’aşk’ şimdiye kadar hiçbir şekilde tanımı yapılamamış, yapılması da en azından bana göre mümkün olmayan bir kelime, kavram ya da yaşanmışlıklar-yaşanmamışlıklar bütünü-parçası. uzun matrajlı, duygusal ya da mantık silsilesi halinde ilerleyen entrylere olan antipatimi bir kenara bırakarak; orta sınıf aşk anlayışı, ya da post-modern duygu-düşüncelerden en azından iğrenmek, çok kutsal bir durummuş gibi de geliyor bana. her gün eve gittiğinde aynı insanla karşılaşmak, ’moda deyimiyle’ de olsa, sürekli aynı tene dokunmak, eğer o ’aşk’ dediklerinden biraz varsa, beraber bir ömür geçirmek, beraber yaşlanmak yaşanabilecek en güzel hayatların işareti olabilir. aşk; pratikte kendisini çok farklı biçimlerde gösterebiliyor; hiçbir zaman kavuşamayacağı insana beslenen ve çoğunlukla ’yüce’ olduğu varsayımı kabul edilen hislerden, saçına düşen ilk akları, ömrünün son günlerini görmeye, hatta ölümünün ardından metanetle kendi ölümünü bekleyebilmeyi içeren geniş bir yelpaze. daha basit şekliyle; üretim biçimine bağlı olarak değişen üretim ilişkileri deniyor, işte hangi üst yapı, alt yapıdan ne kadar etkileniyor olursa olsun, aşk bunlardan kendini arındırması en zor görünse de, aksine özünün insanın var olduğu günden, hatta o meşhur elmadan beri koruyabilen belki de yegane ’şey’dir. haksızlık etmemek gerekir
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?