bir cahit koytak şiiridir.
gençtim şiire hevesim vardı
büyük sözlerden utanmıyordum henüz
alnım kırış kırıştı daha o yaşta
bir nalbant çırağı kadar sıkıntılıydım
atların toynaklarını yonta yonta
çöl gemileri yapıyordum
uçan gemiler
bej üstüne lacivert duygular
bırakan ruhumda
yelkenlerine su renginde atlar koşulmuş
içimizin karanlığından türemiş
sayısız hayaletin
mağripli cinlerin isimsiz ifritlerin
kum üstünde iterek yürüttüğü
can sıkıntısı ve boğuk neşidelerle yüklü
sahra gemileri
kaleleri yıkan
şehirleri ehramları yutan
şiir sefineleri...
...........
eğilip taşgemiden bakıyorum şimdi
bozbulanık akşam saatlerinden geçen
silinmiş istim almış - iskelede
bekliyor gemi
çelik kasların sabrıyla öyle masum ve davetkâr
bütün yükümüzü almaya hazır
yüzlerimizi çukurlaştıran hüznü
zırhlarımızı ağırlaştıran
önce kuşlarımızı uçurup dallarımızı budayıp
gövdelerimizi soyan
sonra her boya uygun
bir çarmıh mıhlayan.
(çarmıh mı dedim, bağırdım mı?
bunu yolcular duydu mu?
göğüslerine indirip kafataslarını
mahzende uyuklayan şehirliler:
mezar komşularımız
beşkırkbeş vapurunun lahûtî figürleri
şişko tezgâhtarlar ebedî kızlar daktilolar
terziler hünsa çıraklar simsarlar
memurlar kâhinler duahanlar
gözlemci melekler
ve öteki ruhaniler
ufuktan belâlanmış kavimler geçiyorlar
yoksul günümüzün dumanları içinde
kaynıyor yukarda kazan
kaynıyor ve taşıyor - melekler
sirkeciye açılan sokaklara boşaltıyorlar onu
insan eti kokan ucuz otellerden
piyango gişelerinden plakçılardan
sızan cinneti
yarı bizans yarı taşra kılan akşamı
bu borulara üflenen dakikalar
kanallardan üstgeçitlerden taraçalardan
toprağın altından, ta yedi şehir aşağılardan
sızan fışkıran akan şehirliler
mezar komşularımız
ne serin avlularda göç-ricat hutbeleri
ne inzarcı divaneleri kavmin
ne de şehrin ta ucundan koşarak gelen haberci
hiç biri
uykunun karanfil kokulu
şerbetiyle ıslanmış bıyıkları
şehre inince küçülen omuzları
ve sıkılgan elleriyle
insanın dayısına benzettiği
köylüler de yok artık
hepsi geminin karanlık mahzenine gömüldü
topkapı minibüsleri yuttu onları.
.................
nasıl da tükenmişiz biz yolcular
mağrur perçemlerimizden tutulmuş
göğüslerimiz kurumuş
erimiş hançeremiz
göz oyuklarımıza
batan şehirlerin kumu dolmuş
asık suratlarla geçiyoruz koridorları
yorgun / inançsız
günbatımının tabanıyla ezilmiş
gözden çıkarılmış
peygamber katleden kavimler gibi
ve eriyip akıyoruz
sulardan dışarı
yorgun develerimizin
biçimsiz atlarımızın üzerinde
mağlup omuzlarımıza sitemle
göğün ağırlığını indiren
gözdağı veren
meşum çığlıkları içinde
sahra kuşlarının
..................
oturmak istiyorum
biraz sıkışır mısınız
bakın ellerim dolu
ellerim ceplerim ve kafam
yolcuyum/sorulur mu/nereye gidiyor bu gemi
biraz sıkışır mısınız
ruhumu kurtarmaya çalışıyorum
dualarla perhizlerle susarak somurtarak
ve gizlenerek kıyı bucak
- biz zavallı küçük sırlar -
biz zavallı sırlar
(küçük)
biraz sıkışır mısınız
öleceğim, efendim
bir gün mutlaka öleceğim
ama beşkırkbeş vapuru
- kim durdurabilir onu -
beşkırkbeşte kalkacak yine
biraz sıkışır mısınız
günahlarım
tövbelerim sadakalarım
heveslerim erdemlerim başarılarım
kâğıtlarım muskalarım madalyalarım
traşlı fotoğraflarım traşsız fotoğraflarım
ruhum cesedim göz yaşlarım
burda büyüğüm burda küçüğüm
burda büyüğüm
buraya sığarım buraya
sığarım buraya sığarım
biraz sıkışır mısınız biraz
sıkışır mısınız
biraz
sıkı
şır
mı
sı
n
ı
z
.......................
kalkıp bazı fikirleri bazı hacimlere
koymam gerekli
aklı sicimlerle bağlamam
kamçılamam kamçılamam
günlük hayatı balkondan yuvarlamam
delilleri yok etmem hatıraları yakmam
gerekli
gidip kâtipleri
muhasipleri uyandırmalı
karıncaları yuvadan çıkarmalı
gemiye katılsınlar
su/kereste
ve uzaklık
taşısınlar
bal güğümünü borazanımı
baltamı eşeğimi
ve önsezisini eşeğimin
almam gerekli
önce
gemiye bakmak için
su
ağaç
ve derinlik
sonra
gemiden bakmak için
susuzluk
ve
m
i
n
a
r
e
........................
düşünceyi kaptan köşküne koyuyorum
hayalgücünü güverteye
uykuyu yelkenlere
ve ölümü dümene
sonra inip gemiye kıyıdan bakıyorum
ve bu fazlasıyla insanbiçimli
inkâr yüklü gemiyi
gaz döküp yakıyorum
şüpheyi abesle azdırılmış zekayı
o cam gözlü geometriyi
bin başlı levyetanı
kabaran sulara salıyorum
- biraz hafiflesin diye gemi -
sonra kırk yıl peşinde dolaşıyorum onun
ve inançla zıpkınlaya zıpkınlaya
sonunda, iyi huylu bir merak
türetiyorum ondan
ilhamla yürüyen bir dağ,
yaklaştıkça gizemlenen ada:
yollarda bulunan
ve yollarda yitirilen ithaka
uykuyu çocuklara ayırıyorum
gençliği annelere babalara
umudu gemiden bakanlara bırakıyorum
korkuyu kıyıdan bakanlara
tufanı kendime ve biletsiz yolculara
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?