soyle bir hikaye vardir içinde:
adamın biri, büyük bir şehre gelmişti. çarşıyı gezerken güzel kokular satan attarların sokağına saptı. dükkanlardan gül, menekşe, kokuları dalga dalga sokağa dökülüyordu. adam birkaç adım attı. güzel kokular başını döndürmüştü. fazla dayanamadı, düşüp bayıldı.
halk, bayılan adamın başına üşüşmüştü. kimi kalbini yokluyor, bileklerini ovuyor, kimisi de gül suyu ile yüzünü yıkıyordu. ne yaptılarsa adamı ayıltamamışlardı. ferahlatıcı kokular, gülsuları boşuna harcanmış, adam bir türlü kendine gelememişti. ve baygınlığı daha çok artmıştı. çaresiz kaldılar. etrafa haber salarak akrabalarını arattılar. hiç kimse adama sahip çıkmıyor, saatler geçtiği halde adam da bir türlü kendine gelemiyordu. akşama doğru oradan geçen bir debbağ (derileri terbiye eden) adamı tanımışta. kalabalığa seslendi:
’- sakın ona gülsuyu serpmeyin! ben onun hastalığının ne olduğunu biliyorum. siz ona hiç dokunmayın, ben biraz sonra geleceğim...’ diyerek uzaklaştı. bir vîraneye girdi. avucuna bir parça gübre aldı. attarlar sokağına gelerek, gizlice, gübreyi bayılan adamın burnuna tuttu. hayret! .. adam kendine gelmeye başladı. biraz sonra da ayağa kalktı. debbağla birlikte yürüyerek gitti.
bayılan adam da bir debbağdı. yıllarca kokmuş deriler arasında pis kokulara alışmış, attarlar sokağında güzel kokulara dayanamayarak düşüp bayılmıştı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?