bekir coşkun

schumi
tamam, lüzumu halinde hepimiz bekir coşkun’uz da, o kadar da değiliz...ben, şahsen, bekir coşkun olmak istemem.

maazallah.

doğrusu, bekir coşkun gibi, 30’lu yıllarda emekleyen, ama ‘30’lu yıllar konjonktürü’nden bihaber ümmi bir kalem olmak da istemem.

dünyanın dışında biri olmak hiç istemem.

bu bekir coşkun dedikleri adam (çok değerli biri olabilir, kendini okutma konusunda üstün meziyetlere sahip olabilir, mizah duygusu vasatın üstünde de benzersiz bir yazar olabilir) ama, bence, gelişmesini tamamlamamış bir arkadaşımız.

nereden de ‘aristokratmış gibi’ yapıyor bilmiyorum ama, yapıp ettikleri herhangi bir aristokratı bile çileden çıkaracak sığlıkta şeyler.

birincisi, ‘mevzu’dan haberdar değil.

ikincisi, ülkesini tanımıyor.

üçüncüsü, insanı sevmiyor.

kediyi seviyor, kuşu seviyor, kirpiyi seviyor, ördeği seviyor, börtü böceği seviyor ama insanı sevmiyor. kendisine buradan şifa niyetine, sait faik’in ‘bir insanı sevmekle başlar her şey’ sözünü gönderiyorum.

bekir coşkun, insanlara kategorik yaklaşan bir arkadaşımız.

iki tür insan var ona göre:

sevilecek insan.

sevilmeyecek, hatta nefret edilecek, her fırsatta aşağılanacak, ayıya, öküze, mahlukata, şuna buna benzetilecek insan.

sevilecek insan bozkırlı olmalı, ‘maazallah’ ve ‘ümmi’ gibi dinsel çağrışımları olabilecek sözcükler kullanmamalı, chp’ye oy vermeli, kendisine benzemeyenin özgürlüğü konusunda kılını dahi kıpırdatmamalı, ‘10. yıl marşı’ dinleyip ağlamalı, dünyayı ankara’dan ibaret görmeli, belli alışkanlıkların dışına çıkmamalı, bir ‘doktrin’ dahilinde üretmeli, bir ‘doktrin’ dahilinde tüketmeli, hatta mümkünse hiç tüketmemeli, klasik müzik dinlemeli, lastikli boyunbağı kullanmalı, emin çölaşan gibilerle arkadaşlık etmeli, arada sırada anadolu kulübü’nde kafayı çekip ‘ah o 30’lu yıllar’ diye ağlamalı...

sevilmeyecek insan, adı üstünde, sevilmiyor.

ne yapsa bekir coşkun gibilere yaranamıyor.

bir defa, hakkını arıyor, kamusal alanda varolmak istiyor, üretiyor, tüketiyor, dünyanın ankara’dan ibaret olmadığını görüyor... sonra tutup, hiç de hesapta olmayan birilerini, ‘göbeğini kaşıyan adamların partisini’ iktidara taşıyor.

bekir de buna bozuluyor işte.

fakat, ben hálá aynı sorudayım:

şirin ilimiz şanlıurfa’nın bağrından kopup gelmiş sevgili bekir’imiz nereden de ‘aristokratmış gibi’ yapıyor.

iki tavır, bidayetinden beri çatışır durur.

sahih aristokrat tavır, kendisini ‘mış gibi’ kategorisinden kurtarmaya çalışan elitist tavrı sürekli dışarıda bırakır.

çünkü, hak edilmemiş ‘elitist tavır’ hastalıktır.

bir tür sapkınlıktır.

bekir coşkun’umuz da böyledir demek istemiyorum ama, sevgili bekir’imiz kendisini ait hissettiği ‘sınıfı’ hak etmek için bugüne kadar ne yaptı?

hangi filmleri izledi?

hangi kitapları okudu?

kaç ‘aydınlanma önderi’ tanıyor?

kaç ülke gördü?

kaç adet şarap yazısı yazdı?

bizi hangi dinletiden, konserden, operadan, tiyatrodan, bale gösterisinden haberdar etti? bugüne kadar bizi eğitip adam edecek, ‘sevilen’ insanlar kategorisine sokacak hangi önermelerde bulundu?

bulunduysa, biz niçin görmedik?

daha da acıklısı şu:

bekir coşkun’umuz kendi çapından, kendi müktesebatından haberdar mı?

bu başlıktaki tüm girileri gör

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol