laiklik

evrendeki en mutevazi insanim
laikligin kisa tanimi, daha once belirlenmisti. yeniden ozetleyecek olursak, laiklik; devlet duzeninin ve hukuk kurallarinin dine degil, akla ve bilime dayandirilmasidir.
cok uzun bir zaman hemen hemen butun insan topluluklari, dinlerin koydugu esaslara gore yonetilmislerdir. cunku insanlarin akil ve bilim alanlarinda olgunlasmasi kolay olmamis, uzun bir zaman almistir. bu donemde insanlar, kendi akil ve iradeleri disinda kalan birtakim gucler tarafindan yonetildiklerini kabul ederek rahatlamislardir. bu sebeple, devletlerle ozdesleyen dinler ve din adamlari, giderek buyuk olcude guclenmis, gelisen insan zekisinin onune engeller koyarak varliklarini surdurmeye calismislardir.
dinler, inanc kavramina dayanirlar, ister ilkel olsun, ister gelismis, her dinin temeli belli varliklara ve olgulara tartismadan inanmaktir, insanlar ozellikle olum gibi en urkutucu olay karsisinda inanc dunyalarini zenginlestirmis, dinsiz yasayamaz duruma gelmislerdir. insanoglunun evren ve olum karsisindaki caresizligi, zengin inanc sistemleri dogurmustur. bu caresizlige karsi tek siginilacak yerin din olusu, dinlerin insanlari yonetmesi sonucunu vermistir, ilk zamanlar icin bu bir zorunluluktu. insanlar arasinda duzen ve barisi saglamak icin dinin buyruklarina ihtiyac vardi. olumsuzluge erismek isteyen insanlari, hayatta iyi davranislara yonlendirmek icin dinler hukuk kurallari da koydular ve bu kurallarin uygulanmasina titizlik gosterdiler.
ozellikle ileri dinlerin koydugu bas hukuk kurallari, ayni zamanda evrensel ahlâki da yansitir. hicbir din, insanlara erdemsiz yasamayi, hirsizligi, yalanciligi, zinayi, adam oldurmeyi buyurmaz. tersine, butun dinler ahlâkli ve erdemli yasamayi buyururlar. dinler arasindaki farkliliklar, tanri ve ibadet anlayisindan kaynaklanmaktadir. boylece her din, tek ve ustun gercegi temsil ettigini ileri surdugunden dinler arasinda bir birlik gorulmemektedir.
cok ileri ve ustun bir din olan islâmlik, kisa surede inanc sistemini bircok ulusa benimsetmistîr. hazreti muhammed’in olumunden sonra muslumanlik hizla gelisti. buyuk islâm bilginleri, ilkcagin akilci filozoflarini yeniden gun isigina cikardilar, oyle ki, batili bilginler bu filozoflari muslumanlardan ogrendiler. muslumanlik bu akil caginda buyuk asamalar yapti. tanrinin insanlara dogru yolu gormesi icin akil verdigini soyleyen bilginler, islâm dininin ilerlemesinde buyuk rol oynamislardir. onlari destekleyen halifeler de cikmistir. boylece muslumanlik asagi yukari uc yuz yil tanrinin gosterdigi yolda gelismistir. akla dayanan bu gelisme sirasinda islâm hukuku da gunluk hayata uydurulmustur. ne yazik ki, bir sure sonra bu gelisme durdu, islâm dunyasinda aklin yerini, tutucu ve durgun bir inanc kapladi. bu gorusun sahipleri, akil yolu ile degil, sadece inancla yasamak gerektigini savunuyorlardi. bu gorus kisa surede yayginlasti, islâm dini ve hukuku donup kaldi. buna karsilik akil yolunu muslumanlardan ogrenen batililar, bu esaslari gelistirmekteydiler.
iste turkler musluman olduklari vakit, islâm dunyasinda durgunluk baslamisti. turkler, ustun yetenekleriyle kisa surede islâm dunyasina egemen oldular. cok icten inandiklari muslumanligi hiristiyanlara karsi korudular, islâmligi anadolu’ya ve balkanlar’a yaydilar, ama onlar guclerinin dorugunda iken bati’da da akil cagi baslamisti. buyuk akilcilar, bir zamanlar musluman bilginlerin dedikleri gibi tanrinin insanlara verdigi en buyuk hazine olarak akili gorduler. boylece bati’da bilim ve hukuk akla dayandirilmaya basladi. burada hemen sunu belirtmekte yarar vardir: bu buyuk akilci akima karsi, orada da kilise direnmistir. ancak bu direnme yeni mezheplerin (protestanlik) dogmasina yol acmistir. bu yuzden hiristiyan dininin bir butun olarak akilciliga karsi durmasi imkâni kalmadi. kilise giderek yenilikleri kabul etmeye basladi. nihayet xviii. yuzyil sonunda cikan fransiz ihtilâli ile laiklik, devlet ve hukuk duzenine egemen oldu. yani devlet, dinin etkisinden aritildi. ama ayna zamanda din ozgurlugu de kabul edilerek, devletin vatandasin vicdanina karismayacagi, herkesin inancinda serbest oldugu esasi konuldu.
osmanli devleti’nin bu gelismenin disinda kaldigini biliyoruz. ataturk belki de islâmligin parlak cagina donus yaparak, zamana ve akla uymayan, eskiyen hukuk kurallarini bir yana birakarak devleti laiklestirmistir. ama islâmligin inanc ve ibadete dayanan kurallarina hic dokunmamistir.
ataturk kesinlikle dinsiz degildi. su sozleri soyleyen ataturk’un dinsiz oldugu, laiklikle dinsizligi getirdigi soylenebilir mi? :"tanri birdir, buyuktur. bizim dinimiz en makul (akla uygun) ve tabii (dogal) bir dindir. ve ancak bundan dolayi da son din olmustur. bir dinin tabii olmasi icin akla, fenne, ilme ve mantiga uymasi gerektir. bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur... ey millet, allah birdir, sani buyuktur. peygamberimiz, efendimiz cenabi hak tarafindan insanlara dinin gerceklerini bildirmeye memur ve elci olmustur... insanlara feyz ruhu vermis olan dinimiz akla, mantiga, gercege tamamen uyuyor. bu sebeple en mukemmel dindir... varlik dunyasinin butun kanunlarini yapan cenab-i haktir... dinime, gercegin kendisine nasil inaniyorsam buna da oyle inaniyorum". ataturk bunlar gibi daha bircok soz soylemistir.
ataturk’un akla uygun bir uygulama istedigini belirten su sozleri, ne derin anlamlar tasimaktadir: "buyuk dinimiz, calismayanin insanlikla ilgisi olmadigini bildiriyor. bazi kimseler modern olmayi kâfir olmak saniyorlar. asil kufur onlarin bu zanni (dusunce)dir. bu yanlis yorumu yapanlarin amaci; islamlarin kâfirlere tutsak olmasini istemek degil de nedir?"
"bizim dinimiz milletimize, duskun, miskin ve hor gorulmeyi tavsiye etmez. tam tersi, allah da peygamber de insanlarin ve milletlerin yucelik ve serefini korumalarini buyuruyor... bizim dinimiz icin herkesin elinde bir miyar (olcut) vardir. bu miyar ile hangi seyin dine uygun olup olmadigini kolayca takdir edebilirsiniz. hangi sey ki, akla, mantiga, toplumun cikarlarina uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur, o sey dinîdir. eger bizim dinimiz aklin, mantigin uydugu bir din olmasaydi, en mukemmel ve en son din olmazdi".
goruluyor ki, ataturk bilgisiz ve cikarci kimselerin milleti din adina somurmesine karsidir. o, devlete, hukuka ve bilime can verecek kurallarin akla, mantiga uygun olmasini istemektedir. ataturk, daha 1927 yilinda dinin siyaset araci olarak kullanilmasindan dogacak sakincalari ve cikar duskunlerini soyle anlatmistir: "masum halka bes vakit namazdan baska, geceleri de namaz kilmayi vaaz etmek ve ogutlemek, belki de omrunde hic namaz kilmamis olan bir politikaci tarafindan vâki olursa, bu hareketin hedefi anlasilmaz olur mu?" ataturk’un yillarca once soyledigi bu sozler ne kadar dusundurucudur.
laiklik devletin temeli olunca, akla dayanan uygulamalarla millet zaman yitirmeden calisma ve kalkinma imkâni bulur. devlet vatandasin inancina karisamaz; daha once de belirtildigi gibi inanclar cesitlidir. herkesi bir dogrultuda inanca zorlamak olmaz. bu herseyden once demokrasiye aykiridir. demokrasi, bir ozgurluk rejimidir. bu sebeple demokrasilerde devletin tek bir dini vatandaslara benimsetmeye calismasi dusunulemez. bu davranis demokrasi kavramina uymaz. hem kur’an "dinde zorlama yoktur" diyor. bundan baska kur’an ve hazreti muhammed devlet yonetiminde akla dayanilmasini isteyen pek cok buyruklar vermistir.
demek ki, laiklik vatandas inancinin en saglam guvencesi oluyor. inanc ozgurlugu devletce saglaniyor. herkes inancinda ve ibadetinde serbesttir. laikligi, resmi politikasi dinsizlik olan rejimlerden kesinlikle ayri tutmak gerekir. o tur rejimlerde devlet dine karsidir. vatandasin dinsiz olarak yetismesi icin gereken her turlu tedbiri alir. ataturkcu laiklikte ise, devlet islerine karistirilmamasi kosulu ile tam bir din ve inanc ozgurlugu vardir.
turk devleti ayni zamanda nufusumuzun yuzde doksan besinden fazlasinin inanc sahibi musluman oldugu gercegini de gormustur. muslumanlarin inanc ve ibadet hizmetlerini devlet yuklenmistir. din egitim ve ogretimi yapan kurumlar acilmis, buralarda ataturkcu, aydin, akilci, laik din adamlari yetistirmeye hiz verilmistir. hicbir donemde anadolu’da cumhuriyet donemindeki kadar cami yapilmamistir.
turk milleti ve devleti varligini ancak inanc ozgurlugu icinde, cagin geregi olan akil ve bilim kavramlarinin yolunda, insancil bir laikligi benimseyerek surdurebilir. geriye donus mumkun degildir. boyle bir tutum zamana ayak uyduramamak, cagin disinda kalmak olur.

ataturk’un laiklik ile ilgili bazi sozleri

laiklik, yalniz din ve dunya islerinin ayrilmasi demek degildir. butun yurttaslarin vicdan, ibadet ve din hurriyeti demektir. (1930)

laiklik, asla dinsizlik olmadigi gibi, sahte dindarlik ve buyuculukle mucadele kapisini actigi icin, gercek dindarligin gelismesi imkanini temin etmistir. (1930)
din bir vicdan meselesidir. herkes vicdaninin emrine uymakta serbesttir. biz dine saygi gosteririz. dusunuse ve dusunceye karsi degiliz. biz sadece din islerini, millet ve devlet isleriyle karistirmamaya calisiyor, kasit ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakiniyoruz. (1926)
laiklik

en etkili ve onemli ilke kesinlikle bu ilkedir. aslinda bu sozcugun anlami din ile siyaseti ve dolayisiyla da din ile kamu yasamini birbirinden ayirmaktir. osmanli imparatorlugu zamaninda siyaset dinin emrine sokulmustu. hatta bazan din de siyasetin emrine sokulabiliyordu. bunun boyle olmasindaki tarihsel neden, islam dininin kurucusunun hem siyasî ve hem de dinî lider olmasindan ve bunun yillardan beri bir gelenek haline getirilmis olmasindan kaynaklanmaktadir

akla hemen su soru gelebilir: „mustafa kemal’in kamu yasamiyla dini birbirinden ayirmasi karari nereden kaynaklanmistir?“ diye. burada bir din dusmanligindan sozetmek tamamen yanlis olur. cunku laiklik din karsiti bir ilke degildir. din, kisinin ozel yasaminin bir parcasidir. laiklige gore, insan yasaminda ibadetin disinda her turlu tasarruf, dîne, daha dogrusu kutsal kitaba gore d e g i l, anayasaya, yasalara ve kurallara gore yapilir.

devlet yasaminda, hukukta, aile yasaminda, kulturde, egitimde v.s. artik laiklik ilkesi ana temeldir. o’nu bu karara iten amac dinî degil, siyasîdir. bunun gerceklesmesi icin de once siyasetin dinin emrinden kurtarilmasi zorunluydu. mustafa kemal henuz genc bir subayken su kanaate varmisti: „mevzuatini ve hareket tarzini kuran’dan ve hadisten alan bir devlet, bilimin ve cagdasligin gerisinde kalir.“

bir ulkenin, cagi yakalamis olan ulkelerle boyolcusebilmesi, onlarin arasinda surekli olarak sesini duyurabilmesi, o ulke yurttaslarinin aklini kullanmasina ve bilime oncelik vermesine engel teskil eden kurum ve kurallarin ortadan kaldirilmasiyla mumkun olabilirdi. mustafa kemal bu gercegi gozonunde bulundurmus ve bazi cagdaslik degerlerini - savasta dusmani olmasina karsin - batili ulkelerden almistir.

o, 1924 yilinda yaptigi bir konusmada „dunya yuzundeki her sey icin, maddî ve manevî her sey icin, yasam icin ve basari icin en dogru yol gosterici bilimdir, tekniktir“. „bilimin ve teknigin disinda yol gosterici aramak, dusuncesizliktir, bilgisizliktir, yanlistir“, demistir.

bilime ve teknige oncelik verme konusunda asil engeli olusturan hilafet, halife‘nin sahsinda siyasî ve dinî temsilcilik bulmustu. bunu ortadan kaldirma plani, hem yurt icinde ve hem de yurt disinda karsit guclerin direnisiyle karsi karsiya kalmistir.

cumhurbaskani mustafa kemal, dis guclerin bu konudaki planlarinin turkiye’nin icislerine karismak oldugunu saptayarak, 1 kasim 1922‘de saltanatin kaldirilmasinda oldugu gibi, enerjik bir sekilde hilafet yanlilarina karsi cikmasi sonucu, 3 mart 1924‘te hilfet’in kaldirilmasi buyuk bir cogunlukla gerceklestirilmistir.

boylece, seyhulislamlik, dinî mahkemeler ve fetva usulu, dervislik nisani, medreseler de kaldirilmistir.

1928 yilinda, anayasa’daki „turkiye cumhuriyeti devletinin dini islamdir“ maddesi kaldirilmistir. boylece din ve mezhep ayriligini kurumlastiran yasalara son verilmis ve once devlet laiklestirilmistir. yani, laik devlet, bundan boyle mesrulugunu ne tanri’dan ne de kisiden alacaktir; ancak ve sadece ulusal yonetimden alacaktir; planlanan devrimler birer birer gerceklestirilecektir: esit haklar, uygarliga giden yolun acilmasi, egitim birliginin saglanmasi, tek evlilik v.s.

ozellikle latin harflerinden olusan yeni turk alfabesi uc amaca hizmet edecektir:

yazi ve konusma dilinin herkes icin ayni olmasi,
sesli harfler acisindan zengin olan turk diline en uygun yazi cesidinin secilmis olmasi,
dunyanin buyuk bir bolumuyle iletisimin kolayca saglanabilmesi...
bu yenilikler olaganustu bir tempoyla ama sadece okulda degil, okul disi alanlarda da gerceklestirildi. mustafa kemal’in egitim ve ogretime verdigi onem o kadar aciktirki, kendisi bizzat yeni harflerle dersler vermistir.

turk dilinin yabanci sozcuklerden arindirilmasi 1932 yilinda kurulan „turk dil kurumu“ ile akademik bir seviyede de desteklendi. bir yil once de „turk tarih kurumu“ gerceklestirilmisti. bu kurumlar gerek „kulturel kimlik“ ve gerekse „ulusal kimlik“ bakimindan da onemli gorevler yapmislardir, ve mustafa kemal’in ozel vasiyetnamesinde yer almislardir.

laik devlete giden yolda en buyuk engellerden birini seriat mahkemeleri olusturmustur. bu mahkemelerin kaldirilmasindan sonra, turk medenî kanunu, turk ceza kanunu, turk ticaret kanunu ve borclar kanunu cikartilarak, devletin temeli bati hukuk sistemine oturtulmustur.

bundan boyle, turkiye cumhuriyeti’nde bireylerin iliskisini, yurttas-devlet iliskisini duzenleyen hukumlerin yasalastirilmasi tbmm’ne, uygulamasi da t.c. hukumetine ait olmustur.

artik her bakimdan ozgurlugune kavusturulan bir toplumun fertlerinin dis gorunusuyle de uygar olmasi gerekirdi. bu nedenle turk toplumu, fes, sarik, carsaf, pece gibi dinsel oldugu sanilan bas ve beden giysilerinden de kurtarildi. ayrica laikligin sekulerizm ile karistirilmamasi gerekir.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol