metin culhaoğlu

sevmiyorum seni gaye
sol’da yazmaya başlayan yazar.

"yeniden üretememe krizi

bugün türkiye’de işçi sınıfının toplumsal mücadeleler zeminine sağlam ve belirgin biçimde ağırlığını koyduğundan söz edebilir miyiz?

sendikaları ciddiye alan kaldı mı?

yoksulların ve işsizlerin, kendiliğinden ve yönsüz de olsa ciddi tepkiler ortaya koyduklarından söz etmek mümkün mü?

"gençlik hareketi" diye bir dinamizmden söz eden var mı?

bu ülkenin aydınlarının, düşünürlerinin, akademisyenlerinin ve sanatçılarının, tanımlarına içkin olması gereken, sorgulayıcı ve radikal bir aranış içinde oldukları söylenebilir mi?

ve nihayet, bu ülkede henüz uyku kaçırtacak boyutlarda olmasa bile, düzeni en azından "taciz eden" bir sol-sosyalist örgütlenme var mı?

herhalde, bütün bu soruların yanıtının düz bir "hayır" olması gerekir. bu yanıt ise, başka bir soruyu gündeme getiriyor: o halde, düzen siyasetinin halen yaşadığı gerilimin, yüzde 47 oyla sağlanan "istikrara" karşın sürüp giden atışmaların ve saflaşmaların ardında ne var?

bu sorunun baştakiler gibi düz ve yalın bir yanıtı yoktur. anlamlı olabilecek yaklaşımlar ise, birtakım kavramsal netliklerle birlikte, biraz tarih bilgisi ve yorumu gerektirmektedir.

ilk bakışta, düzen siyasetinin bugün yaşadığı ve dışa vurduğu gerilimlerin, bir tür "yönetememe krizi" belirtileri olduğu sonucuna varılabilir. ancak, "yönetememe krizi" sürekli olmayıp belirli tarihsel konjonktürlerde ortaya çıkan, sınıfların güç dengelerinin her an biri veya öteki lehine bozulabileceği durumları anlatmada kullanılacak bir kavramdır. bugün türkiye’de böyle bir durum yoktur. yoktur, ama bir bakıma daha köklü, daha tarihsel ve sonuçları daha çarpıcı olabilecek bir başka durum vardır: düzen, "kendini yeniden üretememe" krizi yaşamaktadır...

geçmişe kısa bir bakış, türkiye’de düzenin, kendini belirli dönemlere denk düşen, ekonomik politikalarla siyaset arasında belirli bir bileşim oluşturan hamlelerle yeniden üretebildiğini gösteriyor. örneğin, 1950 yılı, tarımda açılım ve dış yardım ağırlıklı çizgiyi, "demokrasi" ve "küstürülen halkla barışma" türü söylemlere dayalı siyasal havayla kaynaştıran "hamlenin" başlangıç yılıdır. 1960’lar, ithal ikameci politikalara dayalı yenilenmiş bir popülizmin düzene kendini yeniden üretme fırsatını tanıdığı yıllardır. nihayet, 1980’lerle başlayan süreçte düzen, dışa açılma, ihracat temelli ekonomik büyüme ve rantiye yaratma modeli üzerinden kendini yeniden üretmiş; bu modeli, palazlandırılan orta boy sermaye kesimlerine ve küçük rantlar/transferlerle satın alınan orta-alt sınıflara uyan ideolojik ve siyasal söylemlerle süslemiştir.

gelgelelim, ilk hamle 7-8 yıllık, ikinci hamle ise 10-12 yıllık "yakıt" sağlamışken, üçüncü hamle yaklaşık çeyrek yüzyıldır üç aşağı beş yukarı sürdürülmeye çalışılmaktadır ve kendi içinden giderek eksilmekte, yıpranmaktadır. bu eksiliş ve yıpranmanın henüz ciddi toplumsal ve sınıfsal tepkilere yol açmaması ilginçtir, ama büsbütün şaşılası bir durum da değildir. düzenin içinden yıpranma ve kendini yeniden üretememe krizinin, daha köklü ve kitlesel tepkilere gecikmeyle yol açmasına tarihten birçok örnek verilebilir.

eğer böyle ise, genel bir saptamaya yönelmekte sakınca yoktur: düzen içi özneler (aktörler), düzenin kendini az çok sorunsuz biçimde yeniden üretebildiği dönemlerde kendi kalın çizgilerine ve perspektiflerine sahiptirler; olumsallıklar, yeni ve değişen durumlar bu çizgi ve perspektiflerde kimi rötuşlara gidilmesini gerektirebilir; ancak çizgi ve perspektif özünü korur. buna karşılık, yeniden üretememe krizinin damgasını vurduğu dönemlerde, düzen içi öznelerin kalın çizgileri ve perspektifleri giderek silikleşir; bunların yerini, anlık olana, yeni ortaya çıkana, düzen içindeki bir başka tarafın şu veya bu hamlesine dayanan ince, kısa ve kesikli çizgiler alır.

türkiye’de düzen siyasetinin bugünkü durumuna bu saptama ışığında bakmakta yarar vardır. örneğin, yüzde 47 oy destekli akp’nin "eyvah param var!" derdindeki yuppie benzeri bir "eyvah büyük oy desteğim var!" kaygısına kapılması şaşırtıcı sayılmamalıdır: akp, söylenenlerin tersine, bu oy desteği ile ne yapacağı konusunda sıkıntılıdır. bir seçim zaferinin hemen ardından işe "anayasa" ve "türban" ile başlama gibi bir garabetin siyasette başka bir açıklaması yoktur.

sonuçta akp nabız yoklayacak, oraya buraya sondaj yapacak, hava koklayacak ve kendine "bir süre idare edecek" bir yol çizecektir.

dış politikada da aynı şeyi yapacaktır: ab, abd, kıbrıs, yunanistan, ırak, iran, israil vb. labirentlerinde el yordamıyla ilerlemeye çalışacaktır.

büyük sermaye benzer bir yol izleyecektir: ortamı, havayı, etkili kesimlerin duyarlılıklarını kollayıp, söylediklerini manşet yapmaya dünden hazır medyanın işine gelen çıkışları yaptıktan sonra bir süreliğine yeniden köşesine çekilecektir.

"zinde güçler" ise, bir süredir çekilmiş göründüğü köşeden zaman zaman başını uzatacak, "durumdan vazife çıkarma" mantığına uygun olarak, gelişmelerden kısa erimli tepkiler ve çıkışlar üretecektir.

asıl önemli soru, "peki bütün bu işlerin sonu nereye varır" sorusudur. sınıf dinamiğinin bu denli zayıf olduğu koşullarda, yukarıda anlatılan türde bir belirsizlikler ve kırılganlıklar ortamının nereye varacağını peşinen söylemek, ya büyük dahilerin ya da fütursuz kör cahillerin işi olabilir. söylenebilecek olan, yalnızca şunlardır:

(düzen içi): sıkı duran, bir süreliğine daha götürür.

(düzen dışı): toparlanıp sıkı durmaya çalışan, bir süre sonra gidişata damgasını vurur."

www.sol.org.tr
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol