nazim hikmet ran siiri:
bir ölü yatıyor
on dokuz yaşında bir delikanlı
gündüzleri güneşte
geceleri yıldızların altında
istanbulda, beyazıt meydanında.
bir ölü yatıyor
ders kitabı bir elinde
bir elinde başlamadan biten rüyası
bin dokuz yüz altmış yılı nisanında
istanbulda, beyazıt meydanında.
bir ölü yatıyor
vurdular
kurşun yarası
kızıl karanfil gibi açmış alnında
istanbulda, beyazıt meydanında.
bir ölü yatacak
toprağa şıp şıp damlayacak kanı
silâhlı milletimin hürriyet türküleriyle gelip
zaptedene kadar
büyük meydanı.
mayıs 1960
nazim hikmet ran siiri:
mister dallas,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
ankarada 23 sente,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan
erkek,
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeye, öldürülmeye hazır;
belki tavşan gibi korkak,
belki toprak gibi akıllı,
belki gençlik gibi cesur,
belki su gibi kurnaz,
(her kaba uymak meselesi)
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
yahut da aynı hesapla mister dallas,
(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden
istanbulda bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut,
bir çift ıskarpin parasına.
yalnız bir mesele var mister dallas,
herhalde bunu sizden gizlediler.
size yirmi üç sente sattıkları asker,
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidicik,
mevcuttu
hem de çoktan mı çoktan
daha sizin devletin adı bile konmadan.
mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela mister dallas,
yeller eserken yerinde sizin new yorkun,
kurşun kubbeler kurdu o,
gökkubbe gibi yüksek,
haşmetli, derin.
elinde bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
dahası var dallas,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek için,
yürüdü peşince bedrettinin;
o, tornacı hasan, köylü memet, öğretmen alidir,
kaya gibi yumruğunun son ustalığı,
922 yılı 9 eylülüdür.
dedim ya, mister dallas,
herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
ucuzdur vardır illeti.
hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük türk milleti.
mister dallas,
sizden saklamak olmaz,
hayat pahalı biraz bizim memlekette.
mesela iki yüz gram et alabilirsiniz,
koyun eti,
ankarada 23 sente,
yahut bir kilodan biraz fazla mercimek,
elli santim kefen bezi yahut,
yahut da bir aylığına
yirmi yaşlarında bir tane insan
erkek,
ağzı burnu, eli ayağı yerinde,
üniforması, otomatiği üzerinde,
yani öldürmeye, öldürülmeye hazır;
belki tavşan gibi korkak,
belki toprak gibi akıllı,
belki gençlik gibi cesur,
belki su gibi kurnaz,
(her kaba uymak meselesi)
belki ömründe ilk defa denizi görecek,
belki ava meraklı, belki sevdalıdır.
yahut da aynı hesapla mister dallas,
(tanesi 23 sentten yani)
satarlar size bu askerlerin otuzbeşini birden
istanbulda bir tek odanın aylık kirasına,
seksen beş onda altısını yahut,
bir çift ıskarpin parasına.
yalnız bir mesele var mister dallas,
herhalde bunu sizden gizlediler.
size yirmi üç sente sattıkları asker,
mevcuttu üniformanızı giymeden önce de,
mevcuttu otomatiksiz filan,
mevcuttu sadece insan olarak,
mevcuttu,
tuhafınıza gidicik,
mevcuttu
hem de çoktan mı çoktan
daha sizin devletin adı bile konmadan.
mevcuttu, işiyle gücüyle uğraşıyordu,
mesela mister dallas,
yeller eserken yerinde sizin new yorkun,
kurşun kubbeler kurdu o,
gökkubbe gibi yüksek,
haşmetli, derin.
elinde bursa bahçeleri gibi nakışlandı ipek.
halı dokur gibi yonttu mermeri
ve nehirlerin bir kıyısından öbür kıyısına
ebem kuşağı gibi attı kırk gözlü köprüleri.
dahası var dallas,
sizin dilde anlamı pek de belli değilken henüz
zulüm gibi,
hürriyet gibi,
kardeşlik gibi sözlerin,
dövüştü zulme karşı o,
ve istiklal ve hürriyet uğruna
ve milletleri kardeş sofrasına davet ederek
ve yarin yanağından gayri her yerde,
her şeyde,
hep beraber
diyebilmek için,
yürüdü peşince bedrettinin;
o, tornacı hasan, köylü memet, öğretmen alidir,
kaya gibi yumruğunun son ustalığı,
922 yılı 9 eylülüdür.
dedim ya, mister dallas,
herhalde bütün bunları sizden gizlediler.
ucuzdur vardır illeti.
hani şaşmayın,
yarın çok pahalıya mal olursa size
bu 23 sentlik asker,
yani benim fakir, cesur, çalışkan milletim,
her millet gibi büyük türk milleti.
umit yasar oguzcan siiri:
bir daha dünyaya gelsem
yine seni severdim
beni üzesin diye
beni deli divane edesin diye
biliyorum
sen de bir daha dünyaya gelsen
yine beni sevmezdin
kahrımdan öleyim diye
bir daha dünyaya gelsem
yine seni severdim
beni üzesin diye
beni deli divane edesin diye
biliyorum
sen de bir daha dünyaya gelsen
yine beni sevmezdin
kahrımdan öleyim diye
(bkz: mavi liman)
(bkz: turk koylusu)
(bkz: en guzel deniz)
(bkz: seni dusunmek)
(bkz: japon balikcisi)
(bkz: yirminci asra dair)
(bkz: acayiplesti havalar)
(bkz: bor oteli)
(bkz: kiz cocugu)
(bkz: turk koylusu)
(bkz: en guzel deniz)
(bkz: seni dusunmek)
(bkz: japon balikcisi)
(bkz: yirminci asra dair)
(bkz: acayiplesti havalar)
(bkz: bor oteli)
(bkz: kiz cocugu)
nazim hikmet ran siiri:
çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
seyir defterini başkası yazsın.
çınarlı, kubbeli mavi bir liman.
beni o limana çıkaramazsın...
çok yorgunum, beni bekleme kaptan.
seyir defterini başkası yazsın.
çınarlı, kubbeli mavi bir liman.
beni o limana çıkaramazsın...
nazim hikmet ran siiri:
o, topraktan ogrenip
kitapsiz bilendir.
hoca nasreddin gibi aglayan
bayburtlu zihni gibi gulendir.
ferhattir,
keremdir
ve keloglandir...
yol gorunur onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu
carsambayi sel alir,
bir yar sever,
el alir,
kanadi kirilir
collerde kalir,
olmeden mezara koyarlar onu.
o "yunus-u bicaredir
bastan ayaga yaredir",
agu icer su yerine.
fakat bir kere bir dert anlayan dusmesin onlerine
ve bir kere vakit erisip
" gayrik yeter!..."
demesinler.
ve bir kere dediler mi,
"israfil surunu urur,
mahlukat yerinden durur",
topragin nabzi baslar
onun nabizlarinda atmaga,
ne kendi nefsini korur
ne dusmani kayirir,
"daglari yirtip ayirir,
kayalari kesip yol eyler abihayat akitmaga... "
o, topraktan ogrenip
kitapsiz bilendir.
hoca nasreddin gibi aglayan
bayburtlu zihni gibi gulendir.
ferhattir,
keremdir
ve keloglandir...
yol gorunur onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
kahbe felek ona eder oyunu
carsambayi sel alir,
bir yar sever,
el alir,
kanadi kirilir
collerde kalir,
olmeden mezara koyarlar onu.
o "yunus-u bicaredir
bastan ayaga yaredir",
agu icer su yerine.
fakat bir kere bir dert anlayan dusmesin onlerine
ve bir kere vakit erisip
" gayrik yeter!..."
demesinler.
ve bir kere dediler mi,
"israfil surunu urur,
mahlukat yerinden durur",
topragin nabzi baslar
onun nabizlarinda atmaga,
ne kendi nefsini korur
ne dusmani kayirir,
"daglari yirtip ayirir,
kayalari kesip yol eyler abihayat akitmaga... "
nazim hikmet ran siiri:
en güzel deniz,
henuz gidilmemis olanidir.
en güzel cocuk,
henuz buyumedi.
en guzel gunlerimiz,
henuz yasamadiklarimiz.
ve sana soylemek istedigim en guzel soz,
henuz soylememis oldugum sozdur...
en güzel deniz,
henuz gidilmemis olanidir.
en güzel cocuk,
henuz buyumedi.
en guzel gunlerimiz,
henuz yasamadiklarimiz.
ve sana soylemek istedigim en guzel soz,
henuz soylememis oldugum sozdur...
aziz nesinin muhtemelen 60li yillarda yazdigi bir siir...de neden bana sanki bugun yazilmis gibi geliyor?
muthis siir... bir dusunce bu kadar mi guzel soylenir?
ingilterede, 1764de, james hargreaves tarafından icad edilmiştir. çıkrığın icadı ve buna bağlı olarak tekstil endüstrisinin oluşması avrupada endüstri devrimin başlamasını sağlamıştır.
kaynak: eksisozluk
kaynak: eksisozluk
nazim hikmet ran siiri.
onlardan haber geldi.
oradan
onlardan.
gömlekleri kirli değil
çatık değilmiş kaşları.
yalnız biraz
uzamış tıraşları.
"yandık!"
dememişler.
dayanmışlar biliyorum.
"dayandık!"
dememişler.
gözleri gülerek
bakıyorlarmış adama.
şakaklarında taze bir yara varmış ama,
çatık değilmiş kaşları.
yalnız biraz
uzamış tıraşları....
onlardan haber geldi.
oradan
onlardan.
gömlekleri kirli değil
çatık değilmiş kaşları.
yalnız biraz
uzamış tıraşları.
"yandık!"
dememişler.
dayanmışlar biliyorum.
"dayandık!"
dememişler.
gözleri gülerek
bakıyorlarmış adama.
şakaklarında taze bir yara varmış ama,
çatık değilmiş kaşları.
yalnız biraz
uzamış tıraşları....
nazim hikmet ran siiri
uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...
hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor beni
ben kaçak değilim.
asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
yüz yıl sonra, sevgilim...
hayır, her seyden evvel,
her şeye rağmen daha evvel.
ve ölen ve doğan
ve son günleri güzel gelecek olan yirminci asır
benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem,
senin gözlerin gibi, haticem,
güneşli olacaktır...
uyumak şimdi,
uyanmak yüz yıl sonra, sevgilim...
hayır,
kendi asrım beni korkutmuyor beni
ben kaçak değilim.
asrım sefil,
asrım yüz kızartıcı,
asrım cesur,
büyük
ve kahraman.
dünyaya erken gelmişim diye kahretmedim hiçbir zaman.
ben yirminci asırlıyım
ve bununla övünüyorum.
bana yeter
yirminci asırda olduğum safta olmak
bizim tarafta olmak
ve dövüşmek yeni bir âlem için...
yüz yıl sonra, sevgilim...
hayır, her seyden evvel,
her şeye rağmen daha evvel.
ve ölen ve doğan
ve son günleri güzel gelecek olan yirminci asır
benim şafak çığlıklarıyla sabaha eren müthiş gecem,
senin gözlerin gibi, haticem,
güneşli olacaktır...
nazim hikmet ran siiri
şu varnada uyumanın yolu yok geceleri
uyumanın yolu yok
yıldızların bolluğundan, yakınlığından, parlaklığından
kumlukta hışırtısından ölü dalgaların
sedefleriyle çakıllarıyla tuzlu yosunlarıyla hışırtısı
denizde bir yürek gibi atan motor sesinden
istanbuldan çıkıp boğazı geçip
odamı dolduran anıların yüzünden
kimisinin gözü yeşil, kimisinin bilekleri kelepçeli
kimisinin bir mendil var elinde
lavanta çiçeği kokuyor mendil
şu varnada uyumanın yolu yok gülüm
şu varnada, bor otelinde
şu varnada uyumanın yolu yok geceleri
uyumanın yolu yok
yıldızların bolluğundan, yakınlığından, parlaklığından
kumlukta hışırtısından ölü dalgaların
sedefleriyle çakıllarıyla tuzlu yosunlarıyla hışırtısı
denizde bir yürek gibi atan motor sesinden
istanbuldan çıkıp boğazı geçip
odamı dolduran anıların yüzünden
kimisinin gözü yeşil, kimisinin bilekleri kelepçeli
kimisinin bir mendil var elinde
lavanta çiçeği kokuyor mendil
şu varnada uyumanın yolu yok gülüm
şu varnada, bor otelinde
nazim hikmet ran siiri.
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
atom bombası denemelerinden diyorlar
stronsiyum 90 yağıyormuş
ota, süte, ete, umuda, hürriyete
kapısını çaldığımız büyük hasrete
kendi kendimizle yarıştayız gülüm
ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz
ya dünyamıza inecek ölüm
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
atom bombası denemelerinden diyorlar
stronsiyum 90 yağıyormuş
ota, süte, ete, umuda, hürriyete
kapısını çaldığımız büyük hasrete
kendi kendimizle yarıştayız gülüm
ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz
ya dünyamıza inecek ölüm
burak bora diye bir sarkici vardi zamaninda. bu siiri bestelemisti ve soylemisti. sanirim simdilerde barlarda cikiyor.
(bkz: japon balikcisi)
(bkz: kiz cocugu)
insani, insana, insanla ve insanca anlatan sanat.
herodotun deyimiyle nilin hediyesi.
nil nehri sayesinde bulundugu kitanin en guclu ekonomisine sahip ulkelerinden biridir.
nil nehri sayesinde bulundugu kitanin en guclu ekonomisine sahip ulkelerinden biridir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?