haberin yok ölüyorum

darth sidious

ölüm habersiz bir misafirdir. gelir, alir ve kalir.

bir sonbahar aksami-ki olume en yakisan mevsim sonbahardir- kurumus yapraklarin kapladigi, sari-yesil bir ortuyle kapanmis yoldan, ayaklarini surterek ve yaprak seslerini dinleyerek yurudu. kimbilir kac defa gecti bu yoldan ve kimbilir alismisligin verdigi dikkatsizlikle neleri kacirdi. geride yasanmamis o kadar ani birakıyordu ki. yasanması istenmis, anı yapılmaya, anılmaya musait binlerce plan. hiçbiri yalnız değildi, hiç bu kadar yalnız değildi. şimdi anıların arasına en yasanmamısını, kendi hayatını katma fikri uzun süredir zihnini kurcalayan, aklını yoran bir fikir olmaktan cıkmıs, bir karara donusmustu. bir korkak olarak yasamıs ama kendince bir kahraman olarak olmekteydi.kaybetme korkusu korkuların en buyugudur; çifte hak edilmemişlikle dövülmüş bir bıçak gibi bir kılıç gibi kılıçların en keskini gibi boler hayatınızı. kendiniz olmaktan çıkarsınız bir süre sonra. her kelime her harf her tonlama sizde farklı anlamlar uyandırır. kendi kendinize ümitlenir ve aynı anda umutsuzluğa kapılırsınız. seni seviyorumlar bile kesmez sizi artık. yarin bir bakışı ortadan ikiye ayırırken bedeninizi siz ona korku, umut ve yalvarma ile karışık bakarsınız. söyledikleri güzeldir ama ya doğru değilse diye geçer istemeden ve göğsünüze cam kırıkları dolar. size kaybedilen güveni farklı sebeblerle siz kaybetmişsinizdir.

ölmekte oldugu her gunden farklı, bu sefer sahi, bu sefer herkesin anlayabileceği şekilde ölüyordu. kimse onu anlamamıs, kimseye kendini anlatamamıştı. tevekkeli değil en sevdigi siir "sevgilerde"ydi. zaten anlamıştı ki kendisi hiç bir sevgide, hiçbir gül yüzlü, esmer tenli, simsiyah ve upuzun saçlı yani gerçek olamayacak kadar güzel yani hayal yani hayal olamayacak kadar gercek bir kadının bir masal kahramanının sevgisinde olamamıştı. mehlika sultanına kavusmanın tek yolu buydu belki. belki bu sekilde de kavusamayacak ve daimi yalnızlığa devam edecekti. ama aklını kurcalayan bu kadar soru sahibini beklerken zamanın derin çukuruna, konusamamıs diller, birbirine sağır kulaklar olarak atılıyordu. bu değildi hak ettiği ama hak ettiğini almamaya alışkındı. haksızlığa alışmak için iki geçerli sebeb vardır ki ikisinin de açıklaması yoktur. ilki kendini savunamayacak kadar güçsüz olmak diğeri ise aşık olmak. her iki koşul da kendisinde mevcuttu. yani alışkanlığı son derece yerinde ve normaldi.

eve varmak için geçmesi gerek son köşeyi de döndü. artık uzun düz bir yol ve sağlı sollu dükkanların arasından selam almadan ve selam vermeden yürümek kalmıştı. neden insan evde ölmek ister? hiç düşündünüz mü? kimse bir sinemada, bir çay bahçesinde ya da bir bar tuvaletinde ölmeyi düşünmez. ölürken bile rahatlık peşindeyiz-ki öldükten sonra bu rahatlık bize ait degil. kendimize ait olmayan hayallerin en dramatik olanı da bu- o da her sıradan insan gibi emanet bir hayalin ve artık bir kararın yolunda son düzlüğe girmişti. köprüden önceki son çıkışı telefonun kapalı olduğunu söyleyen operatör sesinde atlamış, yani tüm olasılıkları denemiş, yani ölmemek için direnmiş aslında fakat mağlup olmuştu. yine diyorum çünkü bu ilk değil. haksızlığa alışkın bünyesi bunu kaldıramadı daha fazla. bu alıştıklarından değildi. madem yok farzediliyordu-ki defalarca dillendirebildi bunu konustugu zamanlar- madem yoktu, var olması gereken tek kişinin kalbinde ve madem olmaması önem taşımıyordu onun için, olması için de sebeb kalmamıştı. tüm sebebleri tüketmiş, tüm çareleri denemişti. kendince ikna olmuş ve karar vermişti. ölecekti. ölecekti ve zaten birşey farketmeyecekti.

son düzlüğü de geçti. son kez geçtiğini bilmenin farkındalığı ile yolun ne kadar kısa oldugunu gördü, karşıdaki bakkal içeride rafları düzenliyor, cocuklar buldukları son toprak parçası ve çamurlu elleriyle, sanki sona kalmasını ve asfaltın krallığına karşı çıkmasına verdigi ceza ile, canını yakmak istercesine çivi oynuyor ve kirlenen üstlerinin hesabını nasıl vereceklerini düşünüyorlardı. öyle ya anneleri her akşam onları temizlemekten sıkılmıs ve kendince terbiye etmek için canlarını yakıyordu. oyun oynarken bile korkan çocuklar, büyüyecek ve kendi çocuklarına aynını yapacak ve aldıkları terbiyeyi buna bağlayacaklardı. ne acı değil mi insanların yaşadığı acılardan pay çıkaramaması ya da çıkardıkları payların yok sayılması. canı yanıp üstünü kirletmeyi bırakan cocugu terbiye için döven annesinin, tekrar kirletme şansını ortadan kaldırmak için çocugun canını alması. ama öğretilen odur ki anneler hep doğruyu bilir. ve yine bilirim ki cocuklar, en azından cocukken bunu yargılamaz.

üstleri kirli ama tekrar kirletmeyeceklerine emin oldugu, kirletseler de göremeyecegini ve bu sayede dayak yediklerini bilemeyecegi cocukların yanından yavasca gecti. oyunlarını bozmak korkusu ile, ayaklarını surumeden ve onlara bakmadan. belki bilseler, çocuklar mahallerinin bu abisi-ki amca diyenler olmus ve canını sıkmıstı- ne son kez bakar ve hatta mutemadiyen ay başlarında onlara çikolata alan bu abi-amcaya sarılıp ugurlarlardı. ölüm çocuklar için cok basittir. gidecek ve gelmeyecek. tasınmak gibi, baska bir mahalle bile onların ulkesinin dısıdır ve sonsuz ayrılık demektir. ama yetişkinler oyle mi. hayatı basit yasayamayan ve mutsuz olan kisilere diyoruz yetiskin diye. cocukluga ozenen ama cocukluklarını erken yasta bırakmak için var gücüyle çabalayan, yaşları kendnce geçmiş, içleri diğerleri kadar geçmiş, özlem, pişmanlık, umutsuzluk duyan kişilerdir yetişkinler.

artık yuruyecek yol kalmamıştı; herkesin soylemeyi sevdigi ve cokca kullandigi tabirle, her anlamda yolun sonuna gelmişti. merdivenleri agir agir cikti. sanki kararını geciktiriyor gibi. nefes aldığı sureyi uzatmanın ona acıdan fazlasını vermedigini görüp tekrar hızlandı. eve geldi ve anahtarı ile kapıyı açtı. ne kadar çok isterdi kapı açıldığında karşısına onun cıkmasını. onu özlmis olarak karşılamasını. acıkmadığını soyleyip arkasında sakladığı çiçeği vermeyi ve çiçek verdiği için değil özlendiği için sevismeyi. uzun siyah sacların uyurken yuzunu oksamasını ve gözlerini açtığında bu peri kızının yanında olmasını. ne kadar isterdi... onun yaptığı yemeği yemek, onun dokundugu koltuga oturmak, hatta beraber uzanıp kitap okumak, beraber uzanıp tavanı gökyüzüymüş ve yıldızlar varmış gibi seyretmek, öperek uyandırmak - öpülerek uyanmak ... yasanmamis anılar olarak tarihin cukuruna gitmek üzereydi. en acısı olabilirdi ve olmadı.

kapıyı açtı ve evde kimsenin olmadığını görüp rahatladı. belki yanlış kişiler tarafından bile olsa sevildigini gormek ona kararını değiştirebilirdi. ama herşey planlanmış ve o da bu planı uygular gibi, yazılmıs bir kaderi yaşar gibi, olması gereken buymus gibi odasına geçti ve her zaman zorlayarak kapadığı kapısını yine zorlayarak ama bu sefer alışmışlığın verdiği tecrübe ile kapadı. son kez oturacagı koltuga gecti. son kez arayacagı telefonu aldı. ve onu aradı. aynı ses o her zamanki donuk ve işini yapmanın sahte mutluluğu ile alay edercesine konusan operator sesi, sevdiginin haberi olmadan olecegini mujdelercesine telefonun kapalı oldugunu soyledi. o ölüyordu ama kimsenin haberi yoktu, o ölüyordu ama buna degen kisinin haberi yoktu. o ölüyordu, bir tek kendisi biliyordu.
bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol