ölünce sevemezsem seni gibi anlamsız, manasız, saçmasapan, bu ne lagn?!
klasik bir kırmançi hareketidir.
"ölünceye dek seni seveceğimi sanmıştım baba,
ama aşık oldum..."
ama aşık oldum..."
bir orayı özgürleştirmediğimiz kalmıştı, sanki biz çok özgürmüşüz gibi...
bilindik hafif kız küfrüdür. erkek gibi olan bayanlara selam ederim.
(bkz: ay salak)
hakkında bir kaç şey okudum, en paylaşmaya değecek olan 3 altın öğüdüne denk geldim. buyrun:
" henrik edberg
spot: filmlerin siyah-beyaz olduğu günlere dönüp nostaljik bir yolculuk yapalım. audrey hepburn o dönemin en önemli hollywood starlarından biriydi. ve belki de en güzel, en masum yüzü… tüm zamanların moda ikonu hepburn, “roman holiday” ile oscar kazandı, aynı zamanda unicef’in iyi niyet elçisi olarak çalıştı. 1993 yılında kanser nedeniyle aramızdan ayrılan unutulmaz yıldız, hayatının son yıllarını unicef’in yardım faaliyetlerine adamıştı. burada kendi sözlerinden derlediğim 3 bilgelik dersini paylaşmak istiyorum.
dış görünüşün iç dünyanın bir yansımasıdır
“güzel gözlerin olsun istiyorsan, onları başkalarındaki güzellikleri görmek için kullan. güzel dudaklar için nezaket sözcükleri söyle. ve güzel bir duruş için hiçbir zaman yalnız olmadığını bilerek yürü.”
ne kadar güzel göründüğünüz, elmacık kemiklerinizin yapısıyla ya da ne ölçüde şık bir stiliniz olduğuyla ilgili değildir. insanlar diğer insanları zihinlerindeki süzgeçler vasıtasıyla algılarlar. nazik bir adam, onunla tanışıp konuştukça gözünüzde olduğundan yakışıklı bir hal alır. acayip yakışıklı bir adam ise konuştuğunuzda kaba saba laflar ediyorsa, gözünüzde hiçbir cazibesi kalmaz. hissettiklerimiz ve düşündüklerimiz görüntümüz üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. ve bu etki çevrenizdeki insanlara da geçer. duygular bulaşıcıdır ve insanlar birbirleri hakkındaki düşüncelerini çoğu kez bilinçaltı yollarla biçimlendirirler. kendinizi iyi hissettiğiniz bir günde pozitif modunuz birlikte olduğunuz kişilerce anında algılanır; neşeniz onlara da bulaşır. çoğu kez bunun farkında olmazlar; çünkü bilinçaltı bir süreç işlemektedir. elbette her zaman pozitif görünmek, kibar sözler söylemek, etrafa ışık saçmak mümkün değildir. ama bu gerçeği aklınızın bir köşesinde bulundurun ve duygu durumunuzun bir şekilde çevrenizdekilere bulaştığını, onlar tarafından aynalandığını bilin. içinizde her ne varsa dışarı yansır, siz isteseniz de istemeseniz de…
bırak senin hakkında isteyen istediğini düşünsün
“kendimi asla bir moda ikonu olarak görmedim. başkalarının öyle düşünmesi benim de öyle düşündüğüm anlamına gelmez. ben kendi işime bakarım.”
istediğin işi yapmanın yollarından biri de diğerlerinin senin hakkında düşündüklerini kafana takmamaktır. bazı şeyleri yapmanın ya da yapmamanın nedeni, belki de çoğu kez onaylanma ve beğenilme çabasıdır. okul sıralarında sürekli öğretmenlerimizden pekiyi alma derdindeydik. bu, onaylanma ve takdir görme gerekliliğini bilinçaltımıza yerleştirdi. patronumuz, eşimiz, meslektaşlarımız, arkadaşlarımız vb. tarafından… fakat bir süre sonra onaylanma ihtiyacı elimizi kolumuzu bağlıyor, diğerleri ne düşünür diye hayalimizdeki çoğu şeyi yapmaktan imtina ediyoruz. kim ne der diye düşünmeyenlerin çok daha özgür bir zihinle hareket edip hem kendi hem de başkalarının hayatlarında fark yarattıklarını görüyoruz. sonuçta bu insanlar özgür ve özgün seçimlerinden, başkalarının değil kendi hayatlarını yaşamalarından dolayı daha fazla takdir görüyorlar. başkaları ne der düşüncesi asla sizi yapacaklarınızdan alıkoymasın. memnun etmeye çalıştığınız o insanlar bir gün kendi yollarına giderler ve siz, onlardan onay alacağım diye veda ettiğiniz hayallerinize uzaktan bakar, hayal kırıklarınızla baş başa kalırsınız.
bazı şeyler göründüğü kadar iyi değildir
“başarı, önemli bir doğum gününe yetişmek ve sonunda kendinin yine aynı olduğunu fark etmektir.”
bazen bir şey isteriz. bir iş, bir aşk, bir arkadaşlık ya da bir çift ayakkabı… ve deriz ki: “ona bir sahip olayım, dünyada benden mutlusu olmayacak.” ve derken on elde ederiz. ilk başta harikadır. ama kısa bir süre sonra bakarız ki istediğimiz o değil aslında. bizi mutlu etmemeye hatta sıkmaya başlar. peki neden? çünkü bir şeye sahip olduğunda o şey gözünde normalleşmeye, sıradanlaşmaya başlar ve ego daha fazlasını ister ve bu hep böyle sürer gider. bazen çevreniz değişmiş olsa da yine aynı “siz” olduğunuzdan şikayet edersiniz. aynı kişisel bariyerler, aynı iç sıkıntıları, aynı çıkmazlar… çünkü değişen dışarısıdır yalnızca, içersi değil. kimi zaman da başarı cilveleriyle beraber gelir. başarının yorgunlukları, karmaşaları, stresi ve kalabalığı hayatınızın güllük gülistanlık olmadığını haber verir. o yüzden sonu gelmez bir açlıkla yeni maceralar, yeni arzular peşinde koşmayın. ruhun asla doymayacağını, hep bir yenisinin peşine düşeceğini hatırlayın. duracağınız yeri bilin. yoksa hayatınız bir stres ve mutsuzluk girdabına döner. "
" henrik edberg
spot: filmlerin siyah-beyaz olduğu günlere dönüp nostaljik bir yolculuk yapalım. audrey hepburn o dönemin en önemli hollywood starlarından biriydi. ve belki de en güzel, en masum yüzü… tüm zamanların moda ikonu hepburn, “roman holiday” ile oscar kazandı, aynı zamanda unicef’in iyi niyet elçisi olarak çalıştı. 1993 yılında kanser nedeniyle aramızdan ayrılan unutulmaz yıldız, hayatının son yıllarını unicef’in yardım faaliyetlerine adamıştı. burada kendi sözlerinden derlediğim 3 bilgelik dersini paylaşmak istiyorum.
dış görünüşün iç dünyanın bir yansımasıdır
“güzel gözlerin olsun istiyorsan, onları başkalarındaki güzellikleri görmek için kullan. güzel dudaklar için nezaket sözcükleri söyle. ve güzel bir duruş için hiçbir zaman yalnız olmadığını bilerek yürü.”
ne kadar güzel göründüğünüz, elmacık kemiklerinizin yapısıyla ya da ne ölçüde şık bir stiliniz olduğuyla ilgili değildir. insanlar diğer insanları zihinlerindeki süzgeçler vasıtasıyla algılarlar. nazik bir adam, onunla tanışıp konuştukça gözünüzde olduğundan yakışıklı bir hal alır. acayip yakışıklı bir adam ise konuştuğunuzda kaba saba laflar ediyorsa, gözünüzde hiçbir cazibesi kalmaz. hissettiklerimiz ve düşündüklerimiz görüntümüz üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. ve bu etki çevrenizdeki insanlara da geçer. duygular bulaşıcıdır ve insanlar birbirleri hakkındaki düşüncelerini çoğu kez bilinçaltı yollarla biçimlendirirler. kendinizi iyi hissettiğiniz bir günde pozitif modunuz birlikte olduğunuz kişilerce anında algılanır; neşeniz onlara da bulaşır. çoğu kez bunun farkında olmazlar; çünkü bilinçaltı bir süreç işlemektedir. elbette her zaman pozitif görünmek, kibar sözler söylemek, etrafa ışık saçmak mümkün değildir. ama bu gerçeği aklınızın bir köşesinde bulundurun ve duygu durumunuzun bir şekilde çevrenizdekilere bulaştığını, onlar tarafından aynalandığını bilin. içinizde her ne varsa dışarı yansır, siz isteseniz de istemeseniz de…
bırak senin hakkında isteyen istediğini düşünsün
“kendimi asla bir moda ikonu olarak görmedim. başkalarının öyle düşünmesi benim de öyle düşündüğüm anlamına gelmez. ben kendi işime bakarım.”
istediğin işi yapmanın yollarından biri de diğerlerinin senin hakkında düşündüklerini kafana takmamaktır. bazı şeyleri yapmanın ya da yapmamanın nedeni, belki de çoğu kez onaylanma ve beğenilme çabasıdır. okul sıralarında sürekli öğretmenlerimizden pekiyi alma derdindeydik. bu, onaylanma ve takdir görme gerekliliğini bilinçaltımıza yerleştirdi. patronumuz, eşimiz, meslektaşlarımız, arkadaşlarımız vb. tarafından… fakat bir süre sonra onaylanma ihtiyacı elimizi kolumuzu bağlıyor, diğerleri ne düşünür diye hayalimizdeki çoğu şeyi yapmaktan imtina ediyoruz. kim ne der diye düşünmeyenlerin çok daha özgür bir zihinle hareket edip hem kendi hem de başkalarının hayatlarında fark yarattıklarını görüyoruz. sonuçta bu insanlar özgür ve özgün seçimlerinden, başkalarının değil kendi hayatlarını yaşamalarından dolayı daha fazla takdir görüyorlar. başkaları ne der düşüncesi asla sizi yapacaklarınızdan alıkoymasın. memnun etmeye çalıştığınız o insanlar bir gün kendi yollarına giderler ve siz, onlardan onay alacağım diye veda ettiğiniz hayallerinize uzaktan bakar, hayal kırıklarınızla baş başa kalırsınız.
bazı şeyler göründüğü kadar iyi değildir
“başarı, önemli bir doğum gününe yetişmek ve sonunda kendinin yine aynı olduğunu fark etmektir.”
bazen bir şey isteriz. bir iş, bir aşk, bir arkadaşlık ya da bir çift ayakkabı… ve deriz ki: “ona bir sahip olayım, dünyada benden mutlusu olmayacak.” ve derken on elde ederiz. ilk başta harikadır. ama kısa bir süre sonra bakarız ki istediğimiz o değil aslında. bizi mutlu etmemeye hatta sıkmaya başlar. peki neden? çünkü bir şeye sahip olduğunda o şey gözünde normalleşmeye, sıradanlaşmaya başlar ve ego daha fazlasını ister ve bu hep böyle sürer gider. bazen çevreniz değişmiş olsa da yine aynı “siz” olduğunuzdan şikayet edersiniz. aynı kişisel bariyerler, aynı iç sıkıntıları, aynı çıkmazlar… çünkü değişen dışarısıdır yalnızca, içersi değil. kimi zaman da başarı cilveleriyle beraber gelir. başarının yorgunlukları, karmaşaları, stresi ve kalabalığı hayatınızın güllük gülistanlık olmadığını haber verir. o yüzden sonu gelmez bir açlıkla yeni maceralar, yeni arzular peşinde koşmayın. ruhun asla doymayacağını, hep bir yenisinin peşine düşeceğini hatırlayın. duracağınız yeri bilin. yoksa hayatınız bir stres ve mutsuzluk girdabına döner. "
tezkerenin çıkması savaş demek olmasa da savaş sebebi olacaktır. hepimiz sezinliyoruz bunu, korkuyoruz.
sonuçta hükümet yıllardır ab standartları diye yırtındı yırtındı, şimdi de ab mevzuatına tamamen ters olan başka bir ülkenin iç işlerine karışmama şartını deliyor. türkiye iki arada bir derede kalmış, neyin yanlış neyin doğru olduğu üzerine pek düşünmüyor.
üstümüze bomba yağsın pilotlarımız vurulsun yavşaklar gibi susalım demiyorum ama baksanıza, karşınızda sağlıklı bir suriye yok... pkkya mühimmiyat ve insan desteği sağlayan kim? iranı da almış ardına katmış gidiyor. geleceğe dair bir tahmin yapamıyoruz, kestiremiyoruz hiç bir şeyi...
sonuçta hükümet yıllardır ab standartları diye yırtındı yırtındı, şimdi de ab mevzuatına tamamen ters olan başka bir ülkenin iç işlerine karışmama şartını deliyor. türkiye iki arada bir derede kalmış, neyin yanlış neyin doğru olduğu üzerine pek düşünmüyor.
üstümüze bomba yağsın pilotlarımız vurulsun yavşaklar gibi susalım demiyorum ama baksanıza, karşınızda sağlıklı bir suriye yok... pkkya mühimmiyat ve insan desteği sağlayan kim? iranı da almış ardına katmış gidiyor. geleceğe dair bir tahmin yapamıyoruz, kestiremiyoruz hiç bir şeyi...
vajen doğumdan sonra eski haline geri döner. sıkılaştırma işlemi yaptıranlar gerçekten hasar görmüş olanlardır.
genel anlamda, bir kadının normal doğum yaparken orasının burasının kesilmemiş olması ihtimali biraz düşüktür. yanlış yerlerden yırtılmama adına doktor elindeki makası ustaca kullanır...
genel anlamda, bir kadının normal doğum yaparken orasının burasının kesilmemiş olması ihtimali biraz düşüktür. yanlış yerlerden yırtılmama adına doktor elindeki makası ustaca kullanır...
tamam, bazı "ay ben çok rahat bi hamilelik geçirdim ehiehi" şeklindeki lanet hikayelerin tam aksine, durum kişiden kişiye göre değişkenlik gösterip çok zor bir hal alabiliyormuş, öğrendim.
ilk 1. ayda pek bir şey anlamadım aslında düşüncesine sahipken birden bire bel bölgesine regl ağrıları gibi saplanan ağrılarla uğraşmak durumunda kaldığınızda şaşırırsınız. "ahanda düşük yapıcam..." gibi ihtimaller sinirlerinizi bozar. ancak bu noktada korkacak bir durum yok, çünkü bu dönem bebeğin yerleşme dönemidir. o yerleşedursun siz yediğiniz içtiğiniz dahil olmak üzere 5 dakika önce ne söylediğinizi bile unutursunuz. biri sizden bir şey rica etmeye bile korkar, çünkü herşeyi ama herşeyi "aaaaa özür dilerim!" repliği ile karşılarsınız. bazı hamileler hiç bir anı unutmazken benim aptallaşma derecesinde bunu yaşamam ilginç tabi. bunun hemen akabinde korkunç baş ağrıları başlar. bu demektir ki bebeğiniz yerleşmiş, artık sabit olduğu için rahat durmaya karar vermiştir ama ardında baş ağrıları bırakmıştır. arada sırada uzun süre boyunca göz kapağınız falan atar, deli muamelesi görmemek adına birilerinin gözlerine bakmamaya çalışırsınız. baş ağrılarının kesildiği gün ki bu tam olarak 2. ayın ortalarına doğru olur bulantılarınız başlar.
bazı kadınlar bunu sadece sabah yaşarken bazıları akşama kadar çeker.
(bkz: ben)
2.ayın son günü, üstünüze bir ağırlık çöker. inanılmaz bir uyku ihtiyacı duyarsınız. misal akşamın 9unda yatıp ertesi günün sabah 9.30 unda uyanabilirsiniz. bu periyodda gayet mümkün. çünkü 3. ayınızda çocuğun inşaası hızla yükselir vücudunuz 2 katı hızla çalışır. yorgun hissetmenizin birincil nedeni de budur. tüm vitamin protein demir selenyum hede hödö ne varsa çocuğun beyni için çekilir ve çekilir... yediğiniz içtiğiniz ne varsa karnınızdaki sizi sömüren yavrunuzun sizden çaldığını yerine koymak içindir. ve bu dönemde çocuğunuzun ağzı burnu kulağı bacağı eli her bir şeyi görünür hal almıştır...
4. ayda bu etkilerin çoğunun yokolacağını, enerjik muhteşem hissedeceğimi söyleyenler, midem bulanıyor kusmak istiyorum....
ilk 1. ayda pek bir şey anlamadım aslında düşüncesine sahipken birden bire bel bölgesine regl ağrıları gibi saplanan ağrılarla uğraşmak durumunda kaldığınızda şaşırırsınız. "ahanda düşük yapıcam..." gibi ihtimaller sinirlerinizi bozar. ancak bu noktada korkacak bir durum yok, çünkü bu dönem bebeğin yerleşme dönemidir. o yerleşedursun siz yediğiniz içtiğiniz dahil olmak üzere 5 dakika önce ne söylediğinizi bile unutursunuz. biri sizden bir şey rica etmeye bile korkar, çünkü herşeyi ama herşeyi "aaaaa özür dilerim!" repliği ile karşılarsınız. bazı hamileler hiç bir anı unutmazken benim aptallaşma derecesinde bunu yaşamam ilginç tabi. bunun hemen akabinde korkunç baş ağrıları başlar. bu demektir ki bebeğiniz yerleşmiş, artık sabit olduğu için rahat durmaya karar vermiştir ama ardında baş ağrıları bırakmıştır. arada sırada uzun süre boyunca göz kapağınız falan atar, deli muamelesi görmemek adına birilerinin gözlerine bakmamaya çalışırsınız. baş ağrılarının kesildiği gün ki bu tam olarak 2. ayın ortalarına doğru olur bulantılarınız başlar.
bazı kadınlar bunu sadece sabah yaşarken bazıları akşama kadar çeker.
(bkz: ben)
2.ayın son günü, üstünüze bir ağırlık çöker. inanılmaz bir uyku ihtiyacı duyarsınız. misal akşamın 9unda yatıp ertesi günün sabah 9.30 unda uyanabilirsiniz. bu periyodda gayet mümkün. çünkü 3. ayınızda çocuğun inşaası hızla yükselir vücudunuz 2 katı hızla çalışır. yorgun hissetmenizin birincil nedeni de budur. tüm vitamin protein demir selenyum hede hödö ne varsa çocuğun beyni için çekilir ve çekilir... yediğiniz içtiğiniz ne varsa karnınızdaki sizi sömüren yavrunuzun sizden çaldığını yerine koymak içindir. ve bu dönemde çocuğunuzun ağzı burnu kulağı bacağı eli her bir şeyi görünür hal almıştır...
4. ayda bu etkilerin çoğunun yokolacağını, enerjik muhteşem hissedeceğimi söyleyenler, midem bulanıyor kusmak istiyorum....
o sene için bitmesi, yazın sonbaharın her bi haltın sona erip kış mevsiminin "geliyoruuuuuum" deme şekillerinden biridir. nefret ediyorum.
doğum sırasında vajen 10 cmye kadar açılır.
kocası o uyurken ayaklarını seviyormuş.
ben de böyle "güzel yüzlü" bir karım olsa ayaklarını severdim, evet.
ben de böyle "güzel yüzlü" bir karım olsa ayaklarını severdim, evet.
bayrampaşada açılan bir avm idi. ancak iflası istenmiş. yazık oldu...
doktor döven insanları televizyonda görünce bu ne cehalettir arkadaş, yuh olsun bize! düşüncesini kaç defa geçirdim kafamdan...
geçen gün devlet hastanesine düştü yolum, herkes sırasını almış kuzu kuzu beklemekte. saat olmuş 1 ama doktor efendi yok. neden? yemekte. "e saat 1e neden randevu veriliyor o halde?" herkes suspus. insanlar oturmuş işleri halledilsin diye kuzu kuzu bekleşmekte... sıran gelince doktor soruyor: "ne var?! "
"e hastayım ki geldim?"
"tamam nerende sorun var onu söyle?"
evet ben onun babasının kızı olduğum için benimle senli benli ve köpek muamelesi çekerek konuşmaya hakkı olduğunu düşünen bir yaratık var karşımda, doktor değil. senin kaç saattir koridordan koridora sürünmüş olduğun zerrece umrunda değil. reçeteyi yazıyor, "al bunları iç" diyor diğer hastayı çağırıyor. hayır neremde ne var çarem nedir ne gibi tedavi yöntemleri mevcut vs vs hiç bir şey söylemeden çıkarıveriyor odasından sözleriyle seni. çıkmak zorunda hissediyorsun kendini. başhekim yardımcısına gittiğinde, "ne var" diyor, siz ondan çözüm önerisi istediğinizde "ben napayım" diye tersleniyor. bunların başı ne ki altı ne olsun diye düşünerekten yollanıyorsun odadan.
rte yaptırıyor "avrupanın en büyük devlet hastanesi"ni ama içine insan koymayı unutuyor...
e allah belanızı versin sizin de sizi okutan hocaların da. dövülüyor musunuz? bana ne....
geçen gün devlet hastanesine düştü yolum, herkes sırasını almış kuzu kuzu beklemekte. saat olmuş 1 ama doktor efendi yok. neden? yemekte. "e saat 1e neden randevu veriliyor o halde?" herkes suspus. insanlar oturmuş işleri halledilsin diye kuzu kuzu bekleşmekte... sıran gelince doktor soruyor: "ne var?! "
"e hastayım ki geldim?"
"tamam nerende sorun var onu söyle?"
evet ben onun babasının kızı olduğum için benimle senli benli ve köpek muamelesi çekerek konuşmaya hakkı olduğunu düşünen bir yaratık var karşımda, doktor değil. senin kaç saattir koridordan koridora sürünmüş olduğun zerrece umrunda değil. reçeteyi yazıyor, "al bunları iç" diyor diğer hastayı çağırıyor. hayır neremde ne var çarem nedir ne gibi tedavi yöntemleri mevcut vs vs hiç bir şey söylemeden çıkarıveriyor odasından sözleriyle seni. çıkmak zorunda hissediyorsun kendini. başhekim yardımcısına gittiğinde, "ne var" diyor, siz ondan çözüm önerisi istediğinizde "ben napayım" diye tersleniyor. bunların başı ne ki altı ne olsun diye düşünerekten yollanıyorsun odadan.
rte yaptırıyor "avrupanın en büyük devlet hastanesi"ni ama içine insan koymayı unutuyor...
e allah belanızı versin sizin de sizi okutan hocaların da. dövülüyor musunuz? bana ne....
"almanya maçından sonra konuşalım bunları" deyip başından savmıştır aziz yıldırım.
çok boktan kararlar alınıyor fbde, hayırlısı...
çok boktan kararlar alınıyor fbde, hayırlısı...
bugün bol güneşli bir gün olmamasına rağmen mezar açma işlemleri başladı.
turgut özalın kemiklerine dna testi yapılacak bu yüzden cenaze en az 48 saat boyunca adli tıp kurumunda özel bir odada kalacak.
turgut özalın kemiklerine dna testi yapılacak bu yüzden cenaze en az 48 saat boyunca adli tıp kurumunda özel bir odada kalacak.
kazığı acıtır. o yüzden bazen "allah belasını versin onun!" diyebildiğinizdir.
bir kez daha rtenin hitabet gücünün ne kadar yüksek olduğunu gösteren bir kongre olmuştur. ses tonunu öyle bir ayarlayıp konuşmuştur ki, kongreye katılan partilileri ağlatmıştır, o derece.
barzaninin şeref konuğu olması bir şerefsizlik olarak algılanabilse de en azından iktidarı süresince akpnin diğer partiler gibi yanarlı-dönerli değil de tek bir çizgide yürüyen bir parti olduğunu görüyorsunuz. iktidarının ilk yıllarında da barzani ile kucaklaşıyordu şimdi de...
barzaninin şeref konuğu olması bir şerefsizlik olarak algılanabilse de en azından iktidarı süresince akpnin diğer partiler gibi yanarlı-dönerli değil de tek bir çizgide yürüyen bir parti olduğunu görüyorsunuz. iktidarının ilk yıllarında da barzani ile kucaklaşıyordu şimdi de...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?