gül kokuları çocukların kaburga kırıklarından geliyor
acıyı ve insanlığı çocuklar
böyle dayanılmaz kıldılar ve yeni suları
onların bilgileri getirdi
elleri önlerinde bağlı-duruşları
omuzlarından göğüslerine doğru kıvrık ve yumulu
yaşarlar ebedi göz ve ölümsüzlük aşısı yapan kitabı
ki şimendifer
nasıl peşinden koşturursa katarları yolcu kutularını
oralarda civarda
böcekler sürüngenler bulunan kırda
dönen çember- toprakla çalkalanan çocukların önünde
bir dev gezinir
şimşek düşer
***
ve balık yumurtaları
ki onları balıklar
suyun gencine bırakırlar
ve suları da gezer ölüm
çelikağ yok eder insan eliyle uzanarak
hem balığı hem yumurtayı
hem yumurtadaki balığı
hem balıktaki yumurtayı.
toprağa dikili göz neler bulmaz
istese dağlar mı bulmaz
sonsuz gebelik ölümü suçiçeği gibi döken hayat
suları ve karaları uluyor birbirine
erkekler kadınla donlarının altında harp cep kitapları
dudaklarında verem çiçekleri uzaktan
yakından aynı ve ayrı uluslardan
***
genç bir adamdım
tren uğurlardım
eski ve yeni efendileri
taç giyen şehzadenin karpuz gibi
ya da gemilere açılan çelik bir köprü gibi
serin kırmızı ve sıcağını bırakarak
ikiye bölüneceği haberini
büyük olayları hava limanlarında zonklayan
trenlerle ben yolladım
parklarım vardı akşamları
kapatırdım
saati vurunca trenlerin beklenip gelmeyenlerin
bıldırcın tüneli ve bir açık bir örtülü tren
akşamsa hemen
korkardım-bir kızeline tutunarak
karşı komadan sarışın-onu dökülmüş yapraklara yayarak
çıkarırdım yanağından ürkek şapkalı
ve çantalı adamı
yaklaşırdı ve sorardı
-oralı mısınız oralıyım
-alın ve okuyun incil ve yohannaya göre
-misyoner misin değilim
-o hah ha
-değilim ve okuyun yohannaya göre
insana olan sevgim-bodurluğuna kurnazlığına
birden bilerek
istasyon bir boşluk
çünkü bir yok bir var
trenler çehreler
***
üçüncü hat koş üçüncü hat
katlan elele katlandık ey anna taş içinde heykelim
yonttum yonttum taş bitti sen çıkmadın
yanıldım avrupalanmakla çün bizde
kadını kelimeyle kurarlar saklarlar örtülerle
derken katar üstümüzdeki katardan çoğaldı
sen burgu oldun içimin dağlarına tünele girdin
strasburg akşamın karnında
uslu çocuk olarak bekledi
bianka boğazlanan boğanın önünde kaldı
istersek durduruldu diyelim
çünkü halklar vardı
güvercin halkı
meydan
göz halkı
ince doğranmış fransız halkı
ey anna sen kalkan balığı
kafa vurmayan fakat gövde vuran
ağzın karnından biraz yukarda
karnında bir anne yeni kız doğuruyor işaretleri
kan gidişmeleri
açık göğün önünde açık meydan halkları
bianka kıvılcım
ucu kendine kıvrılmış kılınç
öpüşümüz gizli olmalı
öpebilirsek uzanıp kaderlerimizden öpmeli
sıcak gözyaşı ve şikayetle
ağzı konuşmaz kılan
ağzımızda
dilimizi şişiren ayrılık bademi
***
senin elin söyler
avucunun toprağa değip donan çizgileri
anlatır
istasyon çayevini dolduran gebeyi
dumanlı ve biraz her şey kokan gebeyi
aşkın
şişen bir yara gibi gelişip
içimizden iki yolcu gibi gideceğini
venedik birdenbire kavruldu
nedensiz ve niçin
çün korkunç
ve savaşla gidiyorsun
ama ancak sen
vurulduktan sonra ve kurşun
benden ayrıldı
ve gittin
ve dağ çöktü
***
artık dayanamam
yabancı isimlerin isim ebelerinin içinden
yabancının ter kokusunun içinden
yabancının buyruğuyla geçmeye
ey toprağım kalkamadığım
üs kimin üssü
kime ait minare
ey sen karşımda paylaşılan
alna dudağa ve kalbe ayrılan
sen aşkım sabah doğrulunca bağırdım
geceleri sancınla kıvrandığım
karanlığı itiyorum yine gelir
sabahı seviyorum özlüyorum
seni aydınlığa getirip anlıyorum
daha sonra ışıksızlıkta anlamsız
ve sancım var
inceden ve derinden gözlüyorum
çılgınlık ve inceliyorum
kilom elli beş boy bir yetmiş üç
sen kendime etiplikle eklediğim
kanı benden canı ciğerimden alırdın
aydınlıktın
hep onarırdım eskiyenlerini güneşle
ay gece görününce açar aylığını
kurbanlar ve senin büyüklüğün dağınıklığın
çünkü her bölgeni başka bir şehirde yaşadım
küskünlüğünü aşk öncesi şehirde
etinin lekelerini doğduğum şehirde
korkularını ve yüksek korkmalarımla
irmağı kapayan boydan boya
suyu toprağa ilave eden şehirde
gidişini özel olarak
kalbimin bağışlandığı şehirde- en önce
ayrılık vardı hep
ay gece olunca pay eder ayrılığı
ey güzelce yakalandığım
mutlulukla sunulan
bize bahşedilen armağan kılınan
ayrılık sen ki
aşkın ve sanatın
durmadan doğumlar getiren anası
hep orada gebe karınların dibinde içinde
doğuma en yakı
doğmadan gibi ve aralıksız doğarak
***
böyleydi kuruluş yapı ve bizim ustalığımız
***
fakat sen
hep karşımda kalan
ağzı ağzımdan alınan
paylaşılmakta olan
***
biz dördüncü muratın kılıcının sivri ucunu tutuyoruz
keskin yanında karılarımız ve çocuklarıyla
hızla akan bir vatan tuttular
aşkın ve birlikteliğin çatısını orda kurdular
karılarımız her asrın insan güzelleri
imkan bekçileri
ağır arabalarla taşınan sancılarımız
ağır tabanlarımız
etten değil gibi az yiyen gövdemiz
toprağın ürününe avuç açan karşı koyan
yeri var olmayan bir lisanla bağlayan
sıcağa ve nalın kıvılcımına gerçek isimler koyan
irmak ve ırmağı süren yol
biri uzağında kaldığımız
öteki içine daldığımız
buzul uzaksa ve beraberlik ateşi kucaklamışsa
sabaha çıkmamız kolay
güneşi bir mızrak boyu yükseltmemiz
yabanı kolundan tutup germemiz
alnına bir mıh
sırtına bir yafta ekleyip göndermemiz
yekin seslerindeki yanlışlığı düzeltip
büyük doğrulamanın aklına geçmemiz
yavuz boğalara benzeyecek
ve sancı değiştiren hayvanlara
küçük kahraman öğütlerle büyük esere
bir mısramızdan girer
bir çocuk avlusunda salıncaktaki çocukların
anneleri ablaları sahilde çay içen evden konuşan
gelecekle haberli yemiş tutan elleri
şimdi salıncakta aynı anda
bir fotoğrafta gibi
her geçen anı bir fotoğraf olan çocukların
altlarındaki toprağa
öğütlerle büyük eser okları işaretleri
düştükleri taşlara dizlerini kanatmak için
biz açıyoruz
ekonomik iktisat risaleleri
her şey benzinle aşk ve ilkbahar bile
barut ateşle harmanlandı
kılıç nasıl deldi geçti ve çekildi
ve nasıl kan göstermedi et
tanrı adıyla renk değiştiren mavileşen ateşe
örtü yayıp otururlar ateşten ateş ve yanmazlar
güvercin teslimiyeti içinde
bakın istiyorsak
nasıl yıllarla sürüyor bir salise
sabah bulantıları birlikte yatılan akşamlar
kuşların yalnız uzanıp pencereden
havaya alıştıkları saksıları kavrayıp uzaklaştıkları
o gökler ağaçların tulumba gibi çalışan özsu boruları
sızıları tahta kulübelerin
dağda tahta kulübelerin
***
ateş için odun topladık
ben makki ve beşimiz
kısa ama kesin çağırarak
içeriksiz coştuk hemen. hey önce ateşin içinde ol
hey önce alevin sıçrasın
yüreğimizi kavra soluğumuzu başka yollardan geçir
aynı an ayağa kalkındı
doğranıldı
nasıl söyler bir erkeğe bir kadın
denize atılan bombanın
balıklar delirttiğini
en zor sorunun yöneltildiği
bir kadındı
nasıl ki kelimesiz ve gözler olmadan
renksiz bir iz seçiliyor
belki karanlığın kendisi işaret veriyor
saçların değişiyor
karanlık tahta kulübe ve saçların
hepsi bu hepsi bunlar
özgürlüğü kur
suyu dök yürek etlerimizi
parçalanmalarımızı topla
büyük ateş meydana yağmur getirdi
gökteki kazan devrildi
ağaçların gece aydınlığı
duygunun canlılığı
kıvrılıp eğilişi dalların hüznü ateşe
hüznü ateşe
hüznü ateşe tutuşu
toprağı üzüntüden ayıklayışı
sende kaybedebildiğim yani ey korkulu hayat
taktığım tarafımızdan sevilen
haklarımız esenliğimiz karanlığımız
güzelliğin ellerin alnımla
mızrağına seç önce seç kabarık alnımı
fırlat kayaya kimliğini kişiliğini
dişlerimin ortasına
sar beni kumla ağaç kütükleriyle
ki suyu geç beni kurula
arkamdan rüzgâr seğirtiyor
ellerim dağdaki kulübeden ses ediyor
orman uğultular kurt ulumaları
aşkın omurgan
yapışkan
yak beni çocuğumsuz
senden ışıklandırılmış havuzlarımda
ve gizli su yollarımda
sözün ediliyor
o sen sen
gölgemi bırak beni sürme
ben benimleyim
içim büyük sabırla haşlandı
içim ey içim bu yolculuk nereye
yine bir şehrin ölümünü başladır gibisin
***
ve çocuğun uykusu böyle başladı
çünkü yeni bir çocuk uyanacaktır
ey ana
parkları çocuğunla eş doğurdun
çimenleri mutlu kıldın
bayrakların sularda aktı
pulatın
ince ve yumuşak saçın
yaralı ağzın
mutlu kılan çocuk
çimene düşen yaprakları
kadın sen tattın
babanınkine benzeyen
çocuğun böbreğindeki katlar.
***
gün gelişini açıkladı
sen kapanan gözü açıkla
karısına arabayla tabut taşıyan adamı
güzel yontulmuş ve parlak sarıları olan kadını
yeni bir çocuk planı yapan
yeni ve ölümü de transfer eden aileyi
nalçayı yiyince nasıl çöküyorsun yere
nasıl dumanını üfürürken ve solarken ciğerlerime
düşten yıkanıp ava değil çocuğa yatıyorum
değil vurmaya ve rastlantıya
değil hülyalanıp dalgalanmaya
çıkara değil kedi gibi sokulup ayartmasına
değil sarı demire
değil söyleve asla değil aştım gitti yirmi dokuz yıl önce ölenleri
nalçayı yedikçe nasıl çöktüm yere
zorla ezilenin zorlu öldürmesi olur
fabrikanın kasıklarını ovan işçilerin
hak dünyasında hastalanırım olağandır
neden mi şimdi tepilebilirim
maden ocaklarına dinamit yerine
bir hakkın düşmanıyla kucaklaşıyorsam
sök beni yeniden şakağıma it ellerimi
bileklerime aklım aksın
damarlarımı lif lif denetle çöz gözümün perdelerini
trenleri uzlaştır sulh fenerlerini yak
nerede olursan ol kim olursam olayım
sesimi bir dağ zannet
irmağa ver haberi
yangına doğru sürünen haberi
güneş beni saklar
sen alnımdaki dumanı kazı
kemiğinin geleceğini düşün beni yont alıştır
sararan örtü cafe müller
gırtlakta sarı halka
esirlik ve kendinden kayma halkası
yalnızlığın çarmıhı dere balıklarının ilanı
çarmıh yaylı ve değişken
karın çarmıhı belkemiği ve baldırın
karnımız ayrı sancılardan kaymış
yeşil ya da yeşil olmayan çocuğun ağzından çoğaltılmış
***
ey gece sen de aldatıldın
sana da tuzak kurdu yüzü güneş parıltılı kız
rosemariegirbach
***
gidip bilmediğin kentlerin
böğrünü delen harp mikkaplarını gördüm
kartpostal tüccarlarını
kilise ortak pazar birlik orak çekiç
ve asya ve afrikaya ayak atma postallarını
ve kimseyi göstermeyen aynaları
ve bir istasyonda
hatta önemsiz bir memurun yakınında
içinden asya çıkan bir balya
geleceği
ormana terketmeyi dener gibi yeni doğan çocuğu
ananın karın bulaşıklarını arıtmadan
çalıları ve topraklaşan yaprakların içine
alabildiğine
gevşeyip bırakılmış gerginliğin ortasına iterek
geleceği ormana iter gibi ormana iterek
meleklerin hayatını yaşamaya
gidelim sizinle kendinde insan olmadan
kimseyi insanlamadan yaşamaya
sıcak kayayı arayan iki tavşan gibi
evleri korkutmadan uluyan kurtlar gibi
bellemeden
etle bilinçlemeden
evdeki sevinci kırgınlığı ballanan üzümleri
bilmeden aşkı ve aşk benzerini
çocuk sesinin düzlüğünü arayan bir çeşit insan gibi
görevi bu olarak
yalnızlığımızı sessizce ortaya koyalım
erkekçe sessiz ve erkekçe
kiminki sahipse ölümü o karşılasın
ağırlasın
ayaklarım ağrıdı güvercin izlemekten
onun başının önündeydi alevli sancak
elimi ve kalbimi uzattım
eriştim tanrıya çağırma kuleli evin
bekleyen güvercinine
güneşi ayı ve yeryüzünü bütün şekilleriyle
bir kutlu çehrenin emrine kul bildim
bilesiniz
ona döndürüleceksiniz
ve başı yeşil hâleyle çevrilen
yüzünde tarihten ve gelecekten bir renk beliren
atmacanın pençesinde atmacayı kendinden geçiren
bir güvercin ki ne gören olmuş
ne işiten
bir sabah bir çeşit güvercin fırtınasıydı sur önünde
gözleri burçlara
bayrak tebdiline dikilmiş bir kartalın
buyruğundan hızlanarak
bir kartaldı gözünü burçlara dikmiş
döşü surları geriletmiş
durur güvercinlerin en önünde
emrolundu. haliç bir yılan gibi yönelip
soktu kayseri
zaman bir takla attı
zaman bir takla daha attı
zaman altında kalan
çıplak boynu hançer kuşattı
başı sülük ağızlarında
ayakları boşlukta çırpınan
bir millettik artık
güvercin
merhamet kılınçlarını toplayabildi ancak
camide toplantı var davranın
aşkı denetleyen güvercinler
kılınçlar eskinin habercileri
keskin bekçiler
bildiriciler.
bu iç çığlıkla
yürürken üstüne bir mısır habbesinin
yeni yorum yatırımcıları
ve büyük doğrulma günüyle
bir aliterasyon olan güvercin
dansöz kalkışlı güvercin
gel. sen gelince
azap çıkacak her evden
gidecek kendi evine
organlar sizinle benim savaşım
ben ahretim
ahret yere gebedir
sizinle hep beraberim
dağı tutmuştunuz kalbinizden geçendim
güzel duydunuz ve durduruldum
atımı atınız büyüledi
okyanus everesti nişanlayıp durdu
çünkü etin ötesinde
bir şey değildi everest ve okyanus
korkunun yüzüne ayna konmuş gibi
başkayım sizinle
aynayı eline alan korkuyu bilir
çün korku etin içinden yekinir
hep koşmaklayız kitabın onayıylayız
tarlayı çok severiz. yaradan
lokma lokma bölmüş isteyenlere
karından gelenlere
ve karna gelenlere
***
aşkı cambazımız aldı
tokmak kırıldı
kapının çatlağı esner
gözetleyen göz şişer küçülür
et aralığından görmeyi dileyince.
duyulur iç ses
uyan ey kaplumbağa kelimeyi kımıldat
çünkü kıyamet sezilsin otobüs devrilsin
kımıldat kanlarını
koşanın yıldırım gibi duranın
susanın ve dağlarla konuşanın
kendiyle
dağları konuşturanın
aklı çok kez hançerce bulunduranın
kendini sürü için öldürüp
sürüyü çobansız bırakan çobanın
hep içilmez sulara varan koyunların
mermerin namütenahi bekleyen kayanın
içinden hata edilerek çıkarılanların
insan yüzleri
çömelmiş inleyen ve içgüdü şekilleri
yaralar kan akmayan
kanla işi olmayan
taştan çıkanın ve çıkaranın birlikte söylevleri
insan sanatı çığlıkları
(bir yerde onlarlayım)
öpülerek topuğu parlatılan tuncun
günah anlatılan karanlıkların
enriko istersen anlat önce sonra işel
o dağlar güvercinin yabanına yuvadır
hiç solunmamış bir hava üfler rüzgâr
dünya sürü yürüdükçe döner
çoban sürü için ölmez gelecek sürüler için
yaşamağa bakar
kısa süren bir hatıra değildir toplum
mısır taneli çocuk avuçları
fotoğrafını çek günahların
tövbeleri yıldırımla yayınla yine de
esmeri
karayı
kızıl ve sarıyı bir tutanı
benden aldın
buruşmaz entarisi istanbulun entarisi buruşmaz entarisi
maraşın seferde
fakat istanbul ve maraş
fakat maraşın
her kurban arayışında
fazla davrandım ben
yangına uğradım
kara bir moloza ayrıldım
bazen marsık sanıldım
maraşın her kahraman kurban arayışında
ve bulup sunuşunda
mutlaka bir işareti vardı
bayram çöreklerini tuzundan yağından anlayışın
sertçe düşmanca gibi tokça kucaklanışın
harbeder gibi sevişin
mesela adil erdem aynı silahla mücehhezdi
üstümüzden aynı katar geçti
mutluluğumuz anlaşılsın yıkıldık
toprağa yayıldık ve büyüdük
çünkü topraktan ancak böyle geçtik
***
kızlar burgulu
etlerinde tahta kıymıkları karınca yığınları
alabildiğine açılmış bir organ
bir gramofon
geniş ağızlı
her adımlarını bildiğimiz
hangi yörüngeyi güttüklerini
hangi suyu geçtiklerini
ne çeşit bir şölenden koyulduklarını
çünkü sokağı aman nasıl eğilerek geçiyorlar
hangi tahta kapıdan çıktıklarını
zenginini ve bulgurla su içenini
ellerinin çatlaklarını yine krem sürülenini
göğüslerinin bakımını tahta sütyenlerini
ocaktaki dumanın yaktığı sapladığı göz sürmelerini
çünkü kara dumanlı ocak
ve sürmeydi
sürmeyi niye çekmeli
sürmeyi çekmeli mi
-annen ne söyledi
-(elmanın yarısını kardeşin yesin)
kardeşin yesin anne yemesin mi
elmayı yemiyorsun bir
ve öyle sıkılıyorsun ki elma ölecek
ne sen yiyeceksin
ne kardeşin ne annen
bu evde yılanı yine değiştirmemişler
baba ana ve kardeşler
aynı odada soluyorlar
oda şişip iniyor
dışarıdan bakınca odaya
duvarları kıvrılan oda
özel bir korku ve kuşkuyla irkilerek
tehlikenin hayvanları yönünden
boğularak
yılandan gizli işaret alarak
göz kırpar gibi yapıp uluyor
oda uluyor
yılan göz kaş işareti
konuşmayan hiçbir şey yapmayan
başını yılandan çevri yemek taşmasın
başını yılandan çevri kuyu yakın
başını yılandan çevir unutma babayı yürekte tut
baba dağ ve balta
anne
kolundan koynunda karnında çocuklar
gitti pazara dolandı çığlık beğendi
anne eve dönünce
anne eve dönecek
ölün bilinecek küçük ölün
mahalle daracık bilinecek
alçak duvar ötesinde ölün tahta sıcak su
ve odun kokusu
kabre akıtılan sabunlu suyu
(yolun burasında coşkuyla karşı ko)
nasıl ki beyninden apartman fışkıran mimarın
yaşamın öte yarısı
burçları gezer
kutup yıldızından söz eder
gök çoğalınca
göğe açılan göz kapanınca
beni duyacak anlamayacaksın
bunlar hep senin ölün
bir yerinde yatağa sığmayan çocukların
suçları bir atmacayla alınan çobanların
her şey karıştı çünkü öldün
artık kimse bulamaz kendini
eller birbirinin içinde
senin ölmüş elin yapışır
benim tetiğimin üzerine
***
silah benim tetik bende koşanadek kurşun benim
parmak senin et senin güç senin
irade kimde
benim elim hangi köpeğin içinde
dişleri birbirine geçmiş bileğimde
ilk tıraşını olan gencin
jileti kemiğin iliğinde
-kan seli
-tetik kan seli
hedef nerde kız mı erkek mi
dünya çekirdeği mi
yeryüzü ateşi mi
şehvetin ya da nur içinde birleşmenin
satanın içinde beklerken her şeyi önceden kestirenin
çünkü şarttı bir kere
ölümle yan yana şeytanın içinde durmak
karnından geçmek
bir lambayı bekleyen makkinin
öpüşünü kanla bekleyen
en küçük kilisede çarmıha çekilen
domun üç asrın
kana kan koyup
yücelttiği abesin
galerisi insan ve heykel ve resim ve kezzap galerisi
at gözü oyuk
heykel atın içinde
çünkü at büyük heykel
sürücünün içinde on aziz birkaç isa yezus hiristus
yüz bin haç
atın ayağında bir nalbant heykeli
nalın içide bir at benzeri
karşılıklı uyuşan iki arslan
biri dişi diğeri dişi
yuvarlak yalanmış ve parlatılmış derileri
ki karpuz yenmiş gibi
goldah karpuz
kalf karpuz
anna karpuzun çekirdeki
frankrayh şu dağın ardındaki dağ
***
düşmanın kim onu anlat
mişeli hatırlat alnımı uğraştır
kalbine plânlı ve
avrupa bir duvarın taşları dizilen mişeli
saçlarına çocuk kuşları konmaz
çocuk uçmaz dallarından. içinden yanında
boy tüfeği patlatsan
tuzaklı
hatırlat mişeli mişeli
içinden hep bir kuşku tankeri
bir petrol tankeri namıyla yol alır
pergel petrol
borusu motorun icadı
aşkın feda bayramı cenaze şekli
boyuna hatırlat
yoksa olur ki unuta kalırım esmerliğimi
telefon
-görünüşünüz nasıl
-yorgun uyanırken ve gittikçe diri ve daha esmer
tanımadığım kentin
ağırlık merkezine alındım
taşıtlar grevler insan böğürmeleri
alış verişler
şapka seçerken birden çocuk doğuruyorlar
baba oyundan çağrılan çocuklar gibi isteksizdir
ya da bırakır kürekleri denizin üstüne
suda kayan cilalı bir taş gibi seğirtir
***
her doğan çocukla orada
birlikte. daha yeryüzüne bakınamadan
kırbaçlanırız uyumaya. anakarnı yorgunluğumuz alınmadan
vurulur kollarımıza ve. çarpılır dizimiz dizime
her doğan çocuk
bir ertelenmeydi analarca bağlanarak memelere
(artık sigara içmeyeceğim artık
koyun gütmeyeceğim)
meşgul uğraşır azar altında bile uyurken de
uykusundan silkelenip irileşmeye hamle elleri ve duramadan
yan beşiktekinin yüzüne gölgesini indirerek
bir gün önceki bedenini
kaybedilmiş bir okul eşyası gibi özleyerek
her doğdu
bir ölendi
mayland uzun yüzlü bir kız resmi
hani şu hep
selamlaşıp geçerdik
uzun yüzlü kızlar çizen ressamla
aklımı anlat gönlümü kazandır
benden beni çıkar bakalım kalacak mıyım
üstüme beni koy bir de
gözle dayana bilecek miyim
yoksa hemen bir kez daha bütünle bende beni
özümü kullan
çünkü aşktır
beyaz bir sanattır
***
evlerin dışında
çünkü böyle oldu
pencereden uzanan başın dışında
günâhın ve sevabın
merkezinde hem tanımadığım
alışmadığım bir sistem gitgelinde
boyuna sırtımdan ve kafamın arkasından delindiğimi
oynuyorum ve rolümü. oyun çarkının boşuna döndüğünü
seyircilerden bir kadın olgun ve eteçalan
çıplak. eşyadan ve odanın kapamasından
her an biraz daha soyunarak
yatağında
çivilenmeden gerilmiş çarmıha gibi yatan
anlıyorum oyun çarkının kendine döndüğünü
ölümün
saklanacağı kalmayan av hayvanı gibi
avcısına göründüğünü
ah anlıyorum
çünkü annanın
anlaşılmaz bir gözaldanımıyla
içimde bir gemi batırıp döndüğünü
unutmadı
yanlışlıkla
onlara:
beni unutmayacaksınız
***
anlat kızın ekmek tutuşunu
içimdeki soylu kişiden utanışını
annayı tutarken balık tutuyorum
ekvator ağzıyla kolumu buzdan denize indirmişim
kız içimde bir sarmaşık kelimesiyle büyürken
arada bir kanla uslayıp
seni anıyorum
-ey eski sevdiklerim-
sizi şaşırtıyorum. sanatım
fakat ben korkutuldum
***
şatoya bağlanan tahta köprüde beynim
ağırlaşmış dalmışım
güneş doğmuş işte böyle. taş ısınmış ısınmış
nerdeyse belleğinden kan ürperten
bir sipahi sureti
aşka ne zaman veda
demiş ki bu topraklar
boyuna kiliselere taşıyorlar otobüslerle. isınamıyorum.
ve baden badende kaçtım
başka bir kiliseye
gittim. hafifçe.
çok ve canlı renkli süslemelerden az ürpererek
dost için yani dosto için
dönerken
kule yerine
küreye yakın parlak başlıklarına dönüp baktım
dosto badende
ve kumar da oynardı
bir çocuğun. hırsla. bir taşı.
atışı gibi. dikine.
kapa perdeyi kapa köprüyü
ve şatonun ta kendisini
ince bedenin mühürlenişini
tüfek mahzenini
sevginin tiklerini aort deliklerini
duvarda asırlardır dinlenemeyen
dört işkence resminin
takip tutuklanma işkence
ve tahta kurulan işkenceli etin
bin dokuz yüz 77 yıl
yenilen içilen kan ve etin
yarı açılan mor pelerinin
çizgi - kan
çizgiler ve kanın
başta yer yer kemiğe batan tacın
dört resmin dört korkunç dakikanın
iri jestlerini anlıyorum
makkiyi hayır
sigridi tren getirdi
tren götürdü
yedi
***
duruşu kımıldanışı
mağrur tavırları olan
çünkü o güzel kelimelerle ağırlanan
göllerin beşiği toprak eğrisi
at yiyen ejderdi
tılsım
karıncanın kölesi
at köpeğin kuruyan ölüsünü
minderi düzelt
baklava kırıntılarını
ana babanın kol gezdiği koruduğu pencere kıyılarını
mutfak ve yüznumara korolarını
yatak ameliyatlarını cinsiyet taslarını
an binlerce yıllık olan et kabartmalarını
pervaz ve şimdi
büyük taraçalarda doğuruyorlar
kol bakımı bilek ve dizkapağı bakımı
gebelik ve sancı limonlukları
sıcağa karşı ay ışığı
yelpaze atkı palan
acılar yer delen sinir göğü tırmalayan
kutlu sevinç giysileri yalayan
ve yağmur suyunu
havuza koyan ırgat olarak
anlat insanda ölümsüz olmak yaprağının
hangi ağacın kıvranışı olduğunu
güzün hazırladığı insan yavrularını
kışın insan yeteneklerini
baharın insan olanaklarını
anlat durmadan
hurmayı anlat dala uzanan
tüylü kalın dudağa anlat
yaban elmayla eriği
aşıyı
elmanın gelinliğini geyiğin baskın güveyliğini
atlı karıncayı
lunaparkta bir hayvan olan
atlı karınca bir hayvansa
isa ağladı
kuzeyde ses kalmadı
alnımız buz dondu gece
aksın. gündüz karıştırılmasın
ah sade bir gün yaşasak
dal dal - kitap bil
lord kimin lordu hangi mabedin
sinonimi
ikisi duman tütsü su rengi
perde kıllı el korku
bölüşmek kekelemek
donup kal - aklımı al
durmaz bilmez yaşamakla
senin yaşamın nereye kadar ne yana böyle benimki
can kamaram
yalnız göğsüm değil
hayat var kaçıp bıraktığım zamanlarda da
ölmek koşup varmak mıdır oralara
soluğunu yatıştırarak
perdeyi aralayıp girmeden çiçekli ovalara
ah kıra gitmek böyle zor olmasa
ellerimiz ısınan ocakta - tabakta ziyafet tasında
kızartılmış bir keklik
paslı ve kükürt salyalı bir ağızla
tatlılıkla ololki
ölünü gebeliğini morarmışlığını
etin devinme sanatını
bilesin yuvarlak akasın akşam olunca
yuvarlak akşam akşam
serçenin girdiği dolap
şehri –ey canım- uçtan hayvan kuşları olarak yukarıdan
devgözüyle - bakışı görüyorsun
süzül. kanatlar arasından
uzanan boynunla evleri ara ikizleri araştır
renin çamurlu suyundan bir gümüş iplik bük
sür yeryüzü hamuruna
ki orda
bir yılan renkli başını onarır
kuyruğunu ağrı dağında yakala
ekmek paketini çıkar kuşlar çağrılsın
kirazın yuvarlağı gibi yanağın
bir güçlü böceğin ki gibi alnın
otalara yayılmış çıplaklığında bir uçuç böceği
yanından dikine toprağa iniyor
ekmeği göğsünden ufala kuşlar çağrıldı
tutulmuş ve öyle güzelken
korkarak. ağaçların arasında dolanan cin
sen misin -ama içim eyiçim
kara başımı tutup kara başımı
şu suyun insanını güttüğüm vakit
göğsümü asya bir edayla gerdiğim vakit
hem barışmak ne demek kendimle
sen yoksan mekan yok zaman belli değil dediğim vakit
sen ölçebilirsin ancak sesimdeki beygirimsiliği
çün bu çamur
şu yaşamı bulandıran su
donyüzlü rahibe şu
şu ev ki ev
ve o karanlıkta cin
ve ormandaki dev
oysa melodim
ne güzel. sözlerim ne tatlı
kuşkusuz. yanımda olaydın
testiyi deler ırmağı temizlerdik
avucumuzla buz gibi içer
bileğimizden akan toprağa düşerdi
***
ve şimdi
anlat bana ey can tatlısı kız ki
çünkü ben ödevliyim yinelemeye
eskiçağ ozanlarının ağız toplantısını
anlat bana gönüllerindeki bağ bozumunu
hep şarkı sancıyan dizelerini
kocamış dumanı ve is yüklü tavan direklerinin
arasından destanlara sarkan yılanı
kapıdaki baharı yaprak selini sarı kanaryayı
ölümsüzlüğün karyığınını - granityığınını - suyığınını
anlat durmadan
oğlu teketek öldüren babanın
oğula mızrağın ucuyla
gürzün kılıcın kıyımıyla ad koyan babanın
anlat bize içinde koşan atların
hangi koşudan kaçtıklarını
yani ilkel
ya da kültürle deşilmiş olmanın
anlat durmadan anlat oğulun
gençliğin
yarısı akan yarısı mezara konan kanın
genç ve geniş bir yaradan
hem babanın elinden mızrakla
ve baltayla açılmış yaradan
şefkat ve müthiş bir dikkatle
ve müthiş bir hayranlıkla
şövalyelik adına açılmış yaradan
/huysuz kan sonuna dek akar düşünürüz/
anlat ki ey can tatlısı kız
babanın cesedi bir türlü toprağa atamadığını
yine de kanın sonuna dek akmadığını
anlat
babanın can elmasıyla kesilen oğulu
aydınlığa sun
toprağa sözü olan kanın
neden sonuna dek akmadığını
karşılık verir
can tatlısı kızlar korosu:
oğul mizrak keskin genç
oğul genç mızrak keskin
baba dinç yaşli mizrak akilsiz
oğul baba
mizrak baba
ölüm baba
ölüm oğul mızrak
ölüm baba mızrak
oğul mizrak baba ölüm
kan şaşirdi kan şaşırdı
genç cesedin
ölüm gölünün başında
diz çökmüş olan baba
hınç ayırdı
hayret ve üzgünlük şerbeti
ve abes ayırdı
çok yıl sonraki tanrıtanımaz savaşlara
ve yenilip ve yenip dönerken ordu
neyi algılarsa çiftleşip çoğalmaktan
babanın yüreği ordu yüreği
/zırhını kırdı/
narası göğe vurdu
daha gür bir ses duyuldu
belki bir melek gülümsedi
çünkü sıyrıldı gergefi dizinden
belki ayağının dibine vuran sesten
ey baba
kılıcını toprağa gizle
gizledi
kendini kınamak için çıkardı gerektikçe
yüzünü sarartıp karartmak için
ve düşüncenin kavurması geldikçe
çünkü bir serçenin diliyle gelmiyordu düşünce
beyaz güvercinin
bir ilkbahar gencinin güz güneşinin
taşı heykelleştiren eğilimin
su taşıyan kedi seven uykunun altına geçen döşeğin
erkeği kadında koşturan geleneğin
kızlıkta açan çiçeklerin
sevişen fillerin
uyuyan çocuk ellerin
karaya vuran geminin
yemeğe hazır eden annenin
... yalvaran dilin diliyle
gelmiyordu düşünce
geliyordu düşünce
ateş kuşunun gagasında
çünkü soyluluğun ağırlaştı baba
birdin ordu oldun
zamanın bir gerisine bir ilerisine
son dünya savaşının eşiğine serildin
çocuğu vururken çekilen işkencenin
beşiğine
baba çocuk
azap sancak
baba genişledi nalbandı bildi
toprağın içinde oğulun ölümü
arttıkça ve gezdikçe denizlerin dibini
çünkü ölüm artık canlı oldu
nasıl kuduran boğa canlıysa
ve bir şeye koşarsa
baba açığa çıkan kandan yedi
gezdi yeryüzünü
hayvan alım satım yerlerini
anneyi annenin ayak diplerini
karıncanın ölmez gelenekçiliğini
hayvanları şartlayıp
şatoları kefenleyip
ahırları koyunları
gördü baba gezdi baba
oğulun taş benzerlerini
nasıl ki oğulun ölümü
/eli babanın derisinde/
bir gerisinde bir ilerisinde
arttıkça ve gezdikçe suların dibini
baba devşirdi bir ana
ki yüreğinin altında
bir et kordonla tutan
oğulu delmeyecek olan babayı
cahit zarifoglu
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?