confessions

yesil

- Yazar -

  1. toplam entry 301
  2. takipçi 1
  3. puan 49374

2070 yılından mektup var

yesil
2002 yılının nisan ayında "cronicas de los tiempos" dergisinde yayınlanan "2070 yılından mektup var" adlı makaleyi, türkçe’ye çeviren tema, çevre bilincinin artırılması amacıyla bu makaleyi internet kullanıcılarına e-posta olarak göndererek, dikkat çekmeye çalışıyor.
2070 yılından mektup var!..
2070 yılındayız. 50. yaşımı yeni kutladım ama ben 85 yaşında bir adam gibi görünüyorum. yeterli su içemediğim için böbrek hastasıyım. yaşayacak fazla vaktim kaldığını sanmıyorum. toplumumuzdaki yaşlı insanlar arasındayım.

5 yaşında küçük bir çocuk olduğum günleri gayet iyi hatırlıyorum. parklarda yüzlerce ağacın olduğu, evleri kocaman bahçelerin kuşattığı günlerdi o günler. dilediğimizce duş yapabiliyorduk. oysa bugün sadece derimizi özel yağlı havlularla silerek temizlenmeye çalışıyoruz.
önceleri kadınlarımızın harika uzun saçları vardı. oysa şimdi su kullanmadan temiz tutabilmek için kadını erkeği saçlarımızı kazıtmak zorundayız. eskiden babam evimizin bahçesinde hortumla arabamızı yıkardı. şimdi çocuklarım suyun bu türlü pervasızca kullanılabileceğini kabul bile edemiyorlar.

küçükkken her tarafta "suyu koruyun, idareli kullanin" yazan afişler vardı. televizyon ve radyolar sık sık bu konuyu gündeme getirir, insanları uyarırdı. ama hiç kimse aldırış etmedi. hepimiz suyun sonsuza kadar yeteceğini sandık. oysa şu anda tüm nehirler, göller, yeraltı suları, barajlar kurumuş durumda. endüstri durma noktasında, işsizlik korkunç boyutlarda. çalışanlar maaşlarının bir kısmını içme suyu olarak alıyorlar. bir kavanoz su için suç işleyenlerin sayısı hergün artıyor. yiyeceklerin %80’i sentetik.
eskiden insanlara günde 8 bardak su içmeleri önerilirdi. bugün ise yarım bardaktan fazla içme şansım yok. tek kullanımlık giyeceklerimiz var. bu da atık madde miktarını büyük ölçüde artırıyor. tuvalet için özel tanklar kullanıyoruz çünkü su kaybından dolayı kanalizasyon sistemi çalıştırılmıyor.

insanların dış görünüşleri içler acısı. susuzluktan kurumuş, kırışmış vücutlar, ozon tabakasının yok denecek seviyeye gelmesinde sonra oluşan yüksek radyosyon nedeniyle büyük lekeler. deri kanseri, bağırsak enfeksiyonları, böbrek hastalıkları ölümlerin başlıca nedenleri.
derideki kuruluk nedeniyle 20 yaşında 40 yaşında görünen insanlar dolaşıyor etrafta. bilim adamları üzerinde çalışıyor ama henüz bir çare bulmayı başaramadılar.

su üretilemiyor. ağaçların yok olmasyla birlikte oksijen ve bitkisel gıdalarda yok olmakta. bu da insan zekasının giderek durgunlaşmasına neden oluyor. erkeklerin sperm morfolojisi şekil değiştirmiş durumda. bebekler genellikle zeka gerilikleri, şekil bozuklukları ile beraber doğuyorlar. yetişkin her insan günlük 137 m3 hava için para ödemek zorunda. bu parayı ödeyemeyenler, güneş enerjisi ile çalışan mekanik ciğerlerde üretilen hava üflenen bölgelere alınmıyorlar. hava kalitesi iyi deği ama en azından insanlar nefes alabiliyorlar. ortalama yaşam süresi 35 yıl civarında.

bazı ülkelerde nehir kenarlarında yeşil alanlar halen mevcut. bunlar da ordu korumasında. su altın ve gümüşten daha değerli bir servet artık. yaşadığım yerde hiç ağaç yok. çünkü yağmur yağmıyor. arasıra serpiştiren de sadece asit. mevsimler yok oldu denilebilir.

çevreye sahip çıkmamız konusunda çok uyarıldık ama hiçbirimiz aldırış etmedik.

bazen oğlum çocukluğumu anlatmamı istiyor. ona yeşil tarlaları, yağmuru, o güzelim çiçekleri, içemeyeceğimiz kadar çok suyu ve sağlıklı insanları anlatıyorum. oğlum dinliyor, dinliyor ve soruyor: "baba, peki bu suya ne oldu?" işte o zaman sanki boğazım sıkılıyor. çünkü suçlu olan neslin üyesiyim. çevreyi hiçe sayan, uyarılara kulan asmayan bir neslin ferdiyim. ve şimdi bu büyük suçun faturasını bizim çocuklarımız ödüyor.

yakın bir gelecekte, geri dönülmez bir noktaya gelen bu çöküş dünyayı üzerinde yaşanılamaz hale getirecek. ah keşke elimde bir güç olsa ve geçmişe dönüp insanlara "dünyayı kurtarmak için hala bir şansınız var!" diyebilsem."

fethullah gülen

yesil
10 kasım 1938 de erzurum da doğdu. mesleği imamlıktır.
tanımayan herkesin yaptığı gibi hakkında olumsuz düşünceler silsilesinden bende nasibimi aldım diyebildiğim kişidir. tanıdığımı zannederdim. ta ki gerçekten tanıyana kadar...objektif olana kadar...araştırdığım, okuduğum izlediğim kadarıyla ki insan bakış açısını objektif tuttuğu sürece ve tek taraflı yayınları okumadığı sürece, ayrıca siyasetin pis atmosferini üzerinden atmayı başarabildiği sürece, siyasetle hiç bir işi olmayan bu insanın yapmak istediği tek şeyin sadece dinini yaşayıp rabbine kendini sevdirmek ve insanlarında bildiklerinden yararlanıp inandığı pegamberin şefaatinden mahrum kalmamasını dilemekten başka bir şey olmadığını bilirim ve söylerim dediğim kişidir.
dünyanın çeşitli yerlerine eğitim için gidilmesini, allah’ın ilmi emretmesi düşüncesiyle tavsiye etmiş olup yine sadece rabbi’nin dediğini yapmaktan başka hiç bir amacı yoktur.dünya da türklerin bu girişimlerine takdir yağarken ülkemizde sadece bir kişinin eylemi diye basite indirgendiğinden ki milyonlarca insan gönül koymuştur siyasi amaçlı sanılır. böyle büyük aktivitasyonlara fikir babalığı yapan aynı zamanda da bir ajan olmaya kadar her türlü abuk subuk iftiralar atılmış aydın bir ilim adamıdır.imamlıktan çıkmış olduğu bu doğru ilmin, doğru din anlayışının yayılması yolunda yolu açık olsun dedirten dünya da övünç kaynağımızdır.
hiç bir yazısında, hiç bir vaazında, inandığı islam dinin desteklemediği bölücü, sömürücü bir eylem olmadığı kanıtlanmıştır ki araştıran öyle olduğunu da bilir. dinin hayatında çok fazla yeri olmadığı insanların sevmeyeceği kişi de denilebilir.

inşaattan kuma atlamak

yesil
yığma erkeklerin arasında tek kız olup bu eylemi gerçekleştirmeyi matah bir şey yapıyorum ben,korkmam ben,ama bileğimi de ne güzel incitirim ben,annemde beni dürterken "senin ne işin var inşaat tepelerinde nerden seni kız doğurdum" pişmanlığını üstüme kusarken ki hatıralarımı canlandıran başlıktır.

aynada aksin beni yansitir

yesil
bu aralar içim coşar olmuş aşka. fark ettim ki kurtulmuşum şarkıların spontane aşk sözlerinden... dönmüyor artık vira beynimde..ne zaman birine güzel bir şey söyleyecek olsam bir şarkı sözü hediye etmekten, benden olmayanı başkasına vermekten kurtulmuşum artık…sadece sana akan,sana taşan,sen hisleri yansıtmak ister olmuşum ki ne uzun zaman olmuş bendeki senimi anmayalı.döndüm ben sevgili.ta nerelerden dolandım geldim sana bir bilsen…ne güzellerden, ne asillerden, ne erdemi sağ cebinde leblebi diye taşıyanlardan döndüm…ama bak döndüm…sen ki güzele güzel dedirten, sen ki asaletin önünde diz çöktüğü, sen ki varoluşuma erdem kavramını aşılayansın…
peki tamam yalan söylüyorum…bu masallardan çıkma aşk sözcükleri bize ait değil, biz değiliz,biz olamayız, olmayız! sana dokunmadan yani yani sonsuzluğa bir kere değmeden nasıl ait oluruz ki masallara…sonsuzluk demişken ben inanmazdım sonsuzluk diye bir kavram olduğuna ta ki aynadaki aksimin sen olduğunu fark edinceye…ama biliyor musun ayna da hep farklı görünür yansımalar…sen değilsindir hiçbir zaman tam anlamıyla yansımadaki görüntü…çünkü bakmak girer devreye görmek girer,etki girer,his girer,arayış girer,bekleyiş girer…o an ki ruh kompozisyonun neyse gördüğün kompozisyonda o olacaktır. buda senin baktığın ve senin kalbinle gördün şeydir ki gerçek görüntün o değildir.o sadece iyi tanıdığın ezberlediğin her an aşina olduğun bedenindir. işte o benim.o uzansan da hiçbir zaman dokunamayacağın bu yüzden sonsuzlukta bıraktığın ama karşında sıcacık duran,senin bakışınla şekillenip sana bakan ve sana tıpkı aynınmışsın gibi benzeyen aynadaki aksin,beni yansıtır...
10 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol