adamın hayatının tam orta yerine oturayım, benimle yatsın benimle kalksın; tüm eşyalarımla kendimi hatırlatayım düsturuyla harekete geçen kadının eylemidir. (işini sağlam kazığa bağlamayı seven er bireyler de nemalanır diye de düşünmedim değil aslında...)
söz konusu olay için bana zerre kadar anlatacak cümle bırakmadığından ötürü pucca’yı kutluyorum.
sevgili evinde birakilacak eşyalar
güven, ilişkinin hücre çekirdeği gibidir. ama günü gelir o çekirdek çitlenmeye mahkum olur. o yüzden güven olayını, ilişkimizin çekirdeği değil; açılmamış antep fıstığı yapmaya çalışıyorum
hayatımın ilk ‘kimseye güvenme’ dersini çocukken almıştım. babam bisiklet kullanmayı öğretirken, “arkandan tutuyorum kızım” diyerek beni bırakınca yere serilmiştim. serilirken bir de asfaltta baştan aşağıya sürünerek derimi rendelemiştim. sonra bir daha asla bisiklete binmedim. ondan beridir, kimsenin “arkandayım” kelimesine inanmadım. tam ben “nasıl olsa beni tutuyor, bir şey olmaz” diye kendimi rahat bırakıp ona teslim olduğumda, o an ellerini çekiyor çünkü. sonra dizlerimin üzerindeki yaraları, ‘rosalinda’ izleyerek soymak bana kalır...
işte bu yüzden dizlerim parçalanmadan önlemlerimi alıp, bisikletimi dört tekerlekli yaptım. olaya da onun eviyle başladım. gözüm arkada kalmasın maksatlı, sevgili evinde bırakılacak, ben yokken gelen kişiye beni gösterecek ya da ayrıldığımızda “eşyalarımı getirir misin?” cümlesini kurdurtabilecek, benden sonra gelen kadını delirtecek, sinsi adımlarımı atıyorum. muhakkak bırakılması gereken eşyalar:
tel toka:
bir tane yatak odasındaki çekmecenin, bir tane banyodaki havlu dolabının içine, bir tane de dvd’nin hemen yanına tel toka bıraktım. siyah ve küçük olduğu için adamın ilgisini çekmez. ama eve eğer bir kız atarsa onun muhakkak ilgisini çekecektir. kadınlar çok sansar çünkü, bir eve ilk girdiği anda radar gibi gözlerini açıp, en ıncık cıncık yerleri tarar. terminatör’ün gözleri halt etmiş onun yanında. yerdeki saç tellerinden bile eve kaç kız atılmış, hangisi uzun ilişkisi, annesi kaç günde bir geliyor lak anlıyorlar.
taki:
bir adet yüzüğümü mutfak rafının kenarına usulca koydum. hani bulaşık yıkarken oraya iliştirmişim gibi görünsün. sonra bir küpe tekimi koltuğun iç tarafına doğru sıkıştırdım, bir kolyeyi de ıvır zıvırlarını koyduğu çekmeceye atıverdim. o çekmece adam yokken kesin kurcalanacak, o zincir görülüp “nereden geldi, kimin, neden orada?” diye kafasında kuracakta kuracak.
iç çamaşiri:
bu çok önemli bir mevzu, kesinlikle çirkin bir şey olmaması gerekli diye 34 beden hayatımda hiç giymediğim, popomdan bile geçemeyecek, fiyatıyla pazardan bir tezgah don alınabilecek külotu onun iç çamaşırı çekmecesine atıverdim. bu bulunursa diğer kadın “aaa, sevgilisinin küçücük popişi var, hem de zevkli hatunmuş” diyerek beni gözünde büyütsün de büyütsün, ilişki milişki yaşayamasınlar, yatarken bile aklına geleyim kudursun yelloz.
banyo eşyalari:
çantamda taşıdığım diş fırçamı, hemen bardağının içine koydum, eğer evinden giderken “fırçanı unutma” gibi bir cümle kurarsa kesinlikle bir halt karıştırıyor demektir. bu cümleyi kurması iyi, bu sayede büyük kavga çıkartabilirim ve evinde hakimiyetimi kurabilirim. kurmazsa banyodan hakimiyete başlarım. ki kurmadı, o yüzden banyoya yavaş yavaş, “ben bu duş şeysini kullanabiliyorum” diyerek çiçekli pembeli morlu bir ton ürün aldım. saç düzleştiricisini ortalığa bıraktım. genital temizleme jelini de bıraktım oraya, parfüm, birkaç unutulmuş süsü verilmiş makyaj malzemesi derken banyo istediğim kıvama geldi...
şimdi sıra yatak odasında, dolabında kendime bir yer açmak gerek, ona da “tatlım bu pijamalarım sende kalsın” olayıyla başlayabilirim. sonra makyaj masası, sonraysa gelsin nikah masası, hobaaaa...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?