farzet hiç ayrılmadık
gözümde tütüyor
gözümü tütsülüyorsun hala
hep birlikteyiz sanki
seninle ben ve dünya...
can yücel
farzet hiç ayrılmadik
farz et hiç ayrılmamışız;
boğaza nazır çaylarımızı yudumluyormuşuz ve o boğazın serin havasına rağmen, sıcaklığı ile usulca akıp kaydığı gırtlağımızı yakıyormuş inadına inadına… ve biz baharın verdiği sevişken rehavetle birbirimizin kiraz dudaklarına yumuluyormuşuz.
baharın serin havasına, çayın sıcak hülyasına latifen…
aslında bırakmamış birbirine kenetlenen ellerimiz birbirini, parmak uçlarına varıncaya kadar olan bir bütünlüğü bozmamaya dair.
asılı kalan yeminlere yenilmemişiz de biz, en çok kendimize inancımız ve güvenimizle tutmuşuz biri diğerinin olan ama en az onun kadar ‘benim olan’ ellerimizi…
kandırmamışız yani o müphem olan hisleri.
inadına inadına doğru yolda ilerlemişiz… misaline yani.
farz et ki,
beşiktaş yolundan çıkıp da sarıyer’e kadar boşuna yürüdüğümüzü düşünmemişiz hiç.
o yolları arşınlarken asılında hep geleceğimize, birlikte olacağımız yıllara ilerlediğimizi düşünmüşüz hep. yoksa biz inandıktan sonra kim derdi ki: “onca yolu boşuna kat etmişsiniz, bir yorgunluğun heyulası sarmış sizi evvelinde”, diye.
bana hayran olduğun bir şairin şiirini okuyorsun farz et:
“ şimdi sen kalkıp gidiyorsun.
git.
gözlerin durur mu?
onlar da gidiyorlar.
gitsinler.
oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin…
… "
ve biz farz ediyoruz ki, hiç ayrılmıyoruz. ne sen benim gözlerimsiz kalıyorsun, ne de ben senin boğaz manzaralı, çay sohbetli öpüşlerinin kıtlığını çekiyorum, hayallerinde yaşıyorum.
yalansız bir dünyanın çocukları oluyoruz farz-ı misal seninle ben.
benim çocukluğum mardukda geçiyor, senin gençliğinse kaf dağının çok artlarında… yani o kadar zor bir dönem seninki, o kadar hayal alemli benimki…
bu zıtlığa rağmen kavuşuyormuş bizim gönüller sahra çöllerinde, sulara kavuşturuyormuş uçsuz bucaksız kum tepelerini…
öyle çocukça fantastik, öyle ergence gerçekten uzak işte.
farz et ki hiç ayrılmamışız;
bir çocuk sen yapmışsın benden, bir çocuk da ben yapmışım, çok sevdiğim senden.
ve biz “hümanist dünya” adlı devrime koç gibi iki akl-ı selim yetiştirmişiz düzene isyan eden çok sesli iç sesimizin yansıması ile…
farz et ki hiç ayrılmadık ve etrafımızdaki ayrılıkları anlayamadık bu yüzden.
sevgililerin içlerindeki o çeşni renkliliği ve heyecanı göremedikleri için eseflendik ve çoğu geceler bunları konuştuk uzanmış yatağımızda, ayak baş parmakları birbirine değen iki vücut içinde aslında tek olan biz.
onları birbirinden koparan ne diye sorup da, anlayamamaya güldük uzun uzun kahkalarla…
aslında, güldüğümüz olaydan çok dostlarımızdı da, onları bu durumda düşünme utancını da ikimiz birbirimize hissettirmeme saflığı ile yapıyorduk bunu çokça.
ve farz et ki;
ikimizden biri bu satırları yazarken aslında biz ‘hiç ayrılmış’ olmasaydık. onca deneme-yanılmaları katilce birbirimizde denemeseydik.
sen kaf dağın ardından gelen zor ergenlik dönemi yaşayan kahramanım, bense mardukda yaşayan iyilik perisi bir kız; tüm bu zıtlığa rağmen kaynaşabilen ve birbirini tamamlayan iki sevgili olabilseydik ve belki de kalabilseydik, farz et ki!..
boğaza nazır çaylarımızı yudumluyormuşuz ve o boğazın serin havasına rağmen, sıcaklığı ile usulca akıp kaydığı gırtlağımızı yakıyormuş inadına inadına… ve biz baharın verdiği sevişken rehavetle birbirimizin kiraz dudaklarına yumuluyormuşuz.
baharın serin havasına, çayın sıcak hülyasına latifen…
aslında bırakmamış birbirine kenetlenen ellerimiz birbirini, parmak uçlarına varıncaya kadar olan bir bütünlüğü bozmamaya dair.
asılı kalan yeminlere yenilmemişiz de biz, en çok kendimize inancımız ve güvenimizle tutmuşuz biri diğerinin olan ama en az onun kadar ‘benim olan’ ellerimizi…
kandırmamışız yani o müphem olan hisleri.
inadına inadına doğru yolda ilerlemişiz… misaline yani.
farz et ki,
beşiktaş yolundan çıkıp da sarıyer’e kadar boşuna yürüdüğümüzü düşünmemişiz hiç.
o yolları arşınlarken asılında hep geleceğimize, birlikte olacağımız yıllara ilerlediğimizi düşünmüşüz hep. yoksa biz inandıktan sonra kim derdi ki: “onca yolu boşuna kat etmişsiniz, bir yorgunluğun heyulası sarmış sizi evvelinde”, diye.
bana hayran olduğun bir şairin şiirini okuyorsun farz et:
“ şimdi sen kalkıp gidiyorsun.
git.
gözlerin durur mu?
onlar da gidiyorlar.
gitsinler.
oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin…
… "
ve biz farz ediyoruz ki, hiç ayrılmıyoruz. ne sen benim gözlerimsiz kalıyorsun, ne de ben senin boğaz manzaralı, çay sohbetli öpüşlerinin kıtlığını çekiyorum, hayallerinde yaşıyorum.
yalansız bir dünyanın çocukları oluyoruz farz-ı misal seninle ben.
benim çocukluğum mardukda geçiyor, senin gençliğinse kaf dağının çok artlarında… yani o kadar zor bir dönem seninki, o kadar hayal alemli benimki…
bu zıtlığa rağmen kavuşuyormuş bizim gönüller sahra çöllerinde, sulara kavuşturuyormuş uçsuz bucaksız kum tepelerini…
öyle çocukça fantastik, öyle ergence gerçekten uzak işte.
farz et ki hiç ayrılmamışız;
bir çocuk sen yapmışsın benden, bir çocuk da ben yapmışım, çok sevdiğim senden.
ve biz “hümanist dünya” adlı devrime koç gibi iki akl-ı selim yetiştirmişiz düzene isyan eden çok sesli iç sesimizin yansıması ile…
farz et ki hiç ayrılmadık ve etrafımızdaki ayrılıkları anlayamadık bu yüzden.
sevgililerin içlerindeki o çeşni renkliliği ve heyecanı göremedikleri için eseflendik ve çoğu geceler bunları konuştuk uzanmış yatağımızda, ayak baş parmakları birbirine değen iki vücut içinde aslında tek olan biz.
onları birbirinden koparan ne diye sorup da, anlayamamaya güldük uzun uzun kahkalarla…
aslında, güldüğümüz olaydan çok dostlarımızdı da, onları bu durumda düşünme utancını da ikimiz birbirimize hissettirmeme saflığı ile yapıyorduk bunu çokça.
ve farz et ki;
ikimizden biri bu satırları yazarken aslında biz ‘hiç ayrılmış’ olmasaydık. onca deneme-yanılmaları katilce birbirimizde denemeseydik.
sen kaf dağın ardından gelen zor ergenlik dönemi yaşayan kahramanım, bense mardukda yaşayan iyilik perisi bir kız; tüm bu zıtlığa rağmen kaynaşabilen ve birbirini tamamlayan iki sevgili olabilseydik ve belki de kalabilseydik, farz et ki!..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?