inanışa göre ilk olarak şeytan, ateşten yaratılmıştır. daha sonra melekler bitkiler doğa ve son olarak insanoğlu yaratılmıştır. sonra yaratılanlara denmiştir, ilk insan olan adem'in önünde eğilin.bütün yaratılanlar eğilmiştir ama şeytan eğilmemiş ve dik duruşunu sürdürmüştür.beni ateşten yarattın onu topraktan yarattın diyip kendini üstün görmüştür. neyse konumuz bu degil. haklı da olabilir bizim problemimiz şuanlık bu değil. dinler ne der şeytan kötüdür. şeytana uymayın vs. eğer şeytan kötüyse buna tanrı mı izin vermiştir? tanrı cennetten kovduğu, meleği olan şeytanı neden yok etmemiştir. eğer kötülükler olması lazım ki iyilikler bilinsin diycekseniz, nefsimiz var diyecekseniz bu durumda da şeytan tanrı için çalışıyor olamaz mı? yani bu durumda şeytan tanrının yardımcısı olmuyor mu? öyleyse şeytan kötü mü değil mi? 😈😈😈😇😇😇
dinlerdeki mantık hatası
şeytan ile allah bir bahise tutumuştur. şeytan ben bu insanlara kötülük yaptirir bu bahisi kazanirim derken allah ise hayir insanlar iyilik yapacak ve bu bahisi ben kazanacagim demistir. tamam da biz insanlar neden bir bahisin kullariyiz. neden boyle bir sinava girmek zorundayiz. allah isyankar şeytani yok edip tum insanari da cennete niye almiyor hala çözemedim. bizimle taşak gecen bir durum var ortada.
edit: aramızda fetö var galiba, aşağıda tek bir kelimesini anlamadığım saçma sapan bir şeyler yazarak dinin olduğunu mu ispatlamaya çalışmış, ne yapmış o da belli değil, yoksa yunus emre'den bir şiir mi yazmış? ama büyük saçmaladığı kesin..
edit: aramızda fetö var galiba, aşağıda tek bir kelimesini anlamadığım saçma sapan bir şeyler yazarak dinin olduğunu mu ispatlamaya çalışmış, ne yapmış o da belli değil, yoksa yunus emre'den bir şiir mi yazmış? ama büyük saçmaladığı kesin..
tanrı insanı yarattı , insan da allah'ı , gerisi tevatür
tanrı insanı yarattı. insan da allah'ın varlığını unutup egolarına ve hırslarına boğuldu. ne zaman ki ölüm korkusu sardı insanı, o zaman varlığını hatırladı.
açıp kutsal kitapları okursanız bir çoğuyla ilk okumada karşılaşabileceğiniz mantık hatalarıdır. eve döndüğümde bu entry bir editasyon sürecine girecek ve notlarımı paylaşacağım.
akl-ı evvel: güneşe benzer.
akl-ı küllün benzeri ise.. suyun içine düşen güneşin nurudur.
akl-ı maaş ise.. bu sudan akseden aydınlıktır..
bir duvara falan aksedince görülür.
meselâ: suya bakan bir kimse, güneşi olduğu gibi görür.
nurunu açıktan alır..
nitekim, güneşe baktığı zaman da, suda gördüğü ile arasında
bir ayırım yapamaz.
şu var ki: güneşe bakan başını yükseğe kaldırmış olur.
işte, akl-ı küllînin durumu budur.
çünkü o: ilmini akl-ı evvel'den almaktadır..
akl-ı evvel ise.. kalbi nuru ile, ilm-i ilâhîye uzanır.
ilminin akl-ı küllîden alan, kalb nuru ile kitap mahalline baş eğip bakar.
kevne bağlı şeylere akıl erdiren ilmi ondan alır..
bu tür alış ilâhî bir sınırdır.. ki bunu: allah-ü taâlâ levh-ü mahfuza komuştur..
hali ile akl-ı evvel böyle değildir.. çünkü bu: ilmini vasıtasız hak'tan alır..
•
sonra..
akl-ı küllî ilmini levhten; yani: kitaptan.. aldığı zaman, bazı vasıtalarla alır.
o ilmini, ya hikmet kanunu ile alır; ya da kudret miyarı ile alır. bu alışı bir kanuna göre de olur; kanunsuz da..
akl-ı küllün bu tür alı
şı: bir okuma yolu iledir.. ilmini aldığı yere karşı baş eğik durumdadır.
