(bkz: ben dosta dost demem son kullanma tarihi varsa)
(bkz: dost dedigin mezara kadar)
dostlukların son kullanma tarihi
iki dostun birinin sevgilisine asılmak suretiyle, dostun suratta patlamasıyla oluşmuş tarih.
dostlarin birbirini tanimasiyla olusan tarih
muhakkak vardır..
metin`e,
henüz diz kapakları yaralı, elleri kirli bebeler olarak misket oynanan zamanlarda; yani sigaradan ilk nefes çekilmeden, anneye babaya kar$ı sorumlulukların fazlaca olmadığı, okul tuvaletlerindeki karı kız maceralarının urban legend gibi anlatıldığı zamanlarda, yani henüz "dostluk" kavramının irdelenmediği, hislerin ve hayat görü$lerinin didiklenmediği zamanlarda mutlu, amma ve de lâkin $u ân mutsuz olduğunu iddia eden ya da bu hissiyatın farkındalığının acısıyla kırılmı$ bilek gibi bakan bir yazarın sessiz vaveylası olarak addediyorum ben bunu.
prozac nation ruhuna hayret ve biraz da sulanmı$ ağızlarla bakılan yılların üzerinden bayağı geçti.. o zamanlar; tekila bardağına sürülen tuza, "hassiktir bu ne ola ki?" $eklinde baktığımıza göre, miniktik. sevdalarımız, tra$sız ve yalın olsa da, kızlara verdiğimiz değerin yarısını dahi vermediğimiz ebeveynlerimize kar$ı olan sevgimiz bir bardağı doldurmasa da, alabildiğine ölüsevici, alabildiğine piç olsak da hayat, pembeydi. green fairy`i ilk denediğimiz zamanları birer sefahat dönemi olarak betimlediğimiz, orospu bir gülü$ün gamzelerine yaprak yaprak teslim olduğumuz ve bu kutsi erek uğruna, henüz "dostumsun!" demediğimiz arkada$larımızı gözümüzü kırpmadan satabileceğimiz günlerdi. ((yani ay`ın mehtap olduğu zamanlar..))
zira; bu kadar da his ishali ve ansiklopedist değildik o zamanlar.. lan, diyorduk birbirimize.. göt, diyorduk.. hele bir kere metin bana, "amcıksın oolum sen!" demi$ti, gülü$mü$tük.
ilkokul ortaokulu, ortaokul liseyi, lise de -sik varmı$ gibi- üniversiteyi kovaladı. yıllar yıllara katar diye eklenirken, a$ık olduğumuz kız sayısı ya$ımıza eri$mi$ken ve biz her a$ka hep büyük harflerle ba$larken birbirimizi aksattığımız ve ertelediğimiz gerçeğinin yüzeye doğru meyillendiğini anlamaya ba$lıyorduk. çıkar ili$kilerine ağ ören trikotaj ustası hep hayat oluyordu.. her boktan hayatı sorumlu tutuyorduk. sanki hayat, detan`dı ve biz de yine o skindirik hayatta kalma uğra$ındaki koku$mu$ kakalaklardık. elbette bu oksimoron, yani tezatlarla ayakta kalmayı öğrenme evresi, evrimimizin ne ilk ne de son a$amasıydı.. hayattan kaçan ama hayata bağımlı pu$tlardık. $imdinin gnctrkcll kızları, o zamanlar portakalpde damardı. onlar daha büyüyemi$lerdi; büyüyorlardı kendilerinden habersiz.
bir gün benim kolum kırıldı. ortaokuldu. sevdiğim kız tarafından seviliyordum. (ne zaman sevsem, sevildim hep..) semtimizin futbol klübünde top ko$turduğum zamandı ve idmanda kolum kırılmı$tı. metin idmanı seyretmeye gelmi$ti. uğursuzdu götlek, kolum kırılmı$tı. 15 gün olarak yuvarlayabileceğim bir süre okula gidemedim. metin arada bizim eve geliyor ve bana havadisleri yeti$tiriyordu. sibel capacanlıydı, sibel`in kolu kırılmamı$tı, sibel bensizdi ama ya$ıyordu; dersleri hâlâ iyiydi. yani aslında her $ey normaldi. ama olur ya hani, dersin ki bir $ey ters gidiyor mnskym, öyleydi i$te.. neden sonra metin gelmemeye ba$ladı. alçıdan dolayı kolumun ka$ınmasının canımı sıktığı yetmiyormu$ gibi, bi`de artık metin gelmiyordu. kesin bir ibnelik dönüyordu. velhasıl; okula döndüm. sibel bana soğuktu. metin bana soğuktu. arkada$larım bana soğuktu. fonda hakan peker vardı. salaktık. küresel ısınma doğmamı$tı. taksitler, kira borcu, birikmi$ bula$ıklar ve dostluk doğmamı$tı. aslında doğmadığını/olmadığını hep anlamı$tım ya. neyse..
lisede metin`den ve diğerlerinden ayrı bir okula gittim ben. sonra ben orada da sevdim birini. sonra metin`in telefon numarasını unuttum. artık nazım vardı, barı$ vardı, samet vardı. (xler, yler..)
lise de hemencecik bitti ve üniversite geldi. sanki metin ölmü$tü. beni aramıyordu; onu aramıyordum. anlatımsız bir burukluktan ibaretti. sancılıydı. üniversitenin sınav arasında vakit bulup, büyük $ehrimin ortadirek semtine döndüm.
yılmaz erdoğan`ın da dediği gibi, "dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlardı" !
bir gün, ne olduysa oldu..,
ve eve bizim kö$eden gitmek istedim. "buz gibi soğuk sudan içeeen" diye bağırdığımız cuma pazarlarındaki olduğu gibi. tıpkı uçurtmamı telefon tellerine taktığım o zamanlardaki gibi. ercan ordaydı, orçun ordaydı, yasin ordaydı, sertan ordaydı. az sonra metin de geldi. bana samimiyetsiz bir selam vardı ve bir sigara yaktı. ercan ona dönüp, " takma kafanı bi kıza be metinim " dedi. umursamadım. siklemeyen bir tavır ku$andım.
.. sigarasını bitiren metin eve döndükten sonra, elemanlardan öğrendim kanser olduğunu; yakın vakitte öleceğini! yine anlatımsız ama; içimde ölen bir $ey, yeniden öldü.
öyle.
metin`e,
henüz diz kapakları yaralı, elleri kirli bebeler olarak misket oynanan zamanlarda; yani sigaradan ilk nefes çekilmeden, anneye babaya kar$ı sorumlulukların fazlaca olmadığı, okul tuvaletlerindeki karı kız maceralarının urban legend gibi anlatıldığı zamanlarda, yani henüz "dostluk" kavramının irdelenmediği, hislerin ve hayat görü$lerinin didiklenmediği zamanlarda mutlu, amma ve de lâkin $u ân mutsuz olduğunu iddia eden ya da bu hissiyatın farkındalığının acısıyla kırılmı$ bilek gibi bakan bir yazarın sessiz vaveylası olarak addediyorum ben bunu.
prozac nation ruhuna hayret ve biraz da sulanmı$ ağızlarla bakılan yılların üzerinden bayağı geçti.. o zamanlar; tekila bardağına sürülen tuza, "hassiktir bu ne ola ki?" $eklinde baktığımıza göre, miniktik. sevdalarımız, tra$sız ve yalın olsa da, kızlara verdiğimiz değerin yarısını dahi vermediğimiz ebeveynlerimize kar$ı olan sevgimiz bir bardağı doldurmasa da, alabildiğine ölüsevici, alabildiğine piç olsak da hayat, pembeydi. green fairy`i ilk denediğimiz zamanları birer sefahat dönemi olarak betimlediğimiz, orospu bir gülü$ün gamzelerine yaprak yaprak teslim olduğumuz ve bu kutsi erek uğruna, henüz "dostumsun!" demediğimiz arkada$larımızı gözümüzü kırpmadan satabileceğimiz günlerdi. ((yani ay`ın mehtap olduğu zamanlar..))
zira; bu kadar da his ishali ve ansiklopedist değildik o zamanlar.. lan, diyorduk birbirimize.. göt, diyorduk.. hele bir kere metin bana, "amcıksın oolum sen!" demi$ti, gülü$mü$tük.
ilkokul ortaokulu, ortaokul liseyi, lise de -sik varmı$ gibi- üniversiteyi kovaladı. yıllar yıllara katar diye eklenirken, a$ık olduğumuz kız sayısı ya$ımıza eri$mi$ken ve biz her a$ka hep büyük harflerle ba$larken birbirimizi aksattığımız ve ertelediğimiz gerçeğinin yüzeye doğru meyillendiğini anlamaya ba$lıyorduk. çıkar ili$kilerine ağ ören trikotaj ustası hep hayat oluyordu.. her boktan hayatı sorumlu tutuyorduk. sanki hayat, detan`dı ve biz de yine o skindirik hayatta kalma uğra$ındaki koku$mu$ kakalaklardık. elbette bu oksimoron, yani tezatlarla ayakta kalmayı öğrenme evresi, evrimimizin ne ilk ne de son a$amasıydı.. hayattan kaçan ama hayata bağımlı pu$tlardık. $imdinin gnctrkcll kızları, o zamanlar portakalpde damardı. onlar daha büyüyemi$lerdi; büyüyorlardı kendilerinden habersiz.
bir gün benim kolum kırıldı. ortaokuldu. sevdiğim kız tarafından seviliyordum. (ne zaman sevsem, sevildim hep..) semtimizin futbol klübünde top ko$turduğum zamandı ve idmanda kolum kırılmı$tı. metin idmanı seyretmeye gelmi$ti. uğursuzdu götlek, kolum kırılmı$tı. 15 gün olarak yuvarlayabileceğim bir süre okula gidemedim. metin arada bizim eve geliyor ve bana havadisleri yeti$tiriyordu. sibel capacanlıydı, sibel`in kolu kırılmamı$tı, sibel bensizdi ama ya$ıyordu; dersleri hâlâ iyiydi. yani aslında her $ey normaldi. ama olur ya hani, dersin ki bir $ey ters gidiyor mnskym, öyleydi i$te.. neden sonra metin gelmemeye ba$ladı. alçıdan dolayı kolumun ka$ınmasının canımı sıktığı yetmiyormu$ gibi, bi`de artık metin gelmiyordu. kesin bir ibnelik dönüyordu. velhasıl; okula döndüm. sibel bana soğuktu. metin bana soğuktu. arkada$larım bana soğuktu. fonda hakan peker vardı. salaktık. küresel ısınma doğmamı$tı. taksitler, kira borcu, birikmi$ bula$ıklar ve dostluk doğmamı$tı. aslında doğmadığını/olmadığını hep anlamı$tım ya. neyse..
lisede metin`den ve diğerlerinden ayrı bir okula gittim ben. sonra ben orada da sevdim birini. sonra metin`in telefon numarasını unuttum. artık nazım vardı, barı$ vardı, samet vardı. (xler, yler..)
lise de hemencecik bitti ve üniversite geldi. sanki metin ölmü$tü. beni aramıyordu; onu aramıyordum. anlatımsız bir burukluktan ibaretti. sancılıydı. üniversitenin sınav arasında vakit bulup, büyük $ehrimin ortadirek semtine döndüm.
yılmaz erdoğan`ın da dediği gibi, "dostlar alıngan bir sahili pinekliyorlardı" !
bir gün, ne olduysa oldu..,
ve eve bizim kö$eden gitmek istedim. "buz gibi soğuk sudan içeeen" diye bağırdığımız cuma pazarlarındaki olduğu gibi. tıpkı uçurtmamı telefon tellerine taktığım o zamanlardaki gibi. ercan ordaydı, orçun ordaydı, yasin ordaydı, sertan ordaydı. az sonra metin de geldi. bana samimiyetsiz bir selam vardı ve bir sigara yaktı. ercan ona dönüp, " takma kafanı bi kıza be metinim " dedi. umursamadım. siklemeyen bir tavır ku$andım.
.. sigarasını bitiren metin eve döndükten sonra, elemanlardan öğrendim kanser olduğunu; yakın vakitte öleceğini! yine anlatımsız ama; içimde ölen bir $ey, yeniden öldü.
öyle.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?