çok beğenilen bir kitabın filme çekildiği zaman insanda uyandırdığı olmamışlık hissi, kitapların her insanda farklı bir imge bırakmasındandır. kitapta bahsedilen kırmızının tonu, bizim algıladığımız kırmızının tonu, filmde gösterilen kırmızının tonu aynı değildir asla.
masumiyet müzesi deyince akla ne gelir? elbette herkes şöyle der: “hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum.” ve şimdiye kadar masumiyet müzesini okumuş çoğunluk da kitabın en vurucu yerinin de bu açılış cümlesi olduğunu düşünüyordur.
benim için masumiyet müzesi, mümtaz beydir. mümtaz beyin söylediği “bazı erkekler kadınlara hep kötü davranır, sonra da zeytinyağı gibi üste çıkarlar. sakın onlar gibi olma. bu sözler de kulağına küpe olsun” sözüdür.
kitaplar böyledir zaten. olmadık zamanlarda hayatımıza girip olmadık şeyler hissettirirler bize. olmadık insanların hikayelerini anlatırlar. sorsalar, 70li yıllardaki sosyetik insanların ve nişantaşı ahalisinin hikayelerini asla duymak istemezdim. nişantaşını itici bir mekan buluyorum. eğri büğrü kaldırımlarında yürümeye çalışırken ayaklarım ağrıdığı, kafe ve restoranlarında yemek yerine kazık yediğim için değil. bize dayatılan imgeden nefret ediyorum.
oysa, o kitapta anlatılan ve rol yapmaya mahkum gösterilen insanların hikayesi bana sempatik geldi. orhan pamuk okumayı beceremememe, herhangi bir kitabını elime alır almaz uyku bastırmasına rağmen çok kolay okudum ben bu kitabı. kendime de şaşırdım.
kolay okunur bir kitap kesinlikle. yersiz detaylara yer verilmiş. olayların akışı anlatıcı tarafından bazen en güzel yerde kesilip ambiyans piç edilmiş. bazen cümlenin başında ne dendiğini unutturacak kadar uzun cümleler kurulmuş. ama tüm bunlara rağmen, bu kolay okunur bi kitap diyorsam bu kitabın havasındandır.
kitap masum çünkü. aşkın, cinselliğin, bastırılmışlığın, 1975’ten bugüne pek de değişmediğini gösteriyor. yüzüme vuruyor hatta. o zaman da yaşlılar “biz gençken dünya daha güzeldi.” diyorlardı. şimdi de öyle diyorlar. o zaman da bekaret tabuydu. şimdi de tabu. o zaman da aşık olup kendisini sevdiğine teslim eden kız vicdan azabı çekiyordu, şimdi de çekiyor. masumiyet=bekaret algısı o zaman da vardı şimdi de var. ve kitapta sürekli bekaret, bakire falan kelimeleri geçtiği için de rahatsız oldum. çünkü bir metinde bir kelimenin çok sık tekrarlanmasının o kelimenin içini boşaltacağını ve anlatmak istediğimiz şeyi anlatamadığımız gibi itici de görünmüş olacağımızı söylediğini hatırlıyorum.
bunun dışında, şu topraklarda yaşamış insanların tipik evrensel aşk öyküsü. ted stella’den ayrılınca manhattan haritasında gidilmeyecek kırmızı alanları belirler. füsun kemal’i terkedince kemal de nişantaşı haritası üzerinde gidilmeyecek yerleri işaretler. esas itibariyle insanlar aynıdır. aşk acısı her yerde aynı yaşanır. kişi güçlü olmadıkça aşkı ne kadar güçlü olursa olsun aşkı elinde tutamaz. kaderde varsa düzülmek, üzülmek işe yaramaz. ve biz her ne kadar sıçıp batırsak da her iş olacağına varır.
çektiğim kronik uykusuzluk ve huzursuzluk nöbetlerinden kurtulmak, biraz olsun huzurla uyuyabilmek için okudum ben dün gece bu kitabı. orhan pamuk hep uyuturdu çünkü beni. daha önce de defalarca elime almış bırakmıştım zaten bu kitabı. ama bi şeyi farkettim. her insanın bir hazırlanma süresi varmış. ben bu kitabı okumaya hazır değilmişim tüm o geçen süre boyunca. uyumayı boşverip hikayeye dalmaya hazır değilmişim.
bir sürü klişe de barındırsa, upuzun ve gereksiz gördüğüm kısımları da olsa çok güzel bir kitap masumiyet müzesi. masum bir kitap. sevdim.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?