cemaati tarafindan inanilmaz bir saygi gosterilir kendisine, zannedersin ki padi$ah yuruyor yollarda da kullari saygi gosteriyor. hayati hakkinda copy paste mantgi ile bir yazi payla$alim;
"mahmud efendi hazretleri nin hayatı
mahmud efendi hazretleri 1929da trabzon vilâyetinin of kazasının miço (tavşanlı) köyünde doğdu. babası mustafa oğlu ali efendi, annesi tufan kızı fâtıma hanımefendi verâ ve takva ile maruf muhterem kimseler idiler.
ali efendi köyün camisinde imamlık yapar, aynı zamanda kendi tarlasında da ziraatla meşgul olurdu. tarlası câmiye uzak olmasına rağmen vazifesini hiç aksatmaz, mutlaka câmiye gelir, ezan okur ve namazı kıldırırdı.
bazen köylüler ziraatla meşgul olduklarından câmiye gelemezler, ali efendi namazı tek başına kılmak zorunda kalacağını bildiği halde işini bırakır, yine de namazını câmide kılardı.
ali efendi ibadetine düşkün, çokça kurân okuyan kanaat ehli bir kimse idi. 1954 senesinde zorluklarla biriktirdiği parasıyla hacca gitti ve mekke-i mükerremede rahatsızlanarak vefat edip cennetül-me-lâda, daha önce orada vefat etmiş bulunan babası mustafa efendinin yakınına defnedildi.
annesi fâtıma hanım kul haklarına çok dikkat ederdi. ineklerini meraya götürürken kimsenin bahçesinden otlamasın diye ağızlarını bağlardı. kazara bir ineği başkasının bahçesinden otlayacak olsa hemen sahibinden helallik ister ve o inekten sağdığı sütün tamamını bahçe sahibine verirdi.
ilme başlamasi, hocalari ve icazeti
mahmud efendi hazretleri altı yaşındayken hafızlığını babası ve annesinde yaptı. ailesinin ve yetiştiği çevrenin dindarlığının da etkisiyle küçük yaşına rağmen namazları câmide kılıyor, nafile ibadetlere de ihtimam gösteriyordu.
hafızlığını bitirdikten sonra ramazan ayında kayseriye gidip o bölgenin muteber ulemâsından olan tesbihcizade ahmed efendiden sarf, nahiv ve farsça okudu. kayseride bir sene kaldıktan sonra memleketi ofa dönerek zamanın en meşhur kıraat âlimi mehmed rüşdü aşıkkutlu hoca efendiden kurân-ı kerîm kıraat etti.
belağat, ilm-i kelam, tefsir, hadis, fıkıh ve usûl-ü fıkh gibi sâir ulûm-i şer-iyyeyi ise aklî ve naklî ilimlerde mütehassıs ulemâdan ve süleymaniye medresesi dersiâmlarından olan eniştesi çalekli hacı dursun fevzi efendiden ikmal ederek henüz on altı yaşında iken icazet aldı.
kendisi okurken okutmaya başladığı talebelerini yedi sene kadar okuttuktan sonra askere gitmeden icazet verdi (ki o tarihlerde bu, başarılması çok zor bir işti).
şeyhi ali haydar efendiyle tanişmasi
askerde bulunduğu sırada ise hayatının seyrini değiştirecek olan en büyük üstadı ve şeyhi ali haydar efendiyle tanıştı. ali haydar efendi hazretleri osmanlı sultanlarından son dört padişahın huzur hocalarından olup, meşîhat-ı islâmiyyede heyet-i telîfiyye reisi idi.
müteassıb bir hanefî olan ali haydar efendi "mezâhib-i erbe?anın fıkıh kitapları kaybolsa hepsini ezberden yazdırabilirim" diyecek derecede dört mezhebin fıkhına da vâkıf biriydi ve aynı zamanda dört mezheb müftüsüydü. mecellenin "büyu? ve icâre" bölümünün hazırlanması kendisine tevdî edilmiş, seçtiği sekiz kişilik ilmî bir heyetle bu kısmı itmam etmişti. daha sonra istanbul müftülüğü ve diyanet işleri reisliği yapmış olan ömer nasûhi bilmen gibi muktedir bir fakîh bu heyette kendisinin dördüncü kâtibiydi.
ali haydar efendi son devir osmanlı ulemâsının en büyüklerinden sayılan merhum zâhidül-kevserîye bir fetvasından dolayı meşîhatta çıkışmış, sonra kahireye gidecek olan talebesi emin saraç hoca efendi ile: "o şimdi muhâcir oldu, ben bir defa kendisine çıkışmış idim, hakkını bana helal etsin" diye kendisine haber gönderdiğinde zâhidül-kevserî: "o bizim üstadımızdır, her zaman bize çıkışma hakkına sahiptir" diye kendisinden övgüyle bahsetmişti.
işte mahmud efendi murad (allâh-u te-âlâ tarafından seçilmiş) kullardan olduğu için böyle büyük bir âlim ve şeyh olan ali haydar efendi kendisinin ayağına gönderildi, şöyle ki: ali haydar efendinin kırk sene evvel vefat etmiş olup bandırmada medfun bulunan şeyhi ali rıza bezzaz hazretleri bir gece istanbuldaki tekkede bulunan ali haydar efendi hazretlerine mânevî yolla zuhur edip, o günlerde orada askerde bulunan mahmud efendiyi takdim ederek: "bandırmaya hemen gel ve buradaki emaneti al" diye emir buyurmuş.
bunun üzerine ali haydar efendi derhal bandırmaya gidip tekke câmiine varmış ve yanında bulunan müridlerine: "burada bir asker var, onu bulun ve bana getirin" buyurmuş. bu emir üzerine bandırmada bir asker aramaya başlamışlar. fakat bu askerin adı, soyadı ve adresi olmadığı için işleri hiç de kolay olmamış.
bundan sonrasını mahmud efendi hazretleri şöyle anlatır: "küçük yaşlarımdan beri âlimlere ve şeyhlere karşı muhabbetim vardı. nerede bir âlim, bir allâh dostu olduğunu öğrensem onu ziyaret ederdim. bandırmada acemi birliğinde askerlik yapıyorken orada da ziyaret edip, duasını alabileceğim âlim bir zat, bir şeyh efendi var mı diye merak ediyordum. orada halil efendi isminde takva sahibi bir zat vardı. bir keresinde ona: buralarda şeyh yok mu? diye sordum. o da bana ali rıza bezzaz efendi hazretlerinin kabrini göstererek: bu zatın halîfesi var, lakin o da istanbulda dedi.
bunun üzerine ben o zatın kabrini ziyaret ettim. onun halîfesini de ziyaret edip duasını almayı arzu ettiğim için, bir fırsatını bulup istanbula nasıl gidebilirim? diye düşünmeye başladım, işte o anda kalbim o zata doğru aktı. artık daima onu düşünür oldum.
bir gün bandırmada deniz kenarındaki haydar çavuş câmiinde cuma namazını eda ettim. namazdan sonra câminin bir köşesinde beyaz sarıklı, beyaz cübbeli, gayet heybetli ve nûranî bir zat gördüm. bana padişah gibi heybetli geldi. o zatın kim olduğunu sorduğumda bana: işte o zat senin görmek istediğin ali haydar efendi hazretleridir dediler.
