uzun bir otobüs yolculuğu için sesi duyulmaya başlanmıştır sinir bozucu tik takların; gitme vaktidir ve siz kendinize bile söylemek istemezken bunu hatırlatacaktır her şey. histerik kollar dolanır bedeninize, çekilir aniden; duramaz çok, sarılırlar yine.
yorgunsunuzdur.. düşünmekten, konuşmaktan; kendinizin bile inanmayacağı güzel cümleler kurmaktan yorulursunuz an be an. sevmez kimse olmayacak şeyler için konuşmayı. siziyse öyle cümleler ayakta tutmaktadır aşina olmadığınız sokaklarda; neden orada olduğunuzu bilmek, en kötüsü neden ordan gitmek zorunda olduğunuzu kendinize hatırlatmak istemezken. ama öyle ya, unutturmaz hiçbir şey.
güzel bir şeyler tutmak istersiniz aklınızda, gözlerinizi kapayınca karşınızda belirecek. sizi tüm yaşam hücrelerinize kadar pişman hissettirecek devasa soru işaretlerinin ardından gülümsemeye çalışan bir çift yeşil göz mü peki bu? kesinlikle bu olmalı. "onları görmeyi, onlara bakmayı ben seçtim.." sadece bu.
düşünceler ummanından bir ses çeker sizi.
"uyumaya çalış olur mu?"
bakarsınız sadece. daha net hafızanıza kazımak, anı yaşamak.. budur sebebi.
susuşlar.. otobüs son kornasını çalana kadar; bundan sonra başladı her şey.
ve sizi gitmek istemeyeceğiniz o yere götürecek koltuğunuz gösterilir samimiyetsiz bir gülüşle. öylesine bir teşekkür çıkar ağzınızdan; siz çıktı bilirsiniz belki de. görüş alanından kaybolana dek izlersiniz, izlenirsiniz.
"söz verdim gelmeye, hiç gitmemeye."
"söz verdi. gelecek.."
-hiç bilmemeyi dilerdik bazen, görmemeyi, duymamayı. ama hayat; okkalı bir küfürle kartları saçsak da yüzünün ortasına, papaz hep bizdeydi. tekti papaz..-
bir otobüs yolculuğunda yapılabilecek en güzel şey, pencere kenarından yolu izleyip müzik dinlemektir çay/kahve yudumlarken.
o çarpık gülüşlü kadın "ne içersiniz?" diye sorduğunda kahve içmek istediğinizi söylersiniz, bu sefer kendinizden emin. kahvesiz olmaz, bilirsiniz. yanınızdaki kadının tatsız sohbetinin mağdurusunuzdur kulaklığınız bulunması gereken yerde olmadıkça. yine de kahve gelene kadar nazikçe cevaplarsınız ahiret sorularını bir bir.
ve nihayet.. hafif geride bir koltuk, bitmekte olan bir gün.. bu sefer üzülmediniz bitti diye, istediğiniz hep bir yenisi olmalı artık. düşlerken bir şeyleri, fonda bir gitar sesi, duymadığınız bir şarkı. oysa sizin müzikçalarınız bu, siz belirlersiniz ne çalması gerektiğini, öyle olmaz mı hep? ekrana bakıyorsunuz şaşkın. "all the same". ne bu ilahi bi şaka mı, yeni bir günün düşleriyle beyninize şefkat gösterirken, bu mudur olması gereken?
hoş bir gitar sesi sakinleştirecektir, emin olun. umursamayarak başlar şarkı, o an tam da isteyeceğiniz gibi; umursamamak. "bana geldiğin sürece umursamıyorum nerden geldiğini.." o yüklemiş olmalı şarkıyı, dinlemenizi istemiş bariz. ufak bir şaşkınlığın ardından dinlemeye koyuldunuz.. suratınızdaki somurtkan ifade silinmiştir aniden, nakarata kadar..
canınızı yakar nakarat, boğazınızı düğümlemek, ellerinizi uyuşturmak gibi antipatik marifetleri vardır; geç olmaz bunu anlamak.. zaten gitmek için geldiğinizi anlatır, anlatmakla kalmak istemez; haykırır. lakin çıkaramazsınız kulaklıkları, yapışmıştır sanki iki yandan. mazoşistin en önde gideni gibi hissettirir. bilemezsiniz neden bunu yaşatmak istesin biri, tam da.. herneyse..
o an "and i’ll take you for who you are, if you take me for everything" cümlesi duyulur kahvenin son yudumlarında. bardağı bıraktığınız an anlarsınız ki yanlış yerdesiniz. doğru ya, nereye gittiğinizi zannediyorsunuz ki siz?
besbelli beyninizi yıkamıştır işte şarkı. inmek istersiniz, otoban boyu koşmak. o yorgunlukla elinizden geldiğince hızlı koşmak, gerisin geri.
gelmek uğruna gitmek istersiniz, gitmek uğruna gelmelerin inadına..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?