nilgül ün dinlerken insanın içini titreten şarkısı.
kendisini fazla tanıtamamış olmasından mütevellit olması gerek, cd satan bir dükkana girip bu filmi sorduğumda :"ikisi de yok abi" cevabını aldım.
unutmayın askerliğin en güzel şeyi bitmesi.
tekbir denir.
-fotosentezi anlatınız.
+bitkilerin fotoğraflarını çekip sentez ederek, insanlarla paylaşmaya denir.
+bitkilerin fotoğraflarını çekip sentez ederek, insanlarla paylaşmaya denir.
turkcellin son reklamında kulağımıza sokulmaya çalışılan son slogan. bu reklam, neye hizmet ediyor belli değil. gecenin bir yarısı okul kıyafetiyle evde ders yapan her kız çocuğunun bir gaffur abisine ihtiyacı vardır. pijama cihetinden yani...
başka söze ne hacet dedirten cümle.
hrant dink vurulmadan bir gün önce kimsenin tanımadğı şahıs.
asırlar öncesinden peygamberimiz bu hususa noktayı koymuştur aslında: "arabın aceme [arap olmayana], acemin araba üstünlüğü olmadığı gibi, kırmızının karaya, karanın kırmızıya üstünlüğü yoktur. hiçbir milletin diğerine üstünlüğü yoktur. üstünlük ancak takva iledir." türk olmak, ermeni olmak, ingiliz olmak değildir önemli olan. önemli olan insan olmaktır. hepimiz insanız. hiç birimiz haketmiyoruz fikirlerimiz yüzünden ölmeyi.
ilber ortaylı nın osmanlı tarihini ve o tarihin içerisinde bulunan kültürümüzü; camileri, arkeolojik eserleri, padişahı, yeniçerisi, halkının yaşayış biçiminden tutun da yemek kültürüne kadar bütün bir osmanlı yaşayışını önümüze sunan adeta canlandıran bir kitaptır. işte tarihimizi sevdirecek bir kitap. çok satması sebebiyle ikincisini piyasaya sürdü ki, türk milleti yavaş yavaş tarihiyle yüzleşmeye başladığının bir göstergesidir bu.
osmanlıyı yeniden keşfetmek adlı kitabıyla hastası olduğum tarih uzmanı,hocası, herbişeyi. topkapı sarayı müzesi müdürlüğünü yürütmektedir elan. hep tarihimize bilhassa tarihimizin muktezası olan tarihi eserlerimize sahip çıkamamaktan şikayetçidir. haklıdır da bence. o kadar zengin bir coğrafya, o kadar derin bir kültürün içinde olmamıza rağmen hala bunu farkında değiliz. tarihini unutan geleceğin temellerine dinamit koymuştur.
eski zamanlarda yani apartman kültürünün içimize iyice işlemediği zamanlarda sıkça kullanılan kavram. bilhassa istanbul’da bir aile mahalleye taşınacağı zaman ilk önce orada oturanların nasıl karakterde olduklarını araştırırlarmış. mahalleye uyum sağlamak adeta bir zorunluluk haliymiş, ki bu hale uymayanlar dışlanır; dedikodusu yapılırmış. ahlaksızlığa kesinlikle izin verilmezmiş. ilber ortaylı nın osmanlıyı yeniden keşfetmek adlı kitabında çok güzel değinilmiştir bu konuya.
devrimizde artık bir mecburiyet iktiza eden iş. ne kadar yasaklarsan o kadar rağbet ettirirsin.
zonguldakta bir belde.
cezalandırma.
çeşitli gazetelerde yazdıktan sonra yazarlık hayatına bugün gazetesinde devam eden gazeteci-yazar.
(bkz: noel)
içinde, ne sulukule mankenleri, ne kan-kin-nefret, ne sansasyonel insanlar olmamasına rağmen, seyredilmediği için yayından kaldırılan dizi. çok kaliteli ve sade bir öyküsü olduğu için beni de bağlamışto kendisine bu kanal. ama artık yine küstürdü kendini. onun için protesto edeceğim ve izlemeyeceğim.
bkz: www.erkekleraglamaz.com
bkz: www.erkekleraglamaz.com
peygamberimiz bir hadis-i şerifinde: "cenabet olarak dolaşan kimseye toprak, her adımında lanet eder" buyurmuştur.
arif nihat asyanın konuyla ilgili nefis yazısı.
-yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum. fakat,
-29 ekimimiz midir, 30 ağustosumuz mudur, şeker bayramımız mı, kandilimiz mi, kurban bayramımız mı? diye sual açmak da yersiz olmazdı.
biz muharremlerle, martlarla başlayan yıllar da biliriz... ki, hiçbiri böyle şımarıklıkla, böyle ayyaşlıkla, böyle kumarbazlıkla açılmazdı. hepsi efendi yıllardı.
memleketimize, herhalde, beyoğlundan giren, haliçi atlayarak fatihlere, aksaraylara, sonra rumeliye ve boğazı aşarak önce kadıköylere, modalara ve sonra üsküdarlara ve oradan anadoluya geçen bu bunak neyimiz olur: babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa avrupalılıktan pirimiz mi?
istanbulun tepebaşından adananın tepebağına kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir?
bir resmine bakarsanız havarilere, öteki resmine bakarsanız rasputine benzeyen bu iskambil papazı, aramızda nenin nesidir... bunu hiç merak ettiniz mi?
siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: o haçlı seferlerinden kalma bir kılınç artığıdır. o zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor.
o evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir piyer lermittir... kardeşlerini mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor.
o, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş... ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır.
bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi?
bırakın onun hakkından ben gelirim: işte sakalını çekince gördünüz... sakalı elimde kaldı ve altından lüsifer çıktı.
bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler.
bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin, yahut bırakın: haçında çarmıha gereyim onu.
tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: muhakkak bir şeyimizi çalmıştır.
-yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum. fakat,
-29 ekimimiz midir, 30 ağustosumuz mudur, şeker bayramımız mı, kandilimiz mi, kurban bayramımız mı? diye sual açmak da yersiz olmazdı.
biz muharremlerle, martlarla başlayan yıllar da biliriz... ki, hiçbiri böyle şımarıklıkla, böyle ayyaşlıkla, böyle kumarbazlıkla açılmazdı. hepsi efendi yıllardı.
memleketimize, herhalde, beyoğlundan giren, haliçi atlayarak fatihlere, aksaraylara, sonra rumeliye ve boğazı aşarak önce kadıköylere, modalara ve sonra üsküdarlara ve oradan anadoluya geçen bu bunak neyimiz olur: babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı, yoksa avrupalılıktan pirimiz mi?
istanbulun tepebaşından adananın tepebağına kadar her yeri bilen, her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir?
bir resmine bakarsanız havarilere, öteki resmine bakarsanız rasputine benzeyen bu iskambil papazı, aramızda nenin nesidir... bunu hiç merak ettiniz mi?
siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: o haçlı seferlerinden kalma bir kılınç artığıdır. o zaman silahla giremediği yerlere, şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor.
o evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir piyer lermittir... kardeşlerini mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor.
o, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki, şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra, kılığını değiştirmiş... ve bizi avlamaya, kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır.
bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi?
bırakın onun hakkından ben gelirim: işte sakalını çekince gördünüz... sakalı elimde kaldı ve altından lüsifer çıktı.
bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler.
bu, mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin, yahut bırakın: haçında çarmıha gereyim onu.
tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız: muhakkak bir şeyimizi çalmıştır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?