çok sevindim ve onunla görüşmek istedim. fakat yakınları temkinli davranıp bana: zaman çok kötü, bu zat takipte. gece gelirsen görüşürsün dediler. gece gittiğimde rahatsız olduğu için erken yatmıştı. kendisiyle ancak ertesi gün görüşmek nasip oldu, huzuruna girdiğimde beni görür görmez: işte kitaplarımı teslim edeceğim kişi budur dedi. böylece görüşüp tanıştık, beni kendisine mânen şeyhinin teslim ettiğini bildirdi ve kendisinden ayrılmamamı tenbih etti, bir daha da onu hiç bırakmadım."
ilme verdiği önem ve dînî ilimleri neşri
şeyhi ali haydar efendinin vefatıyla mahmud efendi hazretlerinin hayatında yeni bir merhale başlamış oldu. bir taraftan imamlık yaparak cemaatle, bir taraftan talebe okutmakla, diğer bir taraftan da ali haydar efendi hazretlerinin vasiyeti vechile tarikat ehli ihvanı irşâd ile meşgul oluyordu.
imamlık yaptığı ismailağa câmiini hem tekke hem medrese hem de emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil-münker merkezi olarak kullanıyordu. osmanlı medreselerinde takib edilen usul üzere daha askere gitmeden önce memleketinde birçok talebe okutmuş ve birçok kimselere icazet vermiş olan mahmud efendi hazretlerinden istanbulda da birçok imam, vâiz ve müftü ders aldı.
kendisi daima insanları ilme, amele ve ihlasa teşvik etti. o zamanlarda ilim okumak ve okutmak hele ki sünnet-i seniyyeden taviz vermeden bu işi yapmak hiç de kolay değildi.köylerde cenazeleri kaldıracak, ramazanlarda teravih kıldıracak ve mukabele okuyacak kişileri bulmak bile zor hale gelmişti. avam halk kurân-ı kerîmi okuyamaz, namaz kılmayı bilemez, dînî vecîbelerden bîhaber ve dahî îman şartlarını sayamaz ve kelime-i şehâdeti bile telaffuz edemez hale gelmişti.
on sekiz sene ezân-ı muhammedî türkçe okutulmuş, arapça okuyanlar takibe uğrayıp cezalandırılmıştı. din adamları ve mütedeyyin insanlar basın-yayın organları kullanılarak kötülenmiş, iftiralar atılarak halkın nazarından düşürülmeye çalışılmıştı ve bu işte oldukça mesafe de kat edilmişti.
sakallılar, sarıklılar papaz diye yaftalanmış, çarşaflılar öcü gösterilmiş ve hatta fahişe ithamlarına hedef kılınmışlardı. bu maksatla nice filimler, tiyatrolar ve piyesler düzenlenmişti. bu iş meydanlarda çarşaf çıkarma merasimleri icra etmeye kadar varmıştı. ilkokuldan itibaren çocuklar bu telkinlerle büyütülmeye başlanmıştı. insanlar körü körüne avrupayı taklit etmeye teşvik edilmiş ve bu hususta bütün ölçüler ayakaltına alınarak her türlü rezalet açıktan işlenir hale gelmişti.
dînî ilimleri içeren kitaplar bir yana kurân-ı kerîm okumak bile yasaklanmıştı. bu şartlar altında dînini öğrenmek isteyenler dağlarda, mağaralarda, ahırlarda ve mezarlıklarda köşe bucak kaçarak, dışarılara nöbetçiler bırakarak ders okumaya çalışıyorlardı.
kurân-ı kerîmi arapçasından okuyabilmenin bile ulaşılması çok zor bir iş olduğu bu ağır şartlar içerisinde mahmud efendi hazretlerinin kırk-elli senelik kısa bir zaman zarfında erkekli kadınlı binlerce hoca, on binlerce talebe yetiştirmesinin ve milyonlarla ifade edilen sakallı erkeklerin ve çarşaflı kadınların yetişmesine sebep olmasının her türlü takdirin fevkınde bir hizmet olduğu âşikardır.
on beş-on altı yaşlarındaki gençlerin sakallarına jilet vurmaması, sarık, şalvar, cübbe giymeleri, hafızlık yapmaları ve kurân ilimlerini tahsil etmeleri, genç kızların çarşaf giymeleri ve küçük yaşlarda kurânın manasını anlayacak seviyeye ulaşmaları hiç şüphesiz büyük bir gayretin ve yüce bir mânevî tasarrufun eseridir.
mahmud efendi hazretleri hemen hemen bütün illeri, kasabaları ve binlerce köyü gezerek emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil-münker yaparken daima insanları ilim öğrenmeye çağırıp durdu. kendisine "bir emriniz, bir arzunuz var mı?" diye soranlara "her mahalleye bir kız bir erkek medresesi yapın" diye cevap verirdi.
kendisinin ilme teşvik babındaki bazı sözleri şöyledir:
"ey talebeler! sizler, kurumuş toprakların yağmur yüklü bulutları, direksiz kubbenin direklerisiniz."
"ömrümden üç nefesim kalsa size okuyun, okuyun, okuyun derim."
"sizin yerinizde olsam bu sabah kahvaltı yapmadan ilme başlardım."
ilim neşrinde tâkip ettiği usûl
mahmud efendi hazretlerinin yaşadığı zamana ve türkiye şartlarındaki insanların ahvâline göre ilmi artırmada kullandığı tedrîcî üslub hayret vericidir.
hatta bâzı ilim ehli kimseler bu husustaki inceliğe muttalî olamadıklarından kendisini tenkid bile etmişlerdir. çünkü insanlara "emsile, bina, avâmil okuyun yeter" diyerek ilme teşvik ediyordu.
kurân-ı kerîm okumayı dahi bilmeyen, geçim derdine düşmüş bir millete "on beş-yirmi sene ilim okumalısınız" demiş olsaydı acaba bu ilmi kim kabul ederdi.
bir zaman sonra ilmî seviyeyi yükseltip zikrolunan kitaplara izhar ve izzî gibi diğer kitapları eklemiş ve "izhar okuyan hocadır" buyurarak insanları heveslendirmişti.
daha sonra bu kitaplara kâfiye, molla câmî, nûrul-îzah, mülteka, telhis, şerhul-emalî, şerhul-akaid gibi daha yüksek kitapları ekledi.
ilmin temelini bu şekilde atarak birçok talebeler yetiştiren mahmud efendi hazretleri bunlarla da yetinmeyip "mülteka ezberlenmeli", "hidâye okunmalı", "mültekanın şerhi mecme?ul-enhuru anlayarak okuyup bitirmeyene hoca demem" gibi sözlerle ilmî seviyeyi daha da yükseltti.
artık "uzun uzun tefsirler, uzun uzun hadisler, fıkıhlar okuyun" diyor ve hoca olduktan sonra yedi sene fıkıh ihtisası yapılması gerektiğini söyleyerek içindeki niyetini dile getiriyordu.
bu arada kadınların cahil kalmalarına gönlü razı olmadığından bu konuda da yeni bir çalışma yapıyordu. kadınlara islamiyeti en kolay yine kadınlar anlatabileceği için onlardan da hocalar yetiştirmek gerekiyordu. erkeklerin, kendilerine mahrem olmayan kadınları hele ki böylesine bozuk bir zamanda okutmaya kalkmaları birçok mahzuru beraberinde getireceğinden bu işe şöyle bir çare buldu; kendisi önce erkekleri okuttu, sonra erkek hocalara hanımlarını ve kızlarını okutmalarını emretti. kocalarından veya babalarından okuyan hanımlar da diğer hanımları okuttular.
kadınların nurlarını söndüren unsurlar erkeklerinkinden daha az olduğu için kısa zamanda kadın medreseleri çoğaldı ve yayıldı.
öyle ki okuyan kadınların sayısı erkekleri geçti. nice kızlar hâfızlık yaptı ve niceleri hoca olup sâir kadınların hidayetlerine vesîle oldular.
mahmud efendi hazretleri ilme teşvik babında vaazlarında defalarca şu sözleri tekrarlamıştır: "boğaz köprüsünü alelâde marangozlar, demirciler yapabilir mi? büyük mühendisler, büyük mimarlar lazım. işte bu din köprüsünü de küçük hocalar yapamaz, büyük âlimler lazım."
ulemâya hurmet ve nusreti
ulemâya, talebelere çok hürmet eder, hallerine ihtimam gösterir ve onların müşkilleriyle bizzat ilgilenirdi. ilmiyle âmil olmayan âlimlere olsun, mücerred hâfızlara olsun son derece tâzim eder, huzuruna girdiklerinde ayağa kalkar, uğurlarken kapıya kadar refâkat eder, hatta arabada dahi ön koltukta oturan hâfız ise ayaklarını ona doğru uzatmaz, derli toplu otururdu.
okuyanlara ve okutanlara maddî ve mânevî yardım etmekte elinden gelen her türlü imkânı kullanırdı.
1962 yılında ders halkasına katılan konyalı bir talebesi şöyle anlatmaktadır: "fatihte müezzindim. sabah namazından sonra ismailağaya gider, öğleye kadar hoca efendiden ders okurdum. öğleden sonra da müzâkere ve mutâla?a ile ilgilenirdim. beş tane çocuğum vardı. evin kirasını ödemekte de zorlanıyordum. ek işte çalışmaya karar verdim. bunun için ders okumayı bırakmam gerekiyordu. bir gün dersten sonra hoca efendiye durumu arz ettim. çok müteessir oldu. bana beklememi söyleyip, kendisi kalkıp evine gitti, hanımının bileziklerinden üç tane alıp geldi. al, bunlar sana hediyemizdir. bozdur kiranı öde, lâkin dersten geri kalma dedi."
ilim ve tarîkati birleştirmesi
mahmud efendi hazretleri, şeyhi ali haydar efendi hazretleri gibi ilim ve tasavvufu cem eden zülcenâhayn bir zat idi.
mahmud efendi tarîkat üzerinde titizlikle durmakla birlikte şer-i şerîften zerre kadar taviz verilmesine de asla müsaade etmemiştir. o her zaman rüyalara, zuhuratlara, keşiflere, kerametlere ve sâir hârikulâde hallere fazla itibar edilmemesi gerektiğini, asıl maksadın şerîat caddesinde istikamet etmek olduğunu dile getirmiştir.
aşağıda zikredeceğimiz sözleri bu mevzûda ne kadar hassas davrandığını gözler önüne sermektedir:
"mürşid olarak bilinen bir şahısta şerîatı tatbik var ise, o şahısta tarîkat da vardır. şerîat yok ise tarîkat da yoktur, o şahıs mürşid olamaz."
"kendinizi rüya veya zuhuratta çok güzel hallerde görebilirsiniz. şerîata aykırı hal ve hareketleriniz olduğu halde böyle rüyalar görüyorsanız, biliniz ki bu rüyalar sizin için istidractır. istidrac; allâh-u te-âlânın âsi bir kulunu derece-derece helâka çekmesi demektir. bu kadar çalışmalarımız niçin? şerîatı iyi becerelim diye. dön dolaş hep şerîat."
"imâm-ı rabbânî (kuddise sirruhu) hazretleri 2. cildin 50. mektubunda şöyle buyuruyor; şerîatın hakîkatine kavuşmak için şerîatın sûretine uymak şarttır. çünkü velâyetin (velîliğin) ve nübüvvetin (nebîliğin) bütün kemalleri, şerîatın sûreti üzerine kurulmuştur."
şerîat ve sünnete ittibâsi
mahmud efendi hazretleri insanları sadece sözüyle değil, hâliyle de ilme ve ibadete teşvik etmiş, başladığı hiçbir ibadeti bırakmamış ve istikametiyle görenleri gayrete getirmiştir.
farz namazların evvel ve âhirindeki sünnet namazların hâricinde teheccüd, işrak, kuşluk, evvâbîn, tahiyyetül-mescid ve abdest şükür namazı gibi nevâfili hiç terk etmemiş hatta bir defasında "kuşluk namazını terk edeceğine mahmud ölsün daha iyi" buyurmuştur.
pazartesi-perşembe orucunu, ramazanın son on günü îtikâfı terk ettiği görülmemiştir. hadîs-i şeriflerde zikrolunan nâfile namaz, oruç ve zikir gibi ibadetlere devam etmiş, müslümanları da teşvik etmiştir.
üstad hazretlerinin unutulmuş sünnetleri diriltmesi, sünnetlerden mâadâ edeplere bile farz gibi riayet etmesi müslümanlar tarafından sevilip takdir edilmesine vesile olmuştur. türkiyede "takva" denilince, "sünnet-i seniyyeye ittibâ" denilince akla gelen ilk isim olması bu dikkatinin netîcesidir.
bir ara cemaatinin "mahmudçular" ismiyle zikredildiğini duyduğunda çok üzülmüş ve cuma hutbesinde şunları söylemiştir: "mahmudçular diyorlar. allâh aşkına! ben yeni bir din mi îcad ettim?! rasûlüllâh (sallâllâhu aleyhi ve sellem)in günlük hayatta tatbik edilen dört bin küsur sünneti vardır, dördünü terk ettiğimi gören arkamda namaz kılmasın."
zikir ve tebliğe verdiği önem
mahmud efendi hazretleri şer-?i şerîfi bütün olarak gördüğü için sadece ilimle meşgul olup ibadette, zikrullâhın medresesi mesâbesinde olan tarîkat vazîfelerinde, dîni tebliğ etmekte ve emr-i bil-mâ?ruf nehy-i anil-münker yapmakta gevşeklik gösterilmesini asla tasvip etmezdi.
bu mevzû ile alâkalı sarf ettiği şu sözleri zikretmek onun yolunun bir nebze olsun anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
"yatmadan evvel biraz ders (tarîkat virdi) ile meşgul olalım. teheccüd namazından sonra devam edelim. işrak vakti bitirelim. ondan sonraki bütün vakitlerimizi ilme harcayacağız."
"zikrullah, efendimiz (sallâllâhu aleyhi ve sellem)e en büyük ittibâdır. rasûlüllâh (sallâllâhu aleyhi ve sellem) zikirsiz durmazdı. rasulullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) bana zikri emretti ben de zikrediyorum demeli ve sabah akşam durmadan allâh-u te?âlâyı zikretmeli."
emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil-münker yapılması gerektiğini beyan ederken şöyle derdi:
"istanbulun bütün evleri medrese olsa emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil-münker olmasa bir değer ifade etmez."
"allah aşkına acıyın bu insanlara. sel gibi cehenneme akıyorlar."
üstadı ali haydar efendiden şu sözü çokça naklederdi:
"dîn-i mübîn-i islamın devam ve bekası emr-i bil-maruf ve nehy-i anil-münkerin devam ve bekasına, dîn-i mübîn-i islamın inkırâzı (yıkılması) ise emr-i bil-mâruf ve nehy-i anil-münkerin terkine bağlıdır."
âlimlerin kendisi hakkindaki sözleri
mahmud efendi hazretlerinin şeyhi , son dört padişahın huzur hocası, dört mezhebin müftüsü ve meşîhat-ı islamiyyede heyet-i telîfiyye reisi olan ali haydar efendi hazretleri kendi yerine bıraktığı mahmud efendi hazretleri hakkında: "(ilahî koruma sayesinde) henüz mahmudumun sol tarafına bir seyyie(günah) yazılmamıştır. mahmudumun eli benim elimdir.
bende ne varsa mahmuduma verdim. onu sevmeyen âhirette beni göremez." buyururlardı.
ali haydar efendiden ve zâhid el-kevserîden mücaz olan büyük âlim emin saraç hocaefendi, mahmud efendi hazretlerini sıkça ziyaret eder ve çeşitli vesilelerle: "ali haydar efendi hazretlerinin murâdını mahmud efendi hayata geçirmiştir, çünkü ali haydar efendinin tek arzusu ilmin yayılması ve (sakal, cübbe-şalvar ve çarşaf gibi) islam şiârının canlanmasıydı" derdi.
mahmud efendi hazretlerinin zâhirî ilimdeki üstadı hacı dursun fevzi efendi: " mahmud efendi hazretlerinin arkasında namaz kılan, imam-ı âzam efendimizin ardında kılmış gibidir" derdi .
kendisi evvelki meşayıhtan icazetli bir şeyh olduğu halde ilk önce ali haydar efendi hazretlerine intisab edip onun halifesi olmuş, daha sonra mahmud efendi hazretlerine intisab ederek onun yüce makamını itiraf etmiştir.
imâm-ı rabbânî hazretlerinin yedinci torunu ve medîne-i münevveredeki mazharî ribâtının son şeyhi olan muhammed mazhar el-fârûkî hazretleri, mahmud efendi hazretlerini istanbulda ziyaret etmiş ve:
"ben âlemleri gezdim, bu asırda mahmud efendi gibi şerîat ve tarîkatı birlikte yaşayan bir zat görmedim" demiştir.
islam âleminin en büyük âlimlerinden ve ehl-i sünnetin en büyük müdâfîlerinden olan büyük kutub allâme seyyid muhammed alevî el-mâlikî (rahimehullâh) mahmud efendi hazretlerini istanbuldaki dergâhında birkaç defa ziyaret etmiş, vefatından önce on gün kadar kendisinin misafiri olmuş ve:
"dünyada birçok cemaatler gördüm. kimisi ilme önem verip tasavvufu zâyi etmiş, kimi de tasavvufa ihtimam gösterip ilmi zâyi etmişlerdir, ama mahmud efendi ve cemaati ilimle ameli, şerîatla tarîkatı birlikte yaşayıp-yaşatan müstesna cemaatlerdendir.
bu kadar kalabalık müridi olup da kendisini öne çıkarmayan ve son derece tevâzû sahibi olan bir zat mutlaka evliyâullâhın kutuplarından biri olması gerekir, zira bu makam normal bir velîde tahakkuk etmez" demiştir.
2009 senesinin yaz aylarında vâki olan şâm-ı şerîf ziyaretinde akdedilen ulemâ ve meşâyih meclisinde allâme muhammed sa?îd ramazan el-bûtî bu mevzûya işaret edip mahmud efendiye "türkiyedeki sırrı siz muhafaza ettiniz" demişti.
yine 2009 yılının aralık ayında mahmud efendiyi ziyarete gelen büyük muhaddis allâme muhammed avvâme, bir sohbet esnasında etrafında toplanan on bin kadar talebeyi gördüğünde hazreti ali efendimizin (kerremellahu vechehû) kûfeye gelişinde ibni mes-ûd (radıyallâhu anh)ın talebelerinin onu karşılamaya çıkışlarını zikrederek hazreti ali (kerremellahu vechehû)nun ibni mes-ûd (radıyallâhu anh) hakkındaki;
"allâh ibni mes-ûda rahmet etsin. gerçekten bu beldeleri ilim doldurmuş" sözünü nakledip akabinde;
"allâh mahmud efendiye merhamet etsin. gerçekten bu beldeleri ilim doldurmuş" demişti.
mahmud efendi hazretlerinin ilim, amel ve ihlastaki yüksek mertebesine daha birçok âlim değinmiştir ki, büyük muhaddis merhum abdulfettâh ebû ğudde kendisini mescidinde ziyaret edip hürmetlerini arz etmiştir.
medîne-i münevverenin kutuplarından olup dünyadaki bütün velilerin meclisinde toplandığı muhammed zekeriya el-buhârî hazretleri rüyasında rasûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem)i görmüş, kâinatın efendisinin hemen ardında da mahmud efendi hazretlerini, ayağını rasûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem)in mübarek ayağını kaldırdığı yere koyarken görmüş, bunun üzerine mahmud efendi hazretlerine: "ben buharada seyr-u sulûkümü tamamlayamadım, siz bana tamamlattırır mısınız? diye ricada bulunmuş. efendi hazretleri de: "siz manen tamamlamışsınız" diyerek tevazu göstermiştir.
şâm-ı şerîfin fukahâsından abdurrezzak halebî hazretleri mahmud efendi hazretlerinin en büyük âşıklarından olup talebelerine daima onu tanıtmaya çalışmıştır.
son devrin hanefi fukahâsının en büyüklerinden olan merhum edîb kellâs hazretleri yüz yaşına yaklaşmış iken ellerde taşınarak şâm-ı şerîf ziyaretlerinde efendi hazretlerini ziyarete gelmiş ve onun hakkında: "kalbimin sevgilisi"diye ihtiramda bulunmuştur.
türkiye meşâyıhının ulularından, kelâmî dergâhı postnişîni ali haydar efendi hazretlerinin âhiretliği olan mahmud sami ramazanoğlu hazretleri, mahmud efendi hazretlerini mescidinde ziyaret ederek onun yüce makamını tasdik etmiştir.
gümüşhânevî kolunun önde gelen meşâyıhından mehmed zâhid kotku hazretleri, mahmud efendi hazretlerini sürekli ziyarete gelmiş ve cenazesinin yıkanmasını ve namazının kıldırılmasını kendisine vasiyet etmiştir.
ali haydar efendi hazretlerinin âhiretliği olan alvarlı muhammed lutfî efe hazretlerinin âhiretliği olan, rasûlüllâh (sallallâhü aleyhi ve sellem)in kabr-i şerifinin kapısı herkesin önünde kendisine açılan ve vefatından altı ay sonra kabrinden çıkartıldığında kefeninde hiçbir leke bulunmaksızın etrafa misk kokuları saçan hacı salih efendi hazretleri, mahmud efendi hazretlerinin müridi gibi pazar sohbetlerine katılır ve onun hakkında: "kutb-u medar bu zattır, görmüyor musunuz, dünya etrafında dönüyor" buyurmuştur ki bu fakir bunu bizzat kulaklarımla duymuşumdur.
son dönemde kurana çok büyük hizmeti geçmiş olan gönenli mehmed efendi hazretleri, mahmud efendi hazretlerini sık sık ziyaret ederdi. oğlu vefât ettiğinde efendi hazretlerimizle birlikte kendisine tâziye ziyaretine gittiğimiz zaman efendi hazretlerine hitaben : "senin yaptıklarını biz beceremedik, ortalığı sakallılarla ve çarşaflılarla doldurdun. bir kere rüyamda semânın bir katında evliyâullahın toplantısına katıldım, tanıdığım bütün meşâyıh oradaydı, seni göremeyince sağa sola bakındım. o zaman hâtiften: "mahmudu aşağılarda arama. yukarı bak! yukarı! " diye nida edildi " demiştir.
son devir osmanlı ulemasından ve medîne-i münevvere meşâyıhından olan hattat mustafa necati erzurûmî efendi hazretleri, mahmud efendi hazretlerine çok tazim eder, medîne-i münevverede kaldığı otellerde efendi hazretlerini ziyaret eder ve :
"şeytan senden kaçtığı kadar kimseden kaçmıyor. bu zamanda şeytanın en büyük düşmanı sensin. " derdi.
muhammed ali sâbûnî gibi dünya çapında meşhur allame, mahmud efendi hazretlerine intisab etmiş ve :
"bu zât sadece türkiyenin değil, bütün dünyanın şeyhidir. " demiştir.
seyda cezerînin halifesi büyük âlim mehmet emin er, suud ulemasından seyyid ibrahim ahsâî, mekke ulemasından ahmed nurseyf, medîne-i münevverede bulunan arif hikmet kütüphanesi müdürü büyük âlim ali ulvi kurucu, erzurum müftüsü halis efendi gibi üstadımız hazretlerini ziyaret eden, kendisinin yüceliğini itiraf eden ve kendisine intisab eden daha birçok zevât-ı kirâm vardır ki bunları tek tek saymaya ne bizim ömrümüz, ne yaşımız, ne de imkanlarımız müsait değildir.
allah-u teâlâ bu yüce ğavsın dünyada himmetlerini, âhirette şefâatlerini cümlemize nasip eylesin. âmîn! "
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?