akl-ı evvel: güneşe benzer.
akl-ı küllün benzeri ise.. suyun içine düşen güneşin nurudur.
akl-ı maaş ise.. bu sudan akseden aydınlıktır..
bir duvara falan aksedince görülür.
meselâ: suya bakan bir kimse, güneşi olduğu gibi görür.
nurunu açıktan alır..
nitekim, güneşe baktığı zaman da, suda gördüğü ile arasında
bir ayırım yapamaz.
şu var ki: güneşe bakan başını yükseğe kaldırmış olur.
işte, akl-ı küllînin durumu budur.
çünkü o: ilmini akl-ı evvel'den almaktadır..
akl-ı evvel ise.. kalbi nuru ile, ilm-i ilâhîye uzanır.
ilminin akl-ı küllîden alan, kalb nuru ile kitap mahalline baş eğip bakar.
kevne bağlı şeylere akıl erdiren ilmi ondan alır..
bu tür alış ilâhî bir sınırdır.. ki bunu: allah-ü taâlâ levh-ü mahfuza komuştur..
hali ile akl-ı evvel böyle değildir.. çünkü bu: ilmini vasıtasız hak'tan alır..
•
sonra..
akl-ı küllî ilmini levhten; yani: kitaptan.. aldığı zaman, bazı vasıtalarla alır.
o ilmini, ya hikmet kanunu ile alır; ya da kudret miyarı ile alır. bu alışı bir kanuna göre de olur; kanunsuz da..
akl-ı küllün bu tür alı
şı: bir okuma yolu iledir.. ilmini aldığı yere karşı baş eğik durumdadır.
çünkü o: halkın toplu yaratılı
ş lâzimeleri meyanında sayılır ki:
hatalardan salim olamaz.. me
ğer ki: allah-ü taâlâ, zatı için seçtiği bir şeyde ola..
ancak, allah-ü taâlâ, bir
şeyi bu vücuda indireceği zaman;
onu akl-ı evvel'e indirir.
allah-ü taâlâ'nın tercih ettiği ilimlerine dair şeylerdeki âdeti budur..
ancak, böyle tercihli bir
şeyin levh-ü mahfuzda olmaması da esastır..
•
bilesin ki…
akl-ı küllî ile, bazı
şekavet ehli kimseler istidraca kapılırlar..
kendilerine hevaî arzularından başka olmayan bir yol açılır…
bu yoldan bazı kader sırlarına zafer bulurlar.
kâinatın derinliklerinde bulunan bazı tabiî şeyler, felekler, nur, ziya ve emsali
şeyleri bulurlar. bulduktan sonra o
şeylere, ibadet yoluna girerler..
bu durum, onlara allah'ın bir mekridir..
•
anlatılan mânada bir incelik var ki, onu anlatacağız..
allah-ü taâlâ, ibadet ettikleri eşya suretinde kendilerine tecelli eder..
onlar eşyayı akl-ı küllî ile idrâk ettikleri için:
- işleri yapan bu eşyadır..
derler.. çünkü akl-ı küllî daha ötesine geçemez..
bundandır ki, şekavet ehli allah-ü taâlâ'ya karşı marifet sahibi olamazlar..
kaldı ki; akıl: allah-ı ancak iman yolu ile bilir.yoksa, akıl:
nazarı, kıyası ile irfan sahibi olamaz.
bu anlatılan akıl: ister akl-ı maaş, isterse akl-ı kül olsun.
şu var ki, imamlarımız aklı: marifet sebepleri arasında saymışlardır.
ancak bu görüş hüccet ikamesi için bir yol açmadır. bu da
bizim mezhebimizdir..
ancak ben derim ki:
- akıl yolu ile sağlanan bu marifet, delillere ve eserlere inhisar eder,
onlara bağlı kalır.
ancak, iman yolu ile elde edilen marifet böyle değildir.. o mutlaktır.
iman yolu ile elde edilen marifet: isimlere ve sıfatlara bağlıdır.
akıl yolu ile elde edilen marifet ise eserlere bağlıdır..
her ne kadar, bunun adı marifet ise de:
bize göre: allah ehli için aranan marifet değildir..
•
sonra..
akl-ı maaşın akl-ı külle nisbeti: bakanın aydınlığa nisbeti gibidir..
bu aydınlık, ancak bir cehaletten gelmektedir..
bakan, aydınlığı veren güneşin
şeklini göremez; suretini bilemez..
sonra suda görünen aydınlığın
şeklini de bilemez; enini boyunu ölçemez..
ancak tahmini bir şey söyler. kendine göre bir takdir yapar..
bazan onun uzunluğunu, kendi görüşüne göre söyler.
bu, onun uzunluğuna bir delil olur.
bazan onun enini kendi görü
şüne göre söyler.
bütün bu görüşler, işin tahkik cihetinden gelmez..
.
akl-ı maaşın durumu da aynıdır.. bu da yalnız bir ciheti aydınlatır..
işbu cihet: görüş ve fikirde beliren kıyasla gelen delildir..
bu yolu tutan bir kimse.. ilâhî marifete ererse, hatalı sayılmaz.
ancak, allah-ü taâlâ'yı tam kavramak babındaki idrâk durumu değişir..
•
anlatılan mânaya göre:
o allah-ü taâlâ akıl yolu ile idrâk edilemez..
dediğimiz zaman; bu akıldan kasdımız, akl-ı maaştır.
her ne zaman:
- allah-ü taâlâ akıl yolu ile bilinir der isek.. bu akıldan kasdımız, akl-ı evvel'dir..
bu mânada gelen âyet-i kerime şudur:
- “ölsün kötü yalancılar..
onlar, koyu bir cehalet içinde kalan gafillerdir..” ( 51/10-11 )
bunun daha açık mânası şudur:
- bu iş böyledir..
diye hüküm verdikleri, tahmin yolu ile kestirip attıkları için ölsünler..
bu tahmin yoluna girdikleri için helâk oldular..
çünkü kendilerini helâke götüren şeye kesin hüküm verdiler;
nurlarını kendileri söndürdüler..
bunun için ölsünler..çünkü onlar nefislerinin katilidirler..
nefisleri üzerine hüküm verdiler; öldükten sonra hayat olmayacağına
kati karar verdiler.
sonra, kendilerini saadet yoluna çeken doğru haberciyi inatla karşıladılar.
ona iman etmediler..
ozet: akıl ile yaraticinin islerine fikir yurutmeye çalismak manasızdir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?