüğümü anladığımı hatırlıyorum.
spongebob
kendi ayaklarının üzerinde durduğun an büyüdüğün andır. 9 yaşında bütün arkadaşların top oynarken, ailelerinin onlara aldığı oyuncakları birbirlerine gösterirken sen eline verilen kazma ve küreğin yerde çıkardığı sesleri ve başındaki ustanın bağırışlarını duyarken...

sonra aldığın üç kuruş ile eve dönerken bakkaldan 2 ekmek, biraz peynir ve biraz zeytin alıp eve götürürken annenin gözündeki sana duyulan gururlu bakışların arkasındaki acıma hissini anladığın an büyüdüğün andır.
nick nicki nickince
yataktan kalkmamayi, cizgi film izlemeyi, imla hatalariyla dolu ’sevgili gunluk, bugun erkenden kalktim. elimi yuzumu yikadim, kahvaltimi yaptim. sonra televizyon izledim...’ yazabilmeyi, tum derdinin bir sayfa yaziyi el kadar sayfaya 25 puntoyla gecirmek oldugunu ve sokakta cikip top oynamayi ya da ip atlamayi ozledigin an, buyumussun demektir.
shire
okumakta olunan şehirden memlekete, ailenin yanına dönmek için otobüse binilmiştir. arka koltukta annesinin kucağında oturan 4-5 yaşlarındaki sevimli kız çocuğu sürekli sorular sormakta, pencereden görülen ineklere baktıkça o bıcır bıcır ses tonuyla kahkalar atmaktadır. lakin annesi kızın sesinden rahatsız olanların bulunabileceğini düşünerek kızını susması için uyarır. kızın sözünü dinlemediğini gören anne ön koltukta oturan genci(!) göstererek "kızım susmazsan amca kızacak sana" der. "amca" lafı bir anda şamar gibi çarpmıştır surata. önce anneyle göz göze gelinir. çocuğu uyarmasını rica eden bir bakış vardır yüzünde. sonra kız çocuğuyla göz göze gelinir. bir an için seneler öncesi canlanır kafada. olayın failleri artık değişmiştir. evet çünkü hakikaten seneler geçmiştir. bunun idrakiyle kıza sersem sersem bakılır.
annenin ricası reddedilmiştir.
o "amca" kız çocuğuna kızmamıştır
kızamamıştır.
totik
çocukken birer kahramanız aslında. sanki düşsekte çok yaralanmazmışız, başımıza kötü bir şey gelse bile geçip gidermiş gibi gelir hep. canımız ilk yandığında büyüdüğümüzü anlarız. artık hayat vardır hayaller azalır. herşeyi bilimle tecrübeyle açıklar hayal kurmayı, şaşırmayı unuturuz. keşke hiç büyümesek herşeye hayretle bakabilsek, tecrübelerimiz, bildiklerimiz, önyargılarımız olmasa dedirten andır.
sipsi
yağmur yağarken sokakta oynayamayacağı için ağlamayı bıraktığı an. şarabını açıp camın arkasından yağmuru izlerken sadece akasya kokulu sabahları özlediği için ağladığı an.
0 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol