bazen dur.
jüriye mastürbasyon yaparcasına savunduğun $eyleri savur.
beynini $ehvet kemirirken, bacak aranı örümcek ağlarının istila etmesi neyi doyurur?
öfkeyle ya$amayı öğren.
er ya da geç akrep yavrularının meskeni olacak göz çukurların;
“gözüm gözüm, güzel gözüm” diye mırıldanarak $akala$acaklar içinde, o saydam yargıçlar eriyince.
bazen dur.
acının huyunu bezen.
bir dü$ ezberle kendine.
her değerlendirdiğin fırsat bir içimlik satı$ıdır içinin.
hem dü$ün;
gördüğü ilk vapura a$kını yamayan yunus, ne yaman bir yunus olur ki, zaten herkesçe bilinir; sözlükte anadan sonra yar gelir, çokça sayfa geçilmi$tir ki, geriye dönü$ ne mümkündür…
söylemeli miyim bilmem, ama
bazen durma.
tren hangi hızla yakla$ırsa yaklaşsın, raylarda güle oynaya ağlayan çocuğu –ki o çocuk hayalin bile olsa– kurtarmaya çalı$. bunu göze alamamı$tı annem benim.
o an birden büyüdüm, kilometrelerce ıradım.
ardımdan dünyanın tüm raylarına adım boyu gözya$ı döktü.
hayali olan çocuğu değil, tren idi çünkü.
özge dirik
ikinci ruhla pisuar buluşmaları
on iki sandalyeli bir masayla, masanın gençliğinden konu$uyorduk.
on bir sandalye ve iki intihar büyütmü$ balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.
zamanın mücadelesi armağan etmi$ti bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.
dahası an, tıbben ölüydü.
atık kamyonlarında mühürlü bir yürek
$ehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce
bir film setine emanet edilirdi belki,
korkuturdu yine bizi.
senin dünyanda vapur kalkınca
balıklar çama$ır yıkardı
içindeki hileli sayaçların aritmetiği
sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü
tırabzanlardan a$ağıya
ayaklarını sallandırıp
annesine hınzır hınzır gülen o çocuk
uçurumlara gözlerini gıdıklatacak ya$a çoktan geldi.
ama ikimiz de biliyorduk
elleri harita kadar acılı her annenin son görevi
çocuğunu öleceği ya$a büyütmekti.
sağır ve dilsizler ülkesinde
kulaktan kulağa oynarken özgürlük dü$ün,
sigaranla aynıydı a$kının geleceği
duman hali.
$imdi biz,
yatırılmamı$ bir $ans kuponu
pi$manlık olur en iyi ihtimalimiz.
oysa
mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydın içinde.
özge dirik
on bir sandalye ve iki intihar büyütmü$ balkon pür dikkat beni dinliyorlardı.
zamanın mücadelesi armağan etmi$ti bizi, birbirimize.
pireli bir devletin kanatlarının arasındaki karıncalardık.
ne söylesek ayıptı biraz söylemesi.
dahası an, tıbben ölüydü.
atık kamyonlarında mühürlü bir yürek
$ehir çöplüğünde martı ziyafetinden önce
bir film setine emanet edilirdi belki,
korkuturdu yine bizi.
senin dünyanda vapur kalkınca
balıklar çama$ır yıkardı
içindeki hileli sayaçların aritmetiği
sıfırdan sıkılmıyordu bir türlü
tırabzanlardan a$ağıya
ayaklarını sallandırıp
annesine hınzır hınzır gülen o çocuk
uçurumlara gözlerini gıdıklatacak ya$a çoktan geldi.
ama ikimiz de biliyorduk
elleri harita kadar acılı her annenin son görevi
çocuğunu öleceği ya$a büyütmekti.
sağır ve dilsizler ülkesinde
kulaktan kulağa oynarken özgürlük dü$ün,
sigaranla aynıydı a$kının geleceği
duman hali.
$imdi biz,
yatırılmamı$ bir $ans kuponu
pi$manlık olur en iyi ihtimalimiz.
oysa
mendil satar yine de bakardım bu kente
olsaydın içinde.
özge dirik
özge dirik güzelliği..
o odada ejder yumurtaları vardır. beyazı ve sarısı iyice karı$ıp pi$tikten sonra, tanrı ekmeğiyle onların canlarına okur. orada soba yanar, orası öğretmenler odasıdır.
sınıfın yarısı gösteremez ülkesini haritada, gururlu çocuklardır.
elvan en arkada oturur, anası babası yok olmu$ yıllar önce. ama iyi biliriz; piçe piç demek daha ayıptır.
ağlak necati öğretmi$tir sınıfa altına i$emeyi. don, kulak kırınca okul yolunda, altımıza i$eyip bacak ısıtırız.
ağlaktır necati, güpegündüz ağlar, ya$larıyla vangölünü ni$anlar kitapta, ejderi boğar, kabardıkça kabarır saman kâğıdı.
gazeteci abiler kesmi$ti yolumuzu geçenlerde. neyse ki, kar ısıtmı$tı ortalığı da altımıza i$ememi$tik daha. ağlak çok i$lerine yaradı, ağzına dayayıp makinayı gözya$larını aldılar. kamyonetleriyle bizi okula bırakırlar zannediyorduk, susunca bizim ağlak, toplayıp her $eylerini çekip gittiler hızlı hızlı.
isteselerdi ısınmak için i$ediğimizi de anlatırdık onlara. oysa gittiler hemen.
“tüm piçler bizi bulur” diye bağırdı ağlak.
elvan ağladı.
o odada ejder yumurtaları vardır. beyazı ve sarısı iyice karı$ıp pi$tikten sonra, tanrı ekmeğiyle onların canlarına okur. orada soba yanar, orası öğretmenler odasıdır.
sınıfın yarısı gösteremez ülkesini haritada, gururlu çocuklardır.
elvan en arkada oturur, anası babası yok olmu$ yıllar önce. ama iyi biliriz; piçe piç demek daha ayıptır.
ağlak necati öğretmi$tir sınıfa altına i$emeyi. don, kulak kırınca okul yolunda, altımıza i$eyip bacak ısıtırız.
ağlaktır necati, güpegündüz ağlar, ya$larıyla vangölünü ni$anlar kitapta, ejderi boğar, kabardıkça kabarır saman kâğıdı.
gazeteci abiler kesmi$ti yolumuzu geçenlerde. neyse ki, kar ısıtmı$tı ortalığı da altımıza i$ememi$tik daha. ağlak çok i$lerine yaradı, ağzına dayayıp makinayı gözya$larını aldılar. kamyonetleriyle bizi okula bırakırlar zannediyorduk, susunca bizim ağlak, toplayıp her $eylerini çekip gittiler hızlı hızlı.
isteselerdi ısınmak için i$ediğimizi de anlatırdık onlara. oysa gittiler hemen.
“tüm piçler bizi bulur” diye bağırdı ağlak.
elvan ağladı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?