insanların su anda arkasından atıp tuttugu ,oldugumuzde şefaatine sıgınacagımız yuce ınsan.
hz. muhammed
iyi ki doğmuş,yaratılmışların en güzeli insan.bir gün geç oldu ama olsun.birbirimizin bile doğum günü için bir şeyler yazarken doğum gününde onun başlığına bir şey yazılmaması beni üzdü.
islam dini peygamberi.
hani bazı kimseler için büyük adam derler ya, kendisi asıl büyük olandır ve insanlar arasında en büyük odur aslında.
(bkz: büyüklük)
(bkz: büyüklük)
bu zamana kadar hakkında hiç bir kötü olaya, kötülüğüne rastlanmamış, "şunu da yanlış yaptı" denilememiş asırlara önderlik etmiş, en coşkulu gülmesi tebbessüm olmuş, her zaman tatlı dille insanlara hitap etmiş, gözünden yaş hiç eksik olmamış,şaka yaparken bile yalana bulaşmamış, mevlana gibi onca güzel insanın idolu olmuş, bu dünyanın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı allah ın "habibim" dediği insandır.gelmişin geçmişin geleceğin bütün kainatın peygamberidir.melek peygamber olabilecekken rabbine mütevazi olmayı bilip kul peygamber olmayı seçmiştir. hak peybamberdir.insanlığın nurudur. o kupkuru çöllerin küfrü marifet bilen cinayeti itibardan sayan daha nice rezaleti yapmakta birbiriyle yarışan halkını şimdilerin peşinden gittiği cennet insanlarına çeviren hüzün peygamberidir.
(bkz: habibullah)
kendi kisiligi ve yasam tarziyla musluman olsun olmasin butun insanlarin takdirini kazanmis suphesiz mukemmel insan.
(bkz: sallallahu aleyhi ve sellem)
sen yoktun...
hz adem’deydi nurun
önce cenneti,
sonra yeryüzünü şereflendirdin.
adem nuruna affedildi
arafat bu affa şahitti
sen yoktun
nuh’un gemisindeydi nurun...
dalgalar yeryüzünü boğarken
toprağın bağrındaki su
gökyüzüyle buluşurken
ve bu bir ilahi azap derken,
allah nurunu taşıdı binbir sebeble
tufan,nurunu selamladı edeple...
sen yoktun...
hz.ismail’in alnındaydı nurun
ibrahimi bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
"rabbimiz" dedi,
" onlara kendi içlerinden
senin ayetlerini okuyacak
kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
onları temizleyecek bir elçi gönder ";
amin dedi on sekiz bin alem
nurunla aydınlanan minicik ellerini
semaya kaldırarak
amin dedi ismail.
hira nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
medine’den adı uhud olan bir amin yankılandı
sevr dağında
sen yoktun
sultanım...
hz.isa ahmed diye muştuladı seni
alemlerin efendisi diye sana seslendi
" artık ben sizinle çok söyleşmem "dedi havarilerine
çünkü bu alemin reisi geliyor...
bekleyin ahmed geliyor
kainata rahmet geliyor...
havarilerin yüzünü okşayan, ölüleri dirilten bir nefes oldun.
ama sen yoktun
sen yoktun....
hz.abdullahın alnındaydı nurun
başı eğik gezerdi mazlum
put eyle göklerden seni sorardı
varaka seni arardı sema’da
anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
ağlayarak süslediler ölüme!...
ağlayarak “hadi dayına gidiyorsun” dediler.
sen yoktun sultanım...
canlı canlı toprağa gömülmenin adı idi dayıya gitmek,
anne yüreğinin çıldırtan çaresizliği idi,
ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi.
en son çocuk atılırken çukura,
annesinin suretinde bir melek tuttu onu
ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi
melekler süslüyordu hira’yı,
efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur
efendisine hazırlanıyordu mekke
alem, efendisine hazırlanıyordu.
kainatın gözü hz.amine’deydi
toprak yalvarıyordu rabbine...
gel diye ağlıyordu mazlumlar
gözleri sema’da
ve bir gelişin vardı ya resülallah
bir inişin vardı yeryüzüne
ve cebrail ardında yalın kılıç melekler
bir inişin vardı yeryüzüne
yetimler en huzurlu geceyi geçirdiler belki de...doya doya.
sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini
herşey sus pus olmuştu.
hadi diyordu yıldızlar, hadi diyordu ay,
kainat bir isim duymak istiyordu
ve bir ses yükseldi amine’nin evinden
muhammed...
karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini
muhammed...
seni yaratan allah’a kurbanız ey dürr-i yekta...
sana o adı veren rahman’a kurbanız
artık sen vardın...
susuz topraklara rahmet indi seninle
annenden sonra, anne halime sevindi seninle
yağmura mı ihtiyaç var?...
kaldır şehadet parmağını...
yağmuru salsın allah
sonra tut ağacın yaprağını
köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün allah.
yeter ki sen iste
sen iste ya resülallah
deki; ben kimim?...
dağlar, taşlar dile gelsin...
dilsiz çocuklar ellerinden tutup "ente resülallah" desin
sen vardın...
bedir kârdı,
uhud dardı,
hendek yardı,
yiğitlerin vardı.
ölmek için yarışan yiğitlerin
hele bir enes’in vardı ya resülallah
uhud’da öldüğünü duyunca arkadaşlarına;
" niye burada oturuyorsunuz ? " diye sordu...
onlarda ;" allah’ın resül-ü öldürülmüş ! " deyince...
" peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız,
kalkın ve o’nun gibi ölün." demişti.
ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
hem de ne şehit ey nebi...
vücudu yaralardan tanınmaz halde idi
kız kardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...
musab bin umeyer’in vardı senin...
uhud’da sancağını taşıyan, öyle bir aşkla sana bağlıydı ki!...
allah o gün meleklerini musab’ın suretinde indirdi.
ebu hureyre’n vardı...
acıkınca mescidin önünde durur
sana bakardı, sen anlardın.
" ya ebahir!..gel " derdin
ve sen gittin...
bir gidişle gittin.
ardında hüznün kaldı,
hasretin kaldı göklerde,
bilal ezan okuyamaz oldu
ne zaman teşebbüs etse
" muhammed resülallah " demeye...
dizinin üstine çöker kendinden geçerdi.
sonra günler ay, aylar yıl oldu.
asırlar oldu...
sensizliğe açtık gözlerimizi
ama sen bırakmazsın bizi
sen varsın...
ey şehitlerin sultanı sen varsın
bir şehit bile ölmezken
sana nasıl yok deriz.
ebu talip şam’a giderken,
devesinin önüne geçip;
" beni burada kime bırakıp da gidiyorsun " demiştin
" ne anam var ne babam..."
ebu talip bırakmamıştı bu yüzden
sensizliğin ızdırabı ile inleyen
ümmetini kime bırakıp gidiyorsun ya resülallah
bırakma bizi ki ; allah " sen onların içindeyken onlara azap edecek değiliz." buyuruyor
bırakma bizi !...
hayatı seninle öğretti rahman
kulluğu seninle tanıdık
duayı senden öğrendik sevgili,
hz.ömer umre için senden izin isteyince,
kardeşcik dedin ona;
" duanda bana da yer ayırır mısın ? "
bizler ömer değiliz ama bütün dualarımız senin için
ey rabbimiz!...
resülünü anışımızdan haberdar et...
o’na binler salat,binler selam...
habibine makam-ı mahmud-u ver...
o’na vesile-i lütfet...
o’nu refik-i ala’ya yükselt....
bizi de affet...
o’nun hatırına affet...
zatının hatırına affet...
ne olur affet bizi...
bizi affet....
hz adem’deydi nurun
önce cenneti,
sonra yeryüzünü şereflendirdin.
adem nuruna affedildi
arafat bu affa şahitti
sen yoktun
nuh’un gemisindeydi nurun...
dalgalar yeryüzünü boğarken
toprağın bağrındaki su
gökyüzüyle buluşurken
ve bu bir ilahi azap derken,
allah nurunu taşıdı binbir sebeble
tufan,nurunu selamladı edeple...
sen yoktun...
hz.ismail’in alnındaydı nurun
ibrahimi bir dua yükseldi kimsesiz çöllerden
"rabbimiz" dedi,
" onlara kendi içlerinden
senin ayetlerini okuyacak
kitap ve hikmeti öğretecek onlara,
onları temizleyecek bir elçi gönder ";
amin dedi on sekiz bin alem
nurunla aydınlanan minicik ellerini
semaya kaldırarak
amin dedi ismail.
hira nur dağı amin diyerek ayağa kalktı
medine’den adı uhud olan bir amin yankılandı
sevr dağında
sen yoktun
sultanım...
hz.isa ahmed diye muştuladı seni
alemlerin efendisi diye sana seslendi
" artık ben sizinle çok söyleşmem "dedi havarilerine
çünkü bu alemin reisi geliyor...
bekleyin ahmed geliyor
kainata rahmet geliyor...
havarilerin yüzünü okşayan, ölüleri dirilten bir nefes oldun.
ama sen yoktun
sen yoktun....
hz.abdullahın alnındaydı nurun
başı eğik gezerdi mazlum
put eyle göklerden seni sorardı
varaka seni arardı sema’da
anneler kız çocuklarını hep ağlayarak sevdiler.
ağlayarak süslediler ölüme!...
ağlayarak “hadi dayına gidiyorsun” dediler.
sen yoktun sultanım...
canlı canlı toprağa gömülmenin adı idi dayıya gitmek,
anne yüreğinin çıldırtan çaresizliği idi,
ve yavrusunun ölüme gidişini seyretmesiydi.
en son çocuk atılırken çukura,
annesinin suretinde bir melek tuttu onu
ve tebessüm ederek hira nur dağını gösterdi
melekler süslüyordu hira’yı,
efendisine hazırlanıyordu cebel-i nur
efendisine hazırlanıyordu mekke
alem, efendisine hazırlanıyordu.
kainatın gözü hz.amine’deydi
toprak yalvarıyordu rabbine...
gel diye ağlıyordu mazlumlar
gözleri sema’da
ve bir gelişin vardı ya resülallah
bir inişin vardı yeryüzüne
ve cebrail ardında yalın kılıç melekler
bir inişin vardı yeryüzüne
yetimler en huzurlu geceyi geçirdiler belki de...doya doya.
sonra bir sessizlik kapladı seher vaktini
herşey sus pus olmuştu.
hadi diyordu yıldızlar, hadi diyordu ay,
kainat bir isim duymak istiyordu
ve bir ses yükseldi amine’nin evinden
muhammed...
karanlıklar aydınlığa bıraktı yerini
muhammed...
seni yaratan allah’a kurbanız ey dürr-i yekta...
sana o adı veren rahman’a kurbanız
artık sen vardın...
susuz topraklara rahmet indi seninle
annenden sonra, anne halime sevindi seninle
yağmura mı ihtiyaç var?...
kaldır şehadet parmağını...
yağmuru salsın allah
sonra tut ağacın yaprağını
köklerini çıkarttırıp yanında yürütsün allah.
yeter ki sen iste
sen iste ya resülallah
deki; ben kimim?...
dağlar, taşlar dile gelsin...
dilsiz çocuklar ellerinden tutup "ente resülallah" desin
sen vardın...
bedir kârdı,
uhud dardı,
hendek yardı,
yiğitlerin vardı.
ölmek için yarışan yiğitlerin
hele bir enes’in vardı ya resülallah
uhud’da öldüğünü duyunca arkadaşlarına;
" niye burada oturuyorsunuz ? " diye sordu...
onlarda ;" allah’ın resül-ü öldürülmüş ! " deyince...
" peki o öldükten sonra yaşayıp da ne yapacaksınız,
kalkın ve o’nun gibi ölün." demişti.
ve savaşın en yoğun olduğu yerde şehit düşmüştü.
hem de ne şehit ey nebi...
vücudu yaralardan tanınmaz halde idi
kız kardeşi ancak parmaklarından tanıdı onu...
musab bin umeyer’in vardı senin...
uhud’da sancağını taşıyan, öyle bir aşkla sana bağlıydı ki!...
allah o gün meleklerini musab’ın suretinde indirdi.
ebu hureyre’n vardı...
acıkınca mescidin önünde durur
sana bakardı, sen anlardın.
" ya ebahir!..gel " derdin
ve sen gittin...
bir gidişle gittin.
ardında hüznün kaldı,
hasretin kaldı göklerde,
bilal ezan okuyamaz oldu
ne zaman teşebbüs etse
" muhammed resülallah " demeye...
dizinin üstine çöker kendinden geçerdi.
sonra günler ay, aylar yıl oldu.
asırlar oldu...
sensizliğe açtık gözlerimizi
ama sen bırakmazsın bizi
sen varsın...
ey şehitlerin sultanı sen varsın
bir şehit bile ölmezken
sana nasıl yok deriz.
ebu talip şam’a giderken,
devesinin önüne geçip;
" beni burada kime bırakıp da gidiyorsun " demiştin
" ne anam var ne babam..."
ebu talip bırakmamıştı bu yüzden
sensizliğin ızdırabı ile inleyen
ümmetini kime bırakıp gidiyorsun ya resülallah
bırakma bizi ki ; allah " sen onların içindeyken onlara azap edecek değiliz." buyuruyor
bırakma bizi !...
hayatı seninle öğretti rahman
kulluğu seninle tanıdık
duayı senden öğrendik sevgili,
hz.ömer umre için senden izin isteyince,
kardeşcik dedin ona;
" duanda bana da yer ayırır mısın ? "
bizler ömer değiliz ama bütün dualarımız senin için
ey rabbimiz!...
resülünü anışımızdan haberdar et...
o’na binler salat,binler selam...
habibine makam-ı mahmud-u ver...
o’na vesile-i lütfet...
o’nu refik-i ala’ya yükselt....
bizi de affet...
o’nun hatırına affet...
zatının hatırına affet...
ne olur affet bizi...
bizi affet....
andolsun allahın resülünde sizin için allaha ve ahiret gününe kavuşmayı uman allahı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır (ahzab suresi/21)
efendim
güneşe muhtaç,
boynumda kemendim.
karanlıklarda karardım,
sel önünde bendim.
köleliğe başkaldırı;
haksızlığa engel sendin!
sen gitmedin,
biz unuttuk,
affet efendim!
efendim!
aleme rahmet,
kurtuluşa müjdemsin!
aşığa vuslat,
ağzımda tat,
çayımda demsin!
rabbime kul,
tek başına alemsin!
varlık sebebim,
ufuk da gayem;
örneğim, önderim!
sensin efendim!..
avuçlarımda günahım,
boynumda kemendim.
ben sana hayran,
ben sana bendim.
azât kabul etmez,
köleni bağışla...
sel önünde bendim.
yetmiyor kendime kendim!
sensiz olmuyor,
efendim!..
göçe zorlanan yetimim...
medineden yanan ateşim.
karanlıklarda ışığım,
ümitsizlikte ümidim!
muhammed-ül emin,
ahmed-i mahmudum!
hürriyete açılan çığır,
namerde naram!
gören gözüm,
seven gönlüm,
serv-i bülendim!
benim efendim!
gel, yetiş, yet;
canım efendim!
efendim!
kıyamda dimdik,
ruku da tek,
secde de isteksin!
çirkine engel,
zülme kösteksin!
yetime baba,
yoksula yüreksin!
alemde teksin!..
bilerek, bilmeyerek;
beklenen kurtarıcı;
bilinen isteksin!..
teksin efendim!..
boynumda kemendim;
sel önünde bendim;
cihanda önderim;
ölümsüzlükte efendim!
medet!
el uzat!..
yetmiyor kendime kendim;
şefaat...
efendim!
güneşe muhtaç,
boynumda kemendim.
karanlıklarda karardım,
sel önünde bendim.
köleliğe başkaldırı;
haksızlığa engel sendin!
sen gitmedin,
biz unuttuk,
affet efendim!
efendim!
aleme rahmet,
kurtuluşa müjdemsin!
aşığa vuslat,
ağzımda tat,
çayımda demsin!
rabbime kul,
tek başına alemsin!
varlık sebebim,
ufuk da gayem;
örneğim, önderim!
sensin efendim!..
avuçlarımda günahım,
boynumda kemendim.
ben sana hayran,
ben sana bendim.
azât kabul etmez,
köleni bağışla...
sel önünde bendim.
yetmiyor kendime kendim!
sensiz olmuyor,
efendim!..
göçe zorlanan yetimim...
medineden yanan ateşim.
karanlıklarda ışığım,
ümitsizlikte ümidim!
muhammed-ül emin,
ahmed-i mahmudum!
hürriyete açılan çığır,
namerde naram!
gören gözüm,
seven gönlüm,
serv-i bülendim!
benim efendim!
gel, yetiş, yet;
canım efendim!
efendim!
kıyamda dimdik,
ruku da tek,
secde de isteksin!
çirkine engel,
zülme kösteksin!
yetime baba,
yoksula yüreksin!
alemde teksin!..
bilerek, bilmeyerek;
beklenen kurtarıcı;
bilinen isteksin!..
teksin efendim!..
boynumda kemendim;
sel önünde bendim;
cihanda önderim;
ölümsüzlükte efendim!
medet!
el uzat!..
yetmiyor kendime kendim;
şefaat...
efendim!
alemlerin efendisi.
insanların en mükemmeli.
son peygamber...
allah ve insanlar arasında aracılık yapmış çok önemli insandır.
allahın resûlü ve peygamberlerin sonuncusudur (ahzab suresi 40)
bütün dünyanın yeni yeni anlamaya başladığı islam peygamberi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?