çünkü o: halkın toplu yaratılı
ş lâzimeleri meyanında sayılır ki:
hatalardan salim olamaz.. me
ğer ki: allah-ü taâlâ, zatı için seçtiği bir şeyde ola..
ancak, allah-ü taâlâ, bir
şeyi bu vücuda indireceği zaman;
onu akl-ı evvel'e indirir.
allah-ü taâlâ'nın tercih ettiği ilimlerine dair şeylerdeki âdeti budur..
ancak, böyle tercihli bir
şeyin levh-ü mahfuzda olmaması da esastır..
•
bilesin ki…
akl-ı küllî ile, bazı
şekavet ehli kimseler istidraca kapılırlar..
kendilerine hevaî arzularından başka olmayan bir yol açılır…
bu yoldan bazı kader sırlarına zafer bulurlar.
kâinatın derinliklerinde bulunan bazı tabiî şeyler, felekler, nur, ziya ve emsali
şeyleri bulurlar. bulduktan sonra o
şeylere, ibadet yoluna girerler..
bu durum, onlara allah'ın bir mekridir..
•
anlatılan mânada bir incelik var ki, onu anlatacağız..
allah-ü taâlâ, ibadet ettikleri eşya suretinde kendilerine tecelli eder..
onlar eşyayı akl-ı küllî ile idrâk ettikleri için:
- işleri yapan bu eşyadır..
derler.. çünkü akl-ı küllî daha ötesine geçemez..
bundandır ki, şekavet ehli allah-ü taâlâ'ya karşı marifet sahibi olamazlar..
kaldı ki; akıl: allah-ı ancak iman yolu ile bilir.yoksa, akıl:
nazarı, kıyası ile irfan sahibi olamaz.
bu anlatılan akıl: ister akl-ı maaş, isterse akl-ı kül olsun.
şu var ki, imamlarımız aklı: marifet sebepleri arasında saymışlardır.
ancak bu görüş hüccet ikamesi için bir yol açmadır. bu da
bizim mezhebimizdir..
ancak ben derim ki:
- akıl yolu ile sağlanan bu marifet, delillere ve eserlere inhisar eder,
onlara bağlı kalır.
ancak, iman yolu ile elde edilen marifet böyle değildir.. o mutlaktır.
iman yolu ile elde edilen marifet: isimlere ve sıfatlara bağlıdır.
akıl yolu ile elde edilen marifet ise eserlere bağlıdır..
her ne kadar, bunun adı marifet ise de:
bize göre: allah ehli için aranan marifet değildir..
•
sonra..
akl-ı maaşın akl-ı külle nisbeti: bakanın aydınlığa nisbeti gibidir..
bu aydınlık, ancak bir cehaletten gelmektedir..
bakan, aydınlığı veren güneşin
şeklini göremez; suretini bilemez..
sonra suda görünen aydınlığın
şeklini de bilemez; enini boyunu ölçemez..
ancak tahmini bir şey söyler. kendine göre bir takdir yapar..
bazan onun uzunluğunu, kendi görüşüne göre söyler.
bu, onun uzunluğuna bir delil olur.
bazan onun enini kendi görü
şüne göre söyler.
bütün bu görüşler, işin tahkik cihetinden gelmez..
.
akl-ı maaşın durumu da aynıdır.. bu da yalnız bir ciheti aydınlatır..
işbu cihet: görüş ve fikirde beliren kıyasla gelen delildir..
bu yolu tutan bir kimse.. ilâhî marifete ererse, hatalı sayılmaz.
ancak, allah-ü taâlâ'yı tam kavramak babındaki idrâk durumu değişir..
•
anlatılan mânaya göre:
o allah-ü taâlâ akıl yolu ile idrâk edilemez..
dediğimiz zaman; bu akıldan kasdımız, akl-ı maaştır.
her ne zaman:
- allah-ü taâlâ akıl yolu ile bilinir der isek.. bu akıldan kasdımız, akl-ı evvel'dir..
bu mânada gelen âyet-i kerime şudur:
- “ölsün kötü yalancılar..
onlar, koyu bir cehalet içinde kalan gafillerdir..” ( 51/10-11 )
bunun daha açık mânası şudur:
- bu iş böyledir..
diye hüküm verdikleri, tahmin yolu ile kestirip attıkları için ölsünler..
bu tahmin yoluna girdikleri için helâk oldular..
çünkü kendilerini helâke götüren şeye kesin hüküm verdiler;
nurlarını kendileri söndürdüler..
bunun için ölsünler..çünkü onlar nefislerinin katilidirler..
nefisleri üzerine hüküm verdiler; öldükten sonra hayat olmayacağına
kati karar verdiler.
sonra, kendilerini saadet yoluna çeken doğru haberciyi inatla karşıladılar.
ona iman etmediler..
ozet: akıl ile yaraticinin islerine fikir yurutmeye çalismak manasızdir.
akl-ı küllün benzeri ise.. suyun içine düşen güneşin nurudur.
akl-ı maaş ise.. bu sudan akseden aydınlıktır..
bir duvara falan aksedince görülür.
meselâ: suya bakan bir kimse, güneşi olduğu gibi görür.
nurunu açıktan alır..
nitekim, güneşe baktığı zaman da, suda gördüğü ile arasında
bir ayırım yapamaz.
şu var ki: güneşe bakan başını yükseğe kaldırmış olur.
işte, akl-ı küllînin durumu budur.
çünkü o: ilmini akl-ı evvel'den almaktadır..
akl-ı evvel ise.. kalbi nuru ile, ilm-i ilâhîye uzanır.
ilminin akl-ı küllîden alan, kalb nuru ile kitap mahalline baş eğip bakar.
kevne bağlı şeylere akıl erdiren ilmi ondan alır..
bu tür alış ilâhî bir sınırdır.. ki bunu: allah-ü taâlâ levh-ü mahfuza komuştur..
hali ile akl-ı evvel böyle değildir.. çünkü bu: ilmini vasıtasız hak'tan alır..
•
sonra..
akl-ı küllî ilmini levhten; yani: kitaptan.. aldığı zaman, bazı vasıtalarla alır.
o ilmini, ya hikmet kanunu ile alır; ya da kudret miyarı ile alır. bu alışı bir kanuna göre de olur; kanunsuz da..
akl-ı küllün bu tür alı
şı: bir okuma yolu iledir.. ilmini aldığı yere karşı baş eğik durumdadır.
çünkü o: halkın toplu yaratılı
ş lâzimeleri meyanında sayılır ki:
hatalardan salim olamaz.. me
ğer ki: allah-ü taâlâ, zatı için seçtiği bir şeyde ola..
ancak, allah-ü taâlâ, bir
şeyi bu vücuda indireceği zaman;
onu akl-ı evvel'e indirir.
allah-ü taâlâ'nın tercih ettiği ilimlerine dair şeylerdeki âdeti budur..
ancak, böyle tercihli bir
şeyin levh-ü mahfuzda olmaması da esastır..
•
bilesin ki…
akl-ı küllî ile, bazı
şekavet ehli kimseler istidraca kapılırlar..
kendilerine hevaî arzularından başka olmayan bir yol açılır…
bu yoldan bazı kader sırlarına zafer bulurlar.
kâinatın derinliklerinde bulunan bazı tabiî şeyler, felekler, nur, ziya ve emsali
şeyleri bulurlar. bulduktan sonra o
şeylere, ibadet yoluna girerler..
bu durum, onlara allah'ın bir mekridir..
•
anlatılan mânada bir incelik var ki, onu anlatacağız..
allah-ü taâlâ, ibadet ettikleri eşya suretinde kendilerine tecelli eder..
onlar eşyayı akl-ı küllî ile idrâk ettikleri için:
- işleri yapan bu eşyadır..
derler.. çünkü akl-ı küllî daha ötesine geçemez..
bundandır ki, şekavet ehli allah-ü taâlâ'ya karşı marifet sahibi olamazlar..
kaldı ki; akıl: allah-ı ancak iman yolu ile bilir.yoksa, akıl:
nazarı, kıyası ile irfan sahibi olamaz.
bu anlatılan akıl: ister akl-ı maaş, isterse akl-ı kül olsun.
şu var ki, imamlarımız aklı: marifet sebepleri arasında saymışlardır.
ancak bu görüş hüccet ikamesi için bir yol açmadır. bu da
bizim mezhebimizdir..
ancak ben derim ki:
- akıl yolu ile sağlanan bu marifet, delillere ve eserlere inhisar eder,
onlara bağlı kalır.
ancak, iman yolu ile elde edilen marifet böyle değildir.. o mutlaktır.
iman yolu ile elde edilen marifet: isimlere ve sıfatlara bağlıdır.
akıl yolu ile elde edilen marifet ise eserlere bağlıdır..
her ne kadar, bunun adı marifet ise de:
bize göre: allah ehli için aranan marifet değildir..
•
sonra..
akl-ı maaşın akl-ı külle nisbeti: bakanın aydınlığa nisbeti gibidir..
bu aydınlık, ancak bir cehaletten gelmektedir..
bakan, aydınlığı veren güneşin
şeklini göremez; suretini bilemez..
sonra suda görünen aydınlığın
şeklini de bilemez; enini boyunu ölçemez..
ancak tahmini bir şey söyler. kendine göre bir takdir yapar..
bazan onun uzunluğunu, kendi görüşüne göre söyler.
bu, onun uzunluğuna bir delil olur.
bazan onun enini kendi görü
şüne göre söyler.
bütün bu görüşler, işin tahkik cihetinden gelmez..
.
akl-ı maaşın durumu da aynıdır.. bu da yalnız bir ciheti aydınlatır..
işbu cihet: görüş ve fikirde beliren kıyasla gelen delildir..
bu yolu tutan bir kimse.. ilâhî marifete ererse, hatalı sayılmaz.
ancak, allah-ü taâlâ'yı tam kavramak babındaki idrâk durumu değişir..
•
anlatılan mânaya göre:
o allah-ü taâlâ akıl yolu ile idrâk edilemez..
dediğimiz zaman; bu akıldan kasdımız, akl-ı maaştır.
her ne zaman:
- allah-ü taâlâ akıl yolu ile bilinir der isek.. bu akıldan kasdımız, akl-ı evvel'dir..
bu mânada gelen âyet-i kerime şudur:
- “ölsün kötü yalancılar..
onlar, koyu bir cehalet içinde kalan gafillerdir..” ( 51/10-11 )
bunun daha açık mânası şudur:
- bu iş böyledir..
diye hüküm verdikleri, tahmin yolu ile kestirip attıkları için ölsünler..
bu tahmin yoluna girdikleri için helâk oldular..
çünkü kendilerini helâke götüren şeye kesin hüküm verdiler;
nurlarını kendileri söndürdüler..
bunun için ölsünler..çünkü onlar nefislerinin katilidirler..
nefisleri üzerine hüküm verdiler; öldükten sonra hayat olmayacağına
kati karar verdiler.
sonra, kendilerini saadet yoluna çeken doğru haberciyi inatla karşıladılar.
ona iman etmediler..
ozet: akıl ile yaraticinin islerine fikir yurutmeye çalismak manasızdir.
okumadan, yada okuyupda manayi idrak edemeyenler, her zaman var olmustur, benim entry me eksi bassa ne olur olmasa ne olur, aklin vesvesine kapilip yaraticiyi anlamayan cahil.
göz kendisini göremez anladık ,
ama aynaya bakar , bakabilir değil mutlaka bakar , aynayı sen anla sır değil.
mana meal tefsir işleri , retoriğe yataklık eder ,
vardığın yerin işin aslıyla hiç bağı yoktur , oraya varan da çoktur ,
döner bakar geçen yola bide kalana , ömrüne acır korkar daha da dönemez,
anlam aslından kopmuş gitmiştir çoktan.
diyeceğim o ki , dinler mantık hataları ile doludur ve hatta muhtaçtır ,
hülasa ilkel iki boyutlu mantık din'e yol / yar olamaz , güdük kalır ,
çünkü , mantık da tıpkı din gibi umarsız hastalığa çare devşirmeye çlingir olagelmemiş , olamamış ve olagitmeyecektir de.
çok uzattım , özetle ikisi de tuzak zaman kaybetmeyin ,
döküman argüman ne arıyorsanız , doğada evrende var, okumayın gözleyin
emin olun çok gezen biliyor
ama aynaya bakar , bakabilir değil mutlaka bakar , aynayı sen anla sır değil.
mana meal tefsir işleri , retoriğe yataklık eder ,
vardığın yerin işin aslıyla hiç bağı yoktur , oraya varan da çoktur ,
döner bakar geçen yola bide kalana , ömrüne acır korkar daha da dönemez,
anlam aslından kopmuş gitmiştir çoktan.
diyeceğim o ki , dinler mantık hataları ile doludur ve hatta muhtaçtır ,
hülasa ilkel iki boyutlu mantık din'e yol / yar olamaz , güdük kalır ,
çünkü , mantık da tıpkı din gibi umarsız hastalığa çare devşirmeye çlingir olagelmemiş , olamamış ve olagitmeyecektir de.
çok uzattım , özetle ikisi de tuzak zaman kaybetmeyin ,
döküman argüman ne arıyorsanız , doğada evrende var, okumayın gözleyin
emin olun çok gezen biliyor
robot süpürge
bebek maması
aptamil bebek maması
en ucuz klima fiyatları
klima fiyatları
dubai vize
sözlük scripti sütyenli atlet
bodrum escort şişli escort görükle escort türkçe seks hikayeleri izmir escort hatay escort izmir escort ankara escort
çankaya escort maltepe escort buca escort denizli escort denizli escort çiğli escort şirinevler escort çekmeköy escort
Anadolu Yakası Escort istanbul escort
şişli escort
esenyurt escort
beylikdüzü escort
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?