ilginçtir. av mevsiminin fragmanı sinemalarda gösterilmeye başlandığı andan beridir popüler kültürün bir parçasıymış gibi durmadı. insanlarda mutlaka gidilesi, izlenesi bir filmmiş hissiyatıda yaratmadı. hem de bünyesinde barındırdığı dev isimlere rağmen. kabul, cem yılmaz hariç hiç biri popüler isimler değiller. ama cem yılmaz bile ilk kez bir komedi performansı sergilemediği bir roldeydi, ki en azından benim adıma filmi merak edilir kılan da buydu. ayrıca yavuz turgulu da bir sinemacı olarak beğenirim.
filmde, lakapları avcı (ferman), deli (idris) ve çömez (hasan) olan üç polisin bir cinayetin izini sürüşüne tanık oluyoruz. bu cinayeti çözmeye çalışırlarken de buna paralel olarak bu polislerin özel hayatına tanık oluyoruz. ferman (şener şen) emekliliği gelmiş tecrübeli bir polistir. cinayet masasında çözmediği cinayet, yakalamadığı suçlu kalmadığı için avcı lakabını almıştır. idris ise onunla birlikte çalışan laz bir polistir. idrisin babası eskiden fermanla arkadaşmış. o ölünce babalık misyonunu ferman üstlenmiş. hasan ise bir cinayet olayı sonrası son anda ekibe dahil olmuş çömez bir polistir. ama polisliğin ağır koşullarına alışmakta zorluk çeken, hatta doğru mesleği yapıp yapmadığından dahi emin olmayan birisidir.
öncelikle av mevsimi bir polisiye olarak ne kadar başarılı, tam karar veremedim. ama uzun süresine rağmen baştan sona keyifle izlediğimi söyleyebilirim. herşeyden önce bir sinema duygusu var ve bence bu en önemli artısı. yavuz turgulun hem yönetmenliği iyi, hem de yazarlığı... yazarlığını daha çok beğeniyorum (gerçi bu filmin senaryo olarak aksayan bazı tarafları vardı ama o kadar önemli kusurlar olduğunu düşünmüyorum). yavuz turgul insan psikolojini çok iyi biliyor. kimin, neye, nasıl tepki vereceğini tahmin edebiliyor ve bu da bir sinemacı için çok önemli bir özellik. ayrıca en ufak enstantanelere bile bir gerçekçilik katmak gibi bir becerisi var. senaryosu (polisiye gibi bir türde dahi) çok kötü olmuyor. yan hikayeler ise asla senaryoya yama gibi durmuyor. özellikle idrisin hikayesi yazsan tek başına film olur bence.
idris demişken onu özel olarak anlatmak istiyorum. idris saatli bomba gibi bir adam. nerde, ne zaman patlıycağı belli olmuyor. boşuna trabzonlu değil. duyguları hep uçlarda yaşıyor. mutluyken de, üzgünken de...
ayrıca tam bir sinir küpü, hep bir öfkesi var. eski karısı asiyeye hala kör kütük aşık. onu takip etmekten, kıskanmaktan, başka erkekleri ondan uzak tutmaktan kendini alamıyor. hem de boşanmış olmalarına rağmen. sonra da bu aşk bir nefrete dönüşmüş bünyesinde, bütün kadınlara karşı. filmde hep kadınlar hakkında dokundurarak konuşmasının nedeni de bu.
tabi bu karakteri filmde bu kadar baskın gösteren kişi ise kesinlikle cem yılmaz. cem yılmaz bu filmde gerçekten şahane! tam anlamıyla döktürüyor. bulunduğu her sahnede hem rol çalıyor, hem de filmi sırtlıyor. eğer av mevsiminden bir kaç yıl sonra hatırda kalacak bir unsur olacaksa bunun en önemlisi cem yılmaz ve onun bu filmde canlandırdığı idris karakteri olacaktır. ayrıca bu rol ona çok yakışmış. hele annesiyle lazca konuştuğu anlar var ki, dizilerde çakma lazca konuşan karakterler bunların yanında halt etmiş.
hatırlarsanız cem yılmaz sunuculuğunu yaptığı festivallerde hep manidar bir şekilde "ben bu tür festivallerde hep sunan oluyorum." der. umarım bu sefer sunan değil, alan olur. bunu sadece bir cem yılmaz hayranı olduğum için değil, bu rolle bir ödülü hakettiği için istiyorum. umarım görmezden gelinmez.
yine filme dönersem, polisiye deyince herkesin aklına se7en geliyor ister istemez. ama bu film onunla kıyaslanamaz bile elbet. o film türün başyapıtı (belkide) sinema tarihinin en iyisiydi. av mevsimini ancak ve ancak bi başka türk polisiyesiyle kıyaslayabilirsiniz, ki bence şu an için türk sinemasında (en azından tutarlılık açısından) türünün şimdiye kadar gördüğüm en iyisi. bir kere diğer polisiye örneklerimizde olduğu gibi hollywooda yamanmıyor. bu film her ne kadar sinemamız için yabancı (ya da yeni) bir türü konu alsada bizim filmimiz. dokusu, yapısı, hikayesi bize ait. hatta diyebilirim ki yavuz turgul bu türe nasıl yaklaşılması gerektiğine dair çok önemli ipuçları veriyor bu filmde. umarım ilerde daha iyi örneklerini görürüz bu türün, ki ben bu konuda baya ümitliyim.
bazı kimseler filmin bir sürprizinin olmayışını (ya da bir başka deyişle suçlunun çok önceden belli oluşunu) hayal kırıkığı olarak nitelendirmiş. ben öyle değerlendirmedim. çünkü hem filmin böyle bir derdi yoktu, hem de iyi bir polisiye olmak için bu şart değildir. elbette tür polisiye olunca insanda bir sürpriz beklentisi (bir ters köşeye yatma isteği) oluyor elbet. ama ben şahsen on tane sürprizi olan kötü bir film izlemektense bir tane sürprizsiz av mevsimi izlemeyi tercih ederim.
son olarak bir sahneden söz etmek istiyorum. cem yılmazın hayde türküsünü söylediği sahneden... bir sahne hem bu kadar coşkulu hem de bu kadar hüzünlü olur mu! bence sırf bu anı görmek için bile izlenmeyi hak ediyor av mevsimi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?