"batı avrupa?da xii. yüz yıldan xvi. yüz yıla kadar yaygın olan mimari stil için kullanılan terim. stilin temel özelliği sivri kemerlerdir. aynı zamanda mimari ayrıntılarda ve süslemede de uygulanmıştır".
aslında bu tanım yeterince kesin değildir. mimarlık tarihi uzmanlarından bir çoğu, gotik stilin temel özelliğinin sivri kemerler olduğunu kabul etmeyip, farklı kuramlar ileri sürebilirler. ayrıca, gotik stili yalnızca mimarlığa özgü olarak kullanmak da pek doğru değildir. zira gotik yalnız yapılar için değil; mobilyalar, giysiler, süslemeler, hatta mutfak aletleri
ve davranış biçimleri için bile geçerli bir kavramdı. ne var ki, günümüzde kilise yapılarının dışında gotik stilden geriye hemen hiç bir şey kalmamıştır.
konunun uzmanları, örneğin "medieval art" (orta çağ sanatı) isimli eserinde lethaby, gotik stili tüm orta çağ sanatı ile özdeş tutmakta, üstelik renkli cam süslemelerini, el yazmalarını, şiirleri bile gotik kapsamına sokmaktadır. uzmanlar, xix. yüz yılda de caumont önderliğindeki arkeologlar tarafından gotik sözcüğünün dar anlamda (yalnız mimarlık için) kullanılmaya başlandığını belirtmektedirler. arthur kingsley porter, "medieval architecture" (orta çağ mimarisi) adlı
yapıtında gotik sözcüğünün, rönesans döneminde tüm orta çağ yapıları için uygulanan genel bir terim olduğunu, ancak xix. yüz yılda de caumont ve diğer arkeologlarca sivri kemerli yapıları "romanesk" denilen yuvarlak kemerli yapılardan ayırabilmek için kullanılmaya başlandığını söylemektedir. öte yandan, bazı yazarlar gotik sözcüğünü kullanmaktan
özellikle kaçınmışlardır. örneğin rickman "ingiliz mimarisi", britton da "hıristiyan mimarisi" terimlerini tercih etmitlerdir.
"history of freemasonry" (masonluğun tarihi) adlı kitabında albert g. mackey "gotik mimari, tam anlamıyla masonluğun mimarisidir" demektedir.
gotik ortaya çıkana dek batı avrupa?daki tüm yapı biçimlerinin temelini oluşturan "romanesk" mimarlık oldukça basit bir ilkeye bağlıydı ve özünü eski bazilika inşaatlarından almıştı. bu ilke, dört duvar üzerine oturtulan düz bir çatıdan ibaretti. eğer çatı kubbeli ya da çıkıntılı olursa, yan ağırlıkları taşımaları için duvarların kalınlaştırılması gerekliydi. bu
nedenle, geniş iç mekânlar gerektiren büyük yapılarda duvarlar fazlasıyla kalın yapılıyordu. duvarların yeterince sağlam olması için ise pencerelerin pek küçük olmaları gerekiyordu. sonuç olarak, romanesk yapılar bodur ve hantal görünümlü, iç mekânları karanlık ve hüzünlü yapılardı.
gotik mimarlar, iç mekânlarda yeterli genişliği sağlayan sivri ve yüksek kemerler kullanarak, romanesk yapıların uygunsuz koşullarından kurtulma çaresini bulmuşlardı. üstelik kemerli payandalar kullanarak yan ağırlıkları desteklemesini de biliyorlardı. bu sayede, duvarların üzerindeki büyük yük azaltılmış oluyordu. açılan büyük pencereler ve kullanılan renkli camlar iç mekânların tatsız karanlığını ve hüznünü yok ediyordu. zamanla, yapıyı oluşturan çeşitli öğeler; kemerler, payandalar, sütunlar ve duvarlar, tıpkı bir makinenin gerekli parçaları gibi, bütün halinde uyumlu bir sistem biçimine dönüştü. yapının çeşitli öğelerini uyumlu bir biçimde örgütleyen bu bütüncül sistem gotik stilin özünü ve romanesk stilden ayrılmasını sağlayan ana niteliğini oluşturdu. kemerler, payandalar, sütunlar gibi teknik özellikler stili belirlemede ikinci plana düştü.